Mirzabeyoğlu Davası ve Yargılamanın Yenilenmesi

İşbu yazı bir sohbetin kısaltılarak kağıda dökülmesiyle ortaya çıktı. Konuşmanın geçtiği yer İstanbul ili Küçükçekmece ilçesidir. Konuşmacılar T.C. uyruklu ve okuryazarlardır.

MİRZABEYOĞLU DAVASI ve YARGILAMANIN YENİLENMESİ

– Yanlış hatırlamıyorsam, sözde İBDA-C örgütüne üye olma iddiasıyla yargılanıp cezalandırıldığınız ceza davasında iki kez yeniden yargılanma talebiniz oldu değil mi?

– Evet öyle oldu. İlk yeniden yargılanma talebim, sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası aldığı davada yeniden yargılanıp, yeniden yargılanma neticesinde de yasadışı silahlı örgüt kurma ve yönetme vb. suçlamalarından beraat etmesinin ardından 2019 yılında oldu. İkinci yeniden yargılanma talebim ise sayın Mirzabeyoğlu’nun beraatinin kesinleşmesinin ardından, yeniden yargılanma talep eden ve talepleri kabul edilip yargılamanın yenilenmesi ile birlikte beraat eden, benimle benzer durumdaki bazı insanların beraat haberlerini duymamın ardından, 2023 yılında oldu.

– Sizin yargılandığınız dava dosyası ile sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun dava dosyası başka mahkemelerdeydi. Aralarındaki ilgi nereden kaynaklanıyor?

– Evet dediğiniz gibi iki dava dosyası ayrı. Benim yargılanıp cezalandırıldığım İBDA-C dava dosyası 1993 yılında açılmıştı ve dönemin 4 No’lu DGM’sinde görülüyordu. Sayın Mirzabeyoğlu’nun davası ise 1998’te açılmıştı ve dönemin 6 No’lu DGM’sinde görülmekteydi. Birbiriyle ilgisine gelince… Benim yargılandığım dava dosyası, sayın Mirzabeyoğlu’nun kurduğu iddia edilen yasadışı örgüte üye oldukları iddia edilen gençlerin ilk toplu dava dosyasıydı. Yani hakkımızda iddia edilen suçlamalar, sayın Mirzabeyoğlu’nun kurduğu(!) ve yönettiği(!) örgüte(!) üye olmamız(!) ve birtakım silahlı eylemler gerçekleştirdiğimiz şeklindeydi. İddianamemiz ve gerekçeli kararımız bu gerekçe üzerine kurulmuştu.

– Biraz özel olacak ama hakkınızdaki suçlamalar tam olarak neydi?

– Yok yok özel bir şey yok. Zaten yargılandığım dava o dönem kamuoyunun ve basının yakın takibindeki bir davaydı ve bunlar zaten bilinen şeyler. Dosyada tutuklu ve tutuksuz olarak yanlış hatırlamıyorsam 50-60 kişi yargılanıyordu. Bunların çoğu birbirini tanımayan insanlardı. Birbirlerini tanıyanlar da ya mahalleden arkadaşlardı ya da kitapevlerinde ve konuyla alakasız yerlerde tanışmış insanlardı. Diğerlerinin haklarındaki suçlamaları tam olarak hatırlamıyorum ama benim hakkımda, sözde örgüt adına şahsen katıldığım veya azmettirici olduğum iddia edilen 4 – 5 silah veya patlayıcı madde kullanılmış eylem iddiası vardı. 1991’de İrancılarla yaşanan çatışmada yer aldığım ve benzer bazı hadiselerde yer aldığım, falan filan. Bunların çoğunda görgü tanıkları da vardı. Ki zaten iddia edilen bu olaylardan ceza almadık.

– Mahkeme ve dava dosyasından önce bu suçlamalarla ilgili gözaltı süreci ve Siyasi Şube’de yaşadıklarınız?

