Yücel Teşkilatı ve Şehitleri

1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi (93 Harbi) ve 1912 Balkan Harbi’nin ardından yaşanan toprak kayıplarıyla birlikte, başta Bosna, Kosova, Makedonya ve Batı Trakya olmak üzere, Balkanlardaki Müslümanlar için zor günler başlamış oldu. Yarım milyondan fazla insanın Rus ve Bulgarlar tarafından şehit edildiği Osmanlı-Rus Harbi’nin ardından, Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bulgaristan Prensliği yarı bağımsız hale geldi. Bir buçuk milyon Müslüman muhacir konumuna düşerek, Rumeli ve Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldı.

1912 Balkan Harbi’nin ardından da benzer sıkıntılar yaşanınca dört yüz bin Müslüman muhacir konumuna düştü. Yaşanan katliamlar ve göç esnasında altı yüz bin civarında Müslüman şehit oldu. Gittikçe artan baskılar her geçen gün göçlerin de artmasına yeterli sebep teşkil ediyordu. Mesela, 1923-1933 arasında Yugoslavya’dan 110 bin, 1923-1938 yılları arasında Romanya’dan 115 bin, 1923-1949 yılları arasında Bulgaristan’dan 220 bin, 1923-1945 yılları arasında Yunanistan’dan 400 bin Rumeli evladı anavatana göç etmek zorunda bırakıldı.

Her ne pahasına olursa olsun Balkanları terk etmeyen ve bu topraklarda yaşamaya devam eden Müslümanlar ise ağır vergiler, yağmalama, öldürme, dini yasaklardan oluşan her türlü baskı ile mücadele etmek zorunda kaldılar. Balkan Müslümanları, kendi kaderlerini tayin etmek için çeşitli oluşumlar altında bir araya geldiler. Bunlardan bir tanesi de, işgalci Bulgarlar ile baskıcı komünist Tito rejimine karşı, varlıklarını, kimliklerini ve inançlarını korumayı amaçlayan Müslüman Türk gençlerinin kurdukları Yücel Teşkilatı’dır.

Türkiye’de ve Makedonya’da, Yücel Teşkilatı hakkında yapılmış detaylı bir araştırma çalışması ne yazık ki bulunmuyor. Yücel Teşkilatı hakkında zihin yoranlar ve kalem oynatanlar, H. Yıldırım Ağanoğlu, Av. Salih Murat, Avni Engüllü, Suat Engüllü, Mehmet Ardıcı, Yaşar Aytek, Altan Deliorman, Şerafettin Ferit Süleyman (Yücelden) ve Refik Özer gibi birkaç isimden ibaret. Bu sebeple, Yücel Teşkilatı hakkında, hazırlanan bu makalede saydığımız isimlerin çalışmalarından ve Yücel Teşkilatı mensuplarının Aksiyon dergisine vermiş oldukları mülakattan istifade edilmiştir.

Yücel Teşkilatı’nın İlk Toplantısı

Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmek zorunda bırakılmasının ardından, bu topraklarda yaşayan tüm Müslümanlar gibi, Yugoslavya Müslümanları ve Makedonya Türkleri de kaderleri ile baş başa kaldılar. Arada Yunanistan ve Bulgaristan engeli olmasına rağmen Türkiye’ye olan bağlılıklarını ve ümitlerini hiçbir zaman yitirmediler. Yaklaşan Cihan Harbi tehdidine ilaveten, Stalin destekli Titocular ile İngilizlerin arka çıktığı kraliyet taraftarı Mihaylovistler arasındaki mücadele neticelendiğinde, tek kaybedenin Müslümanlar ve Türkler olacağı aşikârdı. İngilizlerle işbirliği yapan Stalin, savaş sonrasında, Müslümanları Balkanlardan tamamen uzaklaştırmak niyetindeydi.

Bu sebeple Türkler, yaşadıkları/yaşayacakları zorlukları anavatana aktarıp, acil yardım talep etmek için aralarından seçtikleri dört kişiyi (Muhammed Cevahirci, Münir Ekrem Şahin, Salih Müftiç ve Muyaçiç) Ankara’ya gönderdiler. Ancak varlıklarını bile kabul etmeyen devrin Başvekili İsmet İnönü’den aldıkları ağır hakaretler içeren cevap ile ellerli boş şekilde gerisin geri dönmek zorunda kaldılar. İsmet İnönü yardım talep eden Makedonya’nın Müslüman Türk evlatlarına şu cevabı vermişti: “Misak-ı Milli hudutları dışında Türk ve Müslüman unsuru diye bir şey kabul etmiyorum. Zaman çok vahimdir. Türkiye dışarı ile uğraşmamalıdır. Türkiye’nin başını ağrıtmayın.” [Yücelciler 1947, Sayfa 16]