– Evet meselenin bir de o boyutu (gülerek) var… Askerlik görevimi yapıp geldikten kısa bir süre sonra, hayata atılmak için fırsat arayan her genç gibi bizim de ticari arayışlarımız vardı. Bu arayışımız ve ticari denemelerimiz sırasında rahmetli Nazif Keskin ağabey ile bir alış verişimiz olmuştu. Ancak onun aracılığıyla bir şahıstan alıp başka birine sattığım 30 kadar tekstil makinesinin çalıntı olduğu ortaya çıkınca, hem kendisi hem de ben hukuki ve ticari sorun yaşamıştık. Nazif ağabeyi de dolandırmışlar. Bu makineleri Nazif ağabeyi kullanarak bize satan hırsızları Nazif Ağabey’in de yardımıyla ve kendi çabamızla bulmuştuk ama verdiğimiz parayı çoktan yemiş olduklarından o an tahsil edemedik. Ortada para kalmadığından olay bizi dolandıran hırsızlar açısından başka bir hal alacağı için rahmetli Nazif ağabey “tamam sen bunları bana bırak, bir şekilde paranı kurtaracağım” deyip beni göndermişti. O günden sonra arada bir bazen kendi arar çağırır, bazen ben kendisini ziyarete gider, hem sohbet ederdik hem de arada alacak verecek meselesini sorardım. Bu ziyaretlerden birinde, Nazif ağabeyi ziyaret eden ve aranması olan başka biri için düzenlenen operasyonda tesadüfen gözaltına alındım. Yani tesadüfen aynı anda oradaydık, Nazif ağabeyle sohbet ettiğimiz mekandan tesadüfen aynı anda dışarı çıkınca o kişiyle birlikte aynı anda alındık. Şirinevler meydanında paldır küldür Siyasi Şube’nin arabalarına tıkıldık. Burada başladı…

Şirinevler’den Gayrettepe’ye gidene kadar, arabanın arkasında ters kelepçelenmiş bir vaziyette anında yüzüm dağıldı; kaş açıldı, dudak patladı falan… Kimlik bilgilerimi telsizle anons ediyorlar, cevap geliyor; aranmam yok, tanıyan yok, bilen yok. Bu benim için iyi bir şey olması gerekirken adamların kendi aralarında “kendini iyi saklamış, bunda var ya ne cephanelikler vardır” falan diye konuşmaya başladıklarında hiç iyi şeyler yaşamayacağımı anladım. Bir süre sonra o dönem Siyasi Şube’ye geldik. Montumla yüzüm örtülü bir şekilde yürütülüp bir yere götürüldüm. Burada üzerimi soyup, gözlerimi bağladılar. Kısa süre sonra biri geldi “bak Şamil burası yolun sonu, sana beş dakika, iyi düşün, bizimle işbirliği yap” deyip gitti. Kısa süre sonra geldi sordu… “Ne konuda işbirliği yapmamı bekliyorsunuz?” der demez de işkence başladı.

Askıya asma, elektrik, falaka… Malum, kamuoyunda bilinen şeyler… Oradan oraya sürüklendim… İstedikleri şeyi veya şeyleri elde edemeyince “bunda ne cephanelik vardır” dedikleri evimi aramaya gittiler. O zamanlar bekar gencim, baba evinde yaşıyorum… Evi talan etmişler ama “cephanelik” bekledikleri evden elleri boş gelince hınçlarını yine işkenceyle çıkardılar. Birkaç gündür bana ulaşamadıkları için ev telefonundan arayıp beni soran birkaç arkadaşın isimlerinin yazılı olduğu bir kağıt parçasında yazılı olan insanlardan, mahalle arkadaşı olduğumuz bir arkadaşı daha almışlar.

Sonrası tam bir komedi… Ne bir avukat var, ne bir savunma hakkın var… Askıya asıp bayıltıyorlar, sonra ayıltıp bu defa falakada bayıltıyor, kesmeyince yine ayıltıp elektrik vermeye, yetmeyince kaf göz kırmaca…

Bak komik bir şey anlatayım. Taksim’deki bir barda yaşanan bir patlamayla ilgili, olayın tek tanığı olan bir barmen kadını getirmişler, beni teşhis ettirmeye çalışıyorlar. Kadın daha önce de ifade vermiş ve “1.80 boylarında, kumral, renkli gözlü biri bara gelmiş, o kişi bira içip oradan gidince patlama oldu” demiş. Buna istinaden beni gösteriyorlar “bak bu işte” diyorlar. Kadın “hayır bu değil” diyor; aynalı bir odada onları göremiyorum ama hemen ötemde olduklarından net duyuyorum. Kadına “bu örgütte(!) senin tarifine uyan bundan başkası yok, teşhis et bitsin” diyorlar… Gerçekten komedi değil mi sence de? Kadın onlardan delikanlı çıktı “ben çok iyi hatırlıyorum, tarife uyuyor ama o kişi bu kişi değil, bu tarife uyan yüzbinlerce insan var” dedi gitti. Yemin ederim takdir ettim, delikanlı kızmış. Bak buna rağmen, bu olayı benim dosyama ekleyip mahkemeye gönderdiler. Düşünebiliyor musun? Devletin görevlisi, bile bile mahkemeye bu şekilde adam çıkarıyor. Korkunç… Korkunçluk şahsımın çektiği sıkıntı değil; hukuk…

Fazla uzatmayayım; netice itibariyle soruşturma dosyası böyle oluşturuldu.