İsmet Paşa’nın bu cevabından sonra yapılacak tek şey başlarının çaresine bakmaktı. Bu sebeple Makedonya’da yaşayan Müslüman Türkler, 1937 yılında, Şuayb Aziz Efendi önderliğinde ve Türk gençlerin katılımıyla milli ve manevi değerlerini, örf, adet ve geleneklerini korumak ve yaşatmak üzere bir araya gelmeye başladılar. Toplantıların ana gündemi yaklaşan harp ve muhtemel gelişmelerdi. Harbin başlamasıyla, ana gündem Alman işgali, partizanların propaganda ve baskıları ve gençlerin korunması için lazım gelenler olarak değişti.

Yücel Teşkilatı mensuplarından Necati Çetiner, teşkilatın gayesini ve verilen mücadeleyi şu şekilde ifade ediyor: “Türkleri komünizmden korumak için faaliyet içindeydik. Yönetim, Türkleri komünist teşkilatı içine çekmek istedi. Ağızdan kulağa propaganda yaptık. Girmedik. “Ne var bu Türklerde, komünizme girmediler” dediler.” Bir başka teşkilat üyesi Kemal Hakimoğlu ise Yücel Teşkilatı’nın kendisi gibi genç Türkleri komünist teşkilatlanmadan uzak tutmak için kurulduğunu belirtiyor. Türk gençlerini Komünist Parti’de görev vererek birbirine düşürmek istediklerini, kendisine de bu yolda teklifte bulunduklarını anlatan Hakimoğlu, o günleri şu şekilde anlatıyor: “Girenlerden haftada bir malumat istiyorlardı. Müslüman’dım, Türk’tüm. Bu, örfüme ve an’a neme aykırıydı. Büyüklerim de hükümet ve polis teşkilatından uzak durmamı istemişti. Pasif davranış yaptık. Onların komünist teşkilatına girmedik. Yardımcı olmadık.” [Yücelci Türkler, Aksiyon Dergisi]

Yönetimi her ele geçirdiklerinde Müslümanlara ve Türklere besledikleri kini sonuna kadar sergileyen Bulgarların, Almanya’nın müttefiki sıfatıyla, 1941 yılında Vardar Makedonya’sının yönetimini ele alması, teşkilatlanmanın en önemli etkenlerinden bir tanesi oldu. Bulgar işgali altındaki Üsküp’te yaşanan bir olay, teşkilatlanmanın önem ve gereğini izah etmek adına yeterlidir. Bulgarların, Üsküp’ü işgal ettikleri dönemde ekmek ve kömür gibi temel ihtiyaç maddeleri kuponla dağıtılmaktaydı. Kuponla malzeme almak için sırada bekleyen Makedonya Türklerinden birine, Bulgar subayı, “Çingene aradan çekil” diye bağırarak aşağılamaktaydı. Bunun üzerine Makedonya Türk’ü, “Ben Çingene değil, bu topraklarda 400 yıldır yaşayan bir Türk evladıyım” diye cevap verince, Bulgar subayı “Daha kötü ya! Siz onlardan daha aşağılıksınız” deme cüretini göstermişti. [İnceleme: Yücel Olayı, Yaşar Aytek]

Her geçen gün büyüyen teşkilat, 1943’te, Türkiye’nin Üsküp Konsolosluğu Vekili Emin Vefa Gerçek ile temasa geçme kararı aldı. Makedonya Türklerinin bir araya gelişleri esnasında, Konsolos Vekili Gerçek’in talebi doğrultusunda, Arnavut Nasyonal Demokratik Şikiptar Partisi’ne katılım gündeme gelmişse de yapılan istişareler neticesinde bu öneri kabul edilmedi. Mehmed Şerif Dalip (Ardıcı), ilk resmi toplantıya katılanları şu şekilde anlatıyor: “Şuayb Aziz Efendi dükkânıma geliyor. Acele ile “Biraz önce Kemal’i yolda gördüm. Evine davet etti ısrarla. Sen de gel Mehmed. Güvendiğim arkadaşlara haber vermeye gidiyorum.” İlk resmi toplantı, Kemal Rasim Günsever’in evinde böylece yapılmış oldu. Şerafeddin Ferid, Nazmi Ömer, Muzaffer Ahmed, Fettah Süleymanpaşiç arkadaşlarımız da gelenler arasında idiler.” [Yücelciler 1947, Sayfa 41]

“Efendiler ister talimat deyin ister rica. Üsküp Türk Konsolosluğu’nun talebini iletmem istedi benden” diye söze giren Kemal Rasim Günsever, Üsküp Türk Konsolosluğu Vekili Emin Vefa Gerçek’e, Demokratik Şikiptar Partisi’nin, Makedonya Türk cemaati ile resmi temas kurma talebi geldiğini söyler. Ancak “komünizme hizmet eden bir parti veya kesim ile işbirliği yapmamak gerektiğini” düşünen Şuayb Aziz İshak Efendi böyle bir ittifakın Almanların düşmanlığını çekmesinden de çekiniyordu. Bu düşüncesini; “Ben Demokratik Şikiptar Partisi ile birlikte hareket edilmemesini tavsiye ederim” cümlesiyle ifade etmişti. Toplantının neticesinde alınan karar da bu doğrultuda oldu. Alınan kararın konsolosluğa iletilmesinden bir gün sonra Kemal Rasim İlyas (Günsever) ve Şuayb Aziz İshak Efendi, Mehmed Şerif Dalip (Ardıcı)’nın evinde tekrar buluşurlar. “Kemal şu önemli talimatın verildiğini söylüyor; “Nüveyi oluşturun.” [Yücelciler 1947, Sayfa 43]

1944 yılına gelindiğinde Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı’nın yerini Josip Broz Tito liderliğindeki komünist Yugoslavya aldı. İlerleyen günlerde, İkinci Cihan Harbi’nin sona erip bölgeye komünizmin hâkim olmasıyla birlikte, Üsküp Türk Konsolosluğu’ndan “Türklerin lehine bazı haklar koparma niyetiyle komünist organlara adamlarını yerleştirilmesi” yönünde bir talimat geldi. Kısa zaman sonra Partizanların kurdukları Şehir Meclisi’ne Muzaffer, Makedonya Komünist Yeni Gençlik Teşkilatı’na ise Şerafeddin ve Refik isimli teşkilat mensupları yerleştirildi.

Ahlâklı ve faziletli gençler…

1945 yılında Türkiye’nin Üsküp Konsolosluğu aracılığı ile Belgrat Büyükelçisi Kamil Koperler ile temasa geçildikten sonra teşkilata Yücel adı verildi. Teşkilatın tüzük maddelerini ve iki sayfalık önsözünü Başkan sıfatıyla Şuayb Aziz Efendi bizzat kaleme almıştı. Yedi kişiden oluşan merkez komitesinde görevlendirmeler şu şekildeydi: Başkan: Şuayb Aziz İshak, Veznedar: Ali Abdurrahman Ali, Sekreter: Şerafettin Ferit Süleyman (Yücelden), Üyeler: Refik Şerif Mehmet (Özer), Fettah Salih Süleymanpaşiç, Kemal Rasim İlyas (Günsever) ve Abdülkerim Ethem İbrahim (Sezer).

Yücel Teşkilatı eğitim seviyesi yüksek, ahlâk ve fazilet sahibi Türk gençlerinden oluşuyordu. Teşkilat Başkanı Şuayb Aziz Efendi, 1930 yılına kadar Üsküp’teki Ataullah Efendi medresesinde tahsil etmiştir. Daha sonra Mısır El Ezher Üniversitesi’ne giderek Fıkıh, Kelam, Tasavvuf ve Nasranî felsefesi alanlarında eğitim görmüş ve ikincilik derecesiyle mezun olmuştu. Üniversitede profesör payesiyle hocalık yapmak üzere Ankara’ya gidecekken, ailesini almak üzere, Üsküp’e gelmiş ve İkinci Cihan Harbi sebebiyle sınırların kapanması neticesinde bir daha Türkiye’ye dönememişti. Kendisine birçok önemli devlet görevi teklif edildiyse de, kayın pederi ile çiftçilik yaparak hayatını idame ettirmişti. Teşkilatın diğer bir önemli ismi Nazmi Ömer, Belgrat Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezundu. Üsküp’te, Tefeyyüz ve Türk Öğretmen Okulunda öğretmenlik yaptı. Tito rejimi esnasında, Üsküp İdare Mahkemesi Genel Sekreterliği görevini yürüttü. Tesettüre uygun davranan eşinin başını açmaması, yapılan eğlencelere eşi ile birlikte gelip dans etmemesi ve gece hayatına katılmaması gibi sebeplerle, meslektaşları Şükrü Ramo ve Mustafa Karaarslan’ın oldukça sert tenkitlerine maruz kaldı. Fakat hiçbir zaman tenkitlere aldırış etmedi.