– İşkence?

– Çok detayına girmek istemiyorum, ayrıca zaten biliyorsun. İki tane Adli Tıp’tan verilmiş raporum var. Şubelere sağlam girip, vücudum harita gibi çıktığım belgeli yani. Doğrusunu istersen birkaç kez işkence konusunda kitap yazma düşüncem oldu. Hatta tutuklu olduğum dönemde yazıp bitirdiğim de oldu. Sonra vazgeçtim. Geçtiğimiz yıllarda arkadaşın biri de teklif etti yine reddettim. Yarın benim çocuklarım bunları okuyup, “vay ulan babamıza neler yapmışlar” deyip ülkelerine düşman olsunlar istemedim. Sivas’ta tutuklu olduğum dönemde bir avukat arkadaş AİHM için tazminat dosyamı hazırlamıştı “gönderelim, çok iyi bir maddi manevi tazminat alırız” dedi. Yine aynı düşünceyle vazgeçtim. Tabi yüklü bir tazminat göze hoş göründü ama yapmadım. Ha samimi olmak gerekirse tazminat konusunda şimdi pişman mıyım? Evet… Aslında çatır çatır almalıydım… Çünkü işkence gördüğümün tek delili olan işkence raporları, yargılandığım mahkemelerde bile hiçbir şey ifade etmedi. Aslında bu raporları gören hakim ve savcıların yapmaları gereken şey belliydi ama oralı olan bile olmadı. Yani (gülerek) raporumuz, onurumuz ve biz başbaşa kaldık.

– Siz yasadışı örgüt üyesi olma iddiasıyla gözaltına alındığınızda, örgütün kurucusu ve yöneticisi olduğu iddia edilen sayın Salih Mirzabeyoğlu hakkında böyle bir suçlama var mıydı?

– Mükemmel bir soru… Ama yoktu… (Gülüyor)

– Bu biraz tuhaf bir durum değil mi?

– Tuhaf kelimesi bu durumu izah etmekte zorlanır. Aynen dediğin gibi, ben 1994 yılında bir kişinin kurduğu örgüte üye olmakla suçlanıyorum ama örgütü kurduğu ve yönettiği iddia edilen insan o sırada normal yaşamını sürdürüyor… Gerçi onu da 1998 yılında çocuğunun okulunun önünden alıp “hücre evinde ele geçirdik” diye basına servis ettiler. Yani neresinden tutarsan tut rezalet…

– Salih Mirzabeyoğlu 1991’de de tutuklanmamış mıydı?

– Evet tutuklanmıştı. 1991’de ABD ve peşindeki devletlerin Irak’a saldırısıyla başlayan Körfez Savaşı protestolarını organize ettiği ve ülkenin anayasal düzenini değiştirmeye teşebbüs ettiği falan filan… 3-4 ay sonra Turgut Özal hükümetinin 141,142,163 maddelerini kaldırmasıyla serbest kaldı. O davadan ceza almadı.

– Peki yaşadıklarınıza sebep olacak bir delil, şüphe vb. yok muydu yani?

– O dönemin gençliği olarak toplumsal meseleler karşısında daha hassas, daha pervasız ve daha isyankardık evet… Ayasofya gösterileri, başörtüsü yasaklarına karşı gösteriler, Filistin ve Irak işgallerine karşı düzenlenen kitlesel büyüklükte protesto gösterileri, İrancılık karşıtı birtakım kavgalarda yer almak, hiçbir zaman varolmamış bir yasadışı örgüte üyelik suçlamasına delil ve şüphe olabilirse şüpheliydim ve çok sayıda delil vardı tabi. Ama bunların, o dönem bu hadiselere uzak durduğu halde şimdi bu hadiselerde mücadele ettikleri hissi uyandırarak kürsü konuşmaları yapanlar için delil olmamasını anlayamıyorum. İşte “Ayasofya için mücadele ettik” falan diyen bir yığın politikacı biliyor herkes. Oysa ben onları o süreçte benim gibi Ayasofya kapısında cop yiyen gençlere “onlar ajan ajan, onlar provokatör” dediklerini çok iyi hatırlıyorum. En uzak yerde dururlar, üç beş slogan sonra polis coplarını görünce anında sıvışırlardı. Sonra onlar mücadele ve dava adamı oldular, bize terörist dediler. Şimdi siz kendiniz söyleyin şüphe, delil vb. var mıydı yok muydu? Bu tiplerin bazıları yıllardır yüksek politikada yer tutuyorlar üstelik. Aynı şeyler onlar için de delil sayılırsa sözüm yok, eyvallah der geçerim.