Teşkilatın veznedarı Ali Abdurrahman, Üsküp’te öğretmenlik ve kayınpederinin vefatından sonra on sene matbaacılık yaptı. Birlik gazetesini ilk çıkaranlardandı. Âdem Ali, teşkilata silah temin edilmesi ve saklanması işlerini yürütüyordu. Abdülkerim Sezer, Ağır Ceza Hâkimi idi. Teşkilatın Genel Sekreteri Şerafeddin Ferid, Fransızca öğretmeniydi. Merkez komitesi üyesi Refik Şerif Mehmet (Özer)’in mesleği ise terzilik idi. Daha sonraları memurluk da yapmıştı. Türkiye’nin Belgrat Büyükelçiliği ile Yücelciler arasındaki yazışmaları Şerafeddin Ferit Süleyman (Yücelden) ile birlikte hazırlıyorlardı. Teşkilatın en önemli üyeleri arasında yer alan; Hakkı Tevfik, Münir Süleyman, Burhanettin Haşim (Öğretmenoğlu), Ahmet Halil Mustafa (Yücel), Necati Recep ve Halit Şükrü Halit (Beceren) öğretmendiler. Fethi Süleymanpaşiç, Makedonya Eğitim Bakanlığı Müfettişi idi. Teşkilatın Makedonya öğretmen kadrolarını ele geçirmesinde tek başına çok büyük gayret sarf etmişti.

Yücel Teşkilatı’na üyelik esnasında, Kur’an-ı Kerim, bayrak ve tabanca üstüne el basılarak, “Türklük ve Türkiye Cumhuriyeti menfaatleri için gerekirse kanımın son damlasına kadar çarpışıp canımı vereceğim” ifadesinin yer aldığı teşkilat yemini ediliyordu. Gizliliğe büyük itina gösteren teşkilat mensupları, daha ziyade öğretmenlerden oluştuğu için kültür ve eğitim sahasında çalışmalara ağırlık vermekteydiler. Makedonya Türklerinin, kültür ve maarif bakımından yükselmesini, milli şuurun kuvvetlenmesini ve komünizmin oyuncağı haline gelmesini önlemek amacıyla kurs, piknik ya da kır gezisi adı altında bir araya geliyorlardı. Bu bir araya gelişlerde, Türkçe kitaplardan kahramanlık ve tarihi zaferleri konu edinen yazılar ve şiirler okunuyordu. Yapılan toplantılarda, Kur’an- Kerim başta olmak üzere, Atatürk’ün Nutuk’u, Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ı, Namık Kemal, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Yahya Kemal Beyatlı’nın şiirleri okunuyordu. [Yücelciler, Şehadetlerinin 50. Yılı Anısına (1948-1998), Sayfa 6]

Yücelciler, topluma seslerini ulaştırma noktasında da önemli girişimlerde bulundular. Gazetecilik sahasında tecrübesiz ve gazeteye vakit ayırabilecek kişi sayısı yetersiz olsalar da, çok önemli tesirleri olabileceği kanaatiyle, bir gazete yayınlamaya karar verdiler. Logosunda minare sembolü bulunan gazetenin başına Nazmi Ömer Yakup ve matbaacı Ali Abdurrahman Ali getirildi. Yeni Türk alfabesiyle ilk Türk gazetesi unvanına sahip olan “Birlik” gazetesinin ilk sayısı, 23 Aralık 1944 tarihinde yayınlandı.

Komünist yönetim, her ne kadar gazetenin yayın hayatına başlaması esnasında hiçbir güçlük çıkarılmadıysa da, kısa süre sonra gazete çevresinde toplanan Müslüman ileri gelenleri bir toplantıya davet ettiler. Ardından gazete idaresini ele geçirme teşebbüslerine giriştiler. Moşa Piyade’nin Yugoslav Komünist Partisi yayın organı Borba gazetesinde yayınlanan ve Türkiye’ye yönelik çok ağır hakaretler içeren “Boğaz Düdükçüsü” adlı başmakalesinin Birlik gazetesinde Türkçe yayınlanmasını talep ettiler. Bu talep kabul görmeyince, Yücel Teşkilatı mensuplarından oluşan gazete yöneticileri tek tek vazifelerinden uzaklaştırıldılar. Yönetime getirilen Komünist idareciler, gazeteyi Kominist Parti’nin Türkçe yayın organı haline getirdiler. Mehmed Şerif Dalip (Ardıcı), yaşananları şu şekilde anlatıyor: “Çok geçmeden Nazmi Ömer ve Abdurrahman arkadaşlarımız idari vazifeden alındılar. Gazetenin idaresi tamamen Titocuların eline geçmiş oldu.” [Yücelciler 1947, Sayfa 66]

Üsküp radyosunda ilk Türkçe yayını, ilk Türk öğretmen kurslarının organizesi ve bu kurslarda çok sayıda öğretmen yetiştirilmesi, alfabe ve ilk okuma kitaplarının hazırlanarak en ücra köylere kadar ulaştırılması, teşkilat mensuplarının cezaevinde tutuklu bulundukları süre içinde Üsküp Türk Tiyatrosu için birçok tiyatro eserinin Türkçeye çevrilmesi, Yücel Teşkilatı’nın diğer önemli faaliyetlerindendi.

Yücelciler, Bulgarların Üsküp’ü işgal ettiği yıllarda stratejik bir hamle yapıp, Almanlarla temasa geçtiler. Almanların güvenini kazanarak, Bulgar zulmüne karşı, önemli bir desteği arkalarına aldılar. Buna rağmen Üsküp Belediye Başkanlığına tayin olan Spiro Kitinçef, her fırsatta Bulgarlığını ispat etmeye çabalıyordu. Kitinçef’in ikaz edilmesi şart olunca, Kemal Salih ve Mehmed Ardıcı, Üsküp Alman Karargâhı’ndan General Rudolph Grayger’i ziyarete gidiyorlar. Çok acele Karargâh’a çağrılan Kitinçef, “feci şekilde” azarlanıyor. General Grayer’in bu yaklaşımında cesaret alan Kemal Salih Bey, “Türk cemaatine Alman Kuvvetlerince ve idari makamlardaki Bulgarlar tarafından herhangi bir zarar verilmeyeceğine” dair hem General’in, hem Kiniçef’in imzalarını taşıyan bir belge almayı başarmışlardı. [Yücelciler 1947, Sayfa 44-47]

Elbette teşkilatın vazifeleri bunlardan ibaret değildi. Bölgeyle alakalı edinilen her türlü istihbarat, Belgrat Büyükelçiliğine, Şuayb Aziz ve Nazmi Ömer Yakup tarafından ulaştırılıyordu. Bulgarların Üsküp’ü işgal ettiği ve can güvenliğinin bulunmadığı dönemde Üsküp Konsolosluğu’nun güvenliğini yine Yücel Teşkilatı’na mensup gençler vasıtasıyla sağlanıyordu. Türkiye, Konsolos ve Büyükelçi vasıtasıyla, Yücel Teşkilatı’ndan haberdar oluyordu. Buna karşılık Türkiye, gerek mücadele süreci, gerekse ileride yaşanacak tutuklamalar ve idamlar esnasında, teşkilat mensuplarına hiçbir destek vermedi.

Yücel Teşkilatı Merkez Komite Üyelerinden Refik Özer, Konsolos’un ardından Türkiye Belgrad Büyükelçisi ile temasa geçilmesi hususunda şunları söylüyor: “Teşkilatın Başkanı Şuayb Aziz, Büyükelçi ile görüşüyor. Tüzüğü veriyor. Büyükelçi, Şuayb Aziz’e beraber ortaya çıkalım demiş. Büyük bir hata. Onlar büyükelçilikte iken Şuayb Aziz meydana çıkmayacaktı. Büyükelçi almayacaktı onu. Kuşların bile fotoğrafını çekiyorlardı.” [Yücelci Türkler, Aksiyon Dergisi]