Ha delil olarak sadece şahsımı ilgilendiren şeyler var mıydı? Tesadüfen gözaltına alınana kadar bu dediklerim dışında delil ve şüphe yoktu ama birkaç kişinin şubede gözaltında sanırım işkence sebebiyle hakkımda verdikleri ifadeler oldu. İşte aranan adamdan silah istiyorlar, “bende yok ama Şamil’de varmış” gibi… Ya da adam bir şey yapmış, yaptığı şeyi anlatırken “Şamil organize etti, Şamil teklif etti” gibi şeyler. Hatta bu şahısların sorgularından birinde, kendisini kurtarmak için hakkımda yalan söyleyen ve konuştuğu konuda hiçbir bilgisi olmayan birine memurların yanında direkt ve çok ağır küfrettim; adamı oturtup, zaten ayakta duramayan beni sürükleyerek götürüp askıya astılar. O günlerden birinde memurlardan birinin bu tiplerden birine “ulan her ağzını açtığında ‘Şamil yaptırdı, Şamil dedi’ deyip durma, kendin hakkında konuş” deyip kızdığına bile şahit oldum.

Sonra tutuklandık… Ve mahkeme sürecinde bunları delil ve şüphe olarak soran bile olmadı. Tanık diye çağrılan insanlar da beni teşhis etmediler. İşkence raporlarımı delil olarak saymadılar ama delil olmadığını ispatlamayı da bana bıraktılar ve böylece adalet yerini buldu. Sanırım dünyada daha önce kimsenin yapmadığı akrobatik bir hareket keşfedip bunu mahkeme salonunda sergilersem delil olarak bunu sayacaklar. Başka ihtimal kalmadı.

– Mirzabeyoğlu davasının beraatle sonuçlanması ve sizin yargılanmanızın yenilenmesi talebiniz hakkında söyleyeceklerinizi merak ediyorum.

– Ben de çok merak ediyorum. Beni cezalandırırken “Mirzabeyoğlu örgüt kurdu, sen de ona üyesin; delile ve şüpheye gerek yok” diyenler sonradan Mirzabeyoğlu beraat edip ortada kurulmamış bir örgüt kalmasına rağmen bana verilen cezayı şimdi nasıl gerekçelendirebilirler acaba? Gerekçesiz karar olmaz değil mi? E şimdi benim gerekçem yok, ortadan kalktı. Ya davayı yeniden görüp gerekçeyi yeniden yazman gerekir ya da bana “pardon” demen gerekir. Bence böyle. Gerekçeli kararımda, Necip Fazıl’ın Büyük Doğu fikrinden esinlenen Mirzabeyoğlu’nun yasadışı silahlı örgüt kurduğu ve yönettiği, benim de bu örgüte üye olduğum yazılı. Gel gör ki şimdi değişik değişik tiplere her yıl Necip Fazıl ödülleri veriyorlar ve Salih Mirzabeyoğlu da suçlamalardan beraat etti. Şimdi ben hangi yasadışı silahlı örgüte üyeyim? Mahkemeye bu çerçevede başvuru yaptım ve yeniden yargılanma istedim; reddedildi. İşkence raporlarımı, emsal teşkil etmesini umduğum başka beraat kararlarını sundum, yine reddedildi. Ben de bu aralar demin dediğim gibi, daha önce kimsenin yapmadığı akrobatik bir hareket hayal ediyorum ve bulmaya çalışıyorum. Bulursam onunla başvuracağım ve mahkeme salonunda sergileyeceğim, delil ilgilerini çekmiyor ama belki böyle bir hareket ilgilerini çeker.

Az önce dedim ya, üzerime atılı silahlı eylem suçlamalarının hiçbirinden ceza almadım. Silahlı eylem suçlamalarıyla başlayan mahkeme süreci “silahlı eylem yok ama genç adamsın bak işkence mişkence o kadar sıkıntı çektin, buraya boşuna gelmiş olma, elin boş gitme bari örgüt üyeliği cezası verelim sana” şeklinde bitti. İyi de şimdi silahlı eylem yok, sayın Mirzabeyoğlu’nun kurmuş olduğu bir örgüt te (mahkeme kararıyla sabit bir şekilde) yok. Ama ben halen, bu omayan örgütün, iddia edilen suçları işlememiş bir üyesiyim. Mahkemeye de bunu söylüyorum… Hani iddia edilen silahlı olayların birinden ceza almış olsam ve mahkeme “ulan şunu, şunu, şunu yapmışsın ne anlatıyon sen” sen dese anlarım; bunlardan ceza yok. Ama Salih Mirzabeyoğlu’nun kurmadığı, yönetmediği bir örgüt üyeliğim sabit görülüyor. Uysa da uymasa da hesabı. Çok seviyorlar beni; bu yüzden elim boş çıkarmadılar galiba.

– Rahmetli Salih Mirzabeyoğlu’nun yeniden yargılanması da biraz sıkıntılı bir süreçti sanırım?

– Şu kadar söyleyeyim… Mahkemeydi, yüksek siyasetti, şuydu, buydu bir yana… Çok az sayıda insan hariç, etrafında gezen bir yığın (m)adam için Mirzabeyoğlu çok önemli değildi. Yükünü tutan tuttu. Şimdi bu konuya girmek istemiyorum. Ama davanın en önemli tanığı bu tipler yüzünden adliyeye gelmeyecekken benim ricamı kırmayarak duruşmaya son anda geldi diyeyim, gerisini siz tahmin edin. Ben son duruşma öncesi bu en önemli tanıkla ilgilenirken, bu tipler adliyede ellerinde telefonlarla onun etrafında fotoğraf pozları veriyorlardı. Konuyla ilgisi yok ama vefatı sonrası cenaze namazına AKP’lilerin gelmesini bekleyerek bizim cenazeye gelmememizi isteyen en yakınları falan… Biz olmayınca ne olacağını da herkese gösterdi… Soytarı, şarlatan, şerefsiz, ne pislik arasan pervasızca ortada gezdi… Daha neler var… Bu konuda çok konuşmak istemiyorum. O, benim gibi gençlere düşünmeyi ve fikrin ne olduğunu öğretti ve gitti… Gerisi, tabutun etrafındaki çöp… Saygı duyduğum birine olay çıkarmama sözü vermeme rağmen, o gün Fatih Camii’nde rahmetli Umman Şahiner kolumdan yakalayıp sakinleştirmese bunların elebaşı bir 6,35 için gün hiç iyi bitmeyecekti de neyse; susmazsam sabaha kadar konuşurum şimdi. Benim dava dosyamla ilgisine gelelim.

– Peki siz profesyonel hukuk yardımı alarak daha netice odaklı bir başvuru daha düşünseniz.

– Zaten bu davalara “bakan” uzaktan yakından tanıdığımız avukatlar vardı. Çok profesyonel oldukları için artık işleri çok yoğun ve bu yüzden ilgilenemiyorlar. Davalar devam ederken ne kadar “baktıklarını” da bu vesileyle yeni anlamış olduk. Bir tanıdığımın oğlu yeni avukat olmuştu, son başvurumda o ilgilendi sağolsun. Ha iki telefon edip, birkaç haber salıp ünlü birini de vekil yapmam kendime. O kadar düşmedik. Metris döneminde yaptım bunu ve sonra pişman oldum.

Yardımlık bir şey de yok ki kardeşim ortada. Örgüt üyesi demişler ceza vermişler ama bahsettikleri örgüt başka bir mahkemenin kararıyla yok. Koskocaman devletin adalet kurumu bu saçmalığı görüp, yeni ortaya çıkan bu durum karşısında kendisi harekete geçmiyorsa, bunu kimse yapamaz. Benim bulmaya çalıştığım çok şaşırtıcı akrobatik hareket hariç; uçan adam Sabri’nin yapamadığını yapabilirsem, direkt İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gideceğim. Bakalım, kısmet.

Profesyonel yardım… Buna epey bir zaman gülerim ben… (Oturduğumuz mekandan kalkarken söylenerek gülüyor)

 

Yazan Editör - Mar 11 2024. Kategori Gündem, Politika, Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.