Refik Özer, bu sözlerinde haklı çıkıyor ve teşkilatın, Müslüman Türkler üzerindeki etkinliğini artırması ve Büyükelçilikte verilen görüntüler, Komünistlerin dikkatini çekiyordu. Komünistler, bu teşkilatın devamlı büyümesinden endişe duyuyorlardı. Türklerin, milli ve manevi prensiplerine bağlanarak, birlik olmaları komünist rejim için oldukça rahatsız ediciydi. Buna daha fazla dayanamayan komünist rejim, Yücelcileri tutuklama kararı aldı. En önemli teşkilatlanmaları Üsküp ve Köprülü şehirlerinde bulunan Yücel Teşkilatı, gizliliğe riayet etmesinin faydasını tutuklamaların başladığı bugünlerde gördü. Örneğin, Yugoslavya yöneticilerinin akıl almaz işkencelere rağmen, Köprülü sorumluları Ali Halil Mustafa ve Ahmet Halil Mustafa haricinde, bu şehirden, tek bir teşkilat mensubu bile deşifre edilemedi. Fakat Altan Deliorman’ın Yugoslavya’da Müslüman Türk’e Büyük Darbe isimli kitabında kaleme aldığı şu satırlar, tutuklamaların başlangıcıyla alakalı önemli bir iddiayı dile getirmektedir: “Yücelciler Teşkilatlanmaya başladıkları sırada aralarından iki kişi çıktı: Hüsnü Kemal ve Enver Tuzcu adını taşıyan bu iki hain, resmi makamlara Yücel Teşkilatını ihbar etti. Bu ihbardan, kendileri için menfaat sağlayacaklarını umuyorlardı.” [Sayfa 189] Peki Mehmed Şerif Dalip (Ardıcı)’nın, “Yugoslavya dışından gelen bir ihbar sonucu” teşkilatın çözüldüğünü ifade etmesine ne demeli? Elbette, Avni Engüllü’nün şu sözleri de yabana atılır cinsten değil: “Türk Demokratik Birliği’nin Üsküp Şubesinin 1991 yılında kuruluş toplantısında Yücelle ilgili konuşmasını sağladığımız Mustafa Karahasan, olayı “Tavuğa gelinebilmek için, önce yumurta yaratıldı. Tavuk, Türklerin kovulmasıydı. Yücel, yumurtaydı,” diye konuştu. Mustafa Karahasan’ın o dönemde bir istihbaratçı olduğu bilinen gerçektir. O, bunu hiç kimseden hiçbir zaman gizlemedi. Kurulan devletin ideolojisine sıkıca bağlı olduğu da bilinen bu şahısın konuyla ilgili daha ciddi ipuçları bırakmaması onun bir hatası olduğu kadar, kendisinden alınacak çok daha başka bilgilerin de olabileceğini iyi değerlendirmemiş olmamız bizler açısından kaçırılan bir fırsattır.” [Bir Muamma Olarak Yücel ve Yücelciler]

Komünist rejim, Yücel Teşkilatı mensupları hakkında üç grup tutuklama, soruşturma ve infaz uyguladı. Birinci grup tutuklama, 19 Eylül 1947 tarihinde başladı. Önde gelen birçok Müslüman Türk aydını tutuklandı. Komünist rejim, bu ayıbı ve bu haksızlığı örtbas etmek için tutuklamaları kamudan dört ay gizli tuttu. Basın-yayın organlarında tutuklamalarla ilgili haber bile yoktu. [Yücelcilere Nasıl Kıydılar, Av. Salih Murat]

Yücelciler, sorgulama adı altında akıl almaz işkencelere maruz kaldılar. Mehmed Ardıcı’nın anılarında yer verdiği şu ifadeler, yapılan işkenceler adına önemli ipuçları vermektedir: “Galiz bir küfür sağanağından sonra yüzüme ve kafama inen darbelerin ancak dördüncüsüne kadar sayabildim… Kova ile su dökmüşler. Daha çabuk ayılmam için. Bacaklarıma tekme ile vuruyorlar. Her tarafım kan içinde. Enseme sıcak bir şey süzülüyor. Elimi götürüyorum; Kan… Şiş ve kanlı yüzümde vurulmadık santim yer bırakılmamıştı, şimdi de cilası geçiliyordu. Son olarak mideme bir tane yedim. Ya Rabb’im koru beni. Eşhedü en lailahe…” [Yücelciler 1947, Sayfa 74-85]

Yücelcilerin duruşmaları

İlk tutuklananlardan on yedi kişiye karşı iddianame sunularak, dava açıldı. Duruşma günü olan 19 Ocak 1948 tarihi geldiğinde, on yedi kişi de mahkeme huzurunda bulunuyordu. Yücelcilerin arkasında, tutuklu başına bir tane olmak üzere, süngü takılı askerler bekliyordu. Savcı Yardımcısı Blagoy Popovski, Yücelcileri şu iddialarla suçluyordu: “Bir dış temsilcinin etkisiyle, Terörist-Casus teşkilatı kurarak, Makedonya’da yaşayan Türkleri, Makedonya Halk Devletine karşı organize ederek, devlet düzenini değiştirmeye ve yıkmaya yönlendirmek. Makedonya’da yaşayan Türklerin Halk Devleti’ndeki geleceklerinin iyi olmayacağı, mal mülklerine el konulacağı, okullarının kapanacağı, büyük sürgünler olacağı, din ve vicdan hürriyetlerinin ortadan kaldırılacağı propagandasını yapmak.” Geçmişe doğru kısa bir yolculuk yapan herkes, terör ve casusluk dışında, tüm isnatların gerçekleştiği açıkça görülebilir. [Yücelcilere Nasıl Kıydılar, Av. Salih Murat]

Mahkeme Heyeti Hâkim Panta Marina, Savcı Yardımcısı Blagoy Popovski ve üyeler Remzi İsmail ve Mehmet Şakir’den oluşuyordu. Mahkeme Heyeti, Yücelcilerin avukat tutmasına müsaade etmemiş, her bir tutuklu için kendisi avukat tayin etmişti. Fakat tayin edilen avukatlar da, mahkeme sonrasında tutuklanmamak adına savunma yapmaktan imtina etmişti. Böylece, Yücelcilerin savunma hakları fiili olarak ellerinden alınmış oldu.

Yargılama başladığında teşkilatın asıl maksadı bir tarafa bırakılıp, Türk gençlerine, Yugoslavya aleyhinde casusluk suçu isnat ediliyordu. Aslına bakılırsa, komünist rejimde, kanun koyucular, tahkikatı yapanlar, tutuklayanlar, yargılayanlar ve infaz edenler, komünist rejiminin gizli polis servisi UDBA (Uprava Drzavne Bezbednosti) mensubuydular. Bu sebeple, komünist mahkemelerde savunma diye bir müessese bulunmuyor ve kararlar dava başlamadan evvel veriliyordu. Mahkeme, önceden verilen kararın sanığın yüzüne okunmasından ibaretti. İddia makamının tek delili, mahkeme öncesinde öldüresiye işkenceler neticesinde imzalatılan, zoraki itirafnamelerdi.

Yargılamanın her duruşması, hoparlörle Üsküp sokaklarına yayınlanarak, şehirde yaşayan Müslüman Türkler psikolojik baskı altına alınmak isteniyordu. Yücel Teşkilatı mensuplarının idam edilmesi ve ağır cezalara çarptırılmaları için tertip edilen göstermelik bir mitingler, Türklerin yaşadığı mahallelerde Halk Cephesi (Narodni Front) tarafından, tertip edilen toplantılar hep de aynı gayeye yönelikti. Yücelciler aleyhine tertip edilen toplantılara katılmayanlar da rejim karşıtı emperyalistler olmakla suçlanıyordu.

Beş gün süren göstermelik yargılama neticesinde, 25 Ocak 1948 günü, Mahkeme Başkanı Panta Marina’nın okuduğu kararda, Şuayb Aziz İshak, Ali Abdurrahman Ali, Nazmi Ömer Yakup ve Âdem Ali Âdem hakkındaki hüküm şöyle açıklanıyordu: “…kurşuna dizilmeğe, siyasi ve mendi haklardan mahrum edilmeğe ve bütün emlâklerinin müsadere edilmesine oybirliğiyle…” Diğer on üçü tutuklu, toplam 195 sene ağır hapis cezasına çarptırıldı. İdama mahkûm edilenlerden, Şuayb Aziz İshak, Kahire El Ezher’den mezun münevver bir kimseydi. Ali Abdurrahman Üsküp’te matbaacı, Nazi Ömer bidayet (ilk derece) mahkemesi sekreteri ve Âdem Ali Âdem saraçtı. [Büyük Darbe, Sayfa 190]

Çok ağır cezalara çarptırılan Yücelcilerden, üniversite talebesi ve öğretmen olan Şerafettin Ferit Süleyman (Yücelden), Refik Şerif Mehmet (Özer), memur Kemal Rasim İlyas (Günsever), Şefik Ruşit Elmas (Ersoy) ve ağır ceza hâkimi Abdülkerim Ethem İbrahim (Sezer) yirmişer yıla mahkûm edildiler. Profesör Fettah Salih Süleymanpaşiç 15 yıl, Profesör Muzaffer Ahmet Süleyman (Hocaoğlu) 13 yıl, berber Mehmet Şerif Dalip (Ardıcı), bakkal Fazlı Vehbi Şükrü (Kadıoğlu), marangoz Kemal Rıfat Ferhat (Türkan) 12’şer yıl, tüccar Sait Bilal Halil (Emiroğlu) 11 yıl, tüccar Ali Halil Mustafa (Yücel) 10 yıl, öğretmen Ahmet Halil Mustafa (Yücel) 8 yıl hapis cezasına hüküm giydiler.

Birinci grupta tutuklananlar, askeri kamyonlarla, önce Söğütlü Cezaevi’ne, ardından diğer cezaevlerine gönderilmişlerdir. İdam cezasına çarptırılan dört Yücel Teşkilatı mensubu hakkındaki karar 33 gün sonra infaz edildi. 27 Şubat 1948 sabahı, İdrisova Hapishanesi’nden bir kamyona bindirilerek Suşitsa Köyü’ne götürüldüler. Köyün girişinde bir kayanın önünde kurşuna dizilerek infaz edilen bu dört vatansever yiğit genç Müslüman Türk, şehitlik mertebesine ulaştılar. [OÇA’nın İlk Şehitleri, Avni Engüllü]

Şehit Nazmi Ömer’in eşi Hacer Yücel, eşi idama mahkûm edildikten sonra, son defa görüşmeleri için eşinin annesi, babası, altı kardeşi ve üç aylık kızıyla birlikte hapishaneye giderler. Hacer Yücel, o gün yaşananların devamını şöyle anlatıyor: “O, bir taraftaydı. Teller aşırı duruyoruz. İçeri alındıktan sonra sadece o an gördüm. Hepimiz ağlıyoruz. Kızımı göremiyor ki, yüzünü, gözünü. Elinde bir mendil vardı, onu verdi ona. Ağlamayın dedi, ne ağlıyorsunuz öyle. Ben gidiyorum ama sizi arkamdaki (Türkiye”yi kastederek) milyonlarca kız kardeş ve kardeşe emanet ediyorum. Yaşasın Atatürk Türkiye’si, yaşasın Türkiye, dedi. Derken hemen kolundan tutup götürdüler. Bir daha da göremedim. Mezarını da görmedim. Nereye gömüldüğünü bilmiyorum.” [Yücelci Türkler, Aksiyon Dergisi]

Birinci grupta tutuklananların yargılandığı mahkemede iddia makamındaki Savcı Yardımcısı Blagoy Popovski, daha sonraki yıllarda İstanbul Başkonsolosluğuna tayin edildi. Türkiye’ye ve Türklere büyük bir düşmanlık besleyen Popovski, uzun yıllar İstanbul’da çalıştı. Yücel davasının görüldüğü günlerde Adalet Bakanlığı makamında bulunan Pavel Şatef ise bir komiteci idi. Şatef, Sultanhamit dönemindeki Selanik suikastlarından ve birçok badirelerden sonra Todor Aleksandrov ve Makedonya Dâhili İhtilal Komitesi’nin kendisini öldüreceğinden çekinerek, İstanbul’a sığınmıştı. Müslüman Türk gençlerin haksız bir şekilde idam ve hapsedilmesine sessiz kalan Şatef, yine Türklerin şefkat ve himayesine iltica etmişti. Aç kaldığı günlerde İstanbul’da çıkan Son Posta gazetesinin Sofya muhabirliğini yapmış ve yine bu şehirde yayınlanan Deliorman isimli Türk gazetesinin matbaasında birçok gece sabahlamıştı.

Komünist rejim için Yücel meselesi bu mahkûmiyetlerle kapanmadı. Arkasından, Mayıs 1948’de, ikinci grup tutuklamalar gerçekleşti. Bu tutuklamalar sonrasında yapılan duruşmalar neticesinde, yirmi dokuz kişi daha hüküm giydi. Bunlardan Ali Malik Yakup (Erderer) 9 yıla, Hüsameddin Mehmet 7 yıla, öğretmen Münir Süleyman Ali (Eriş), berber İdris Sait Yunus (Tümçelik) ve öğretmen Necati Recep Emin (Çetiner) 5’er yıla, öğretmen Halit Şükrü Halit (Beceren), saraç Halil Sait Yusuf (Yüksel) ve öğretmen Burhanettin Haşim (Öğretmenoğlu) 4,5, terzi Fahrettin İslam Şakir (San) 3,5 yıla, Bekir Salih (Atala) 3 yıl 3 aya, Refik Ali Osman (Kotanca) 3 yıla, mahkûm edildiler.

İkinci grupta yargılananlardan; Zagrep Üniversitesi öğrencisi Mustafa Asım Mehmet (Kaftanoğlu) önce 2 yıla daha sonra ayrı bir celsede 5 yıla, öğretmen Refik Ali Fettah (Günay) 2 yıl 8 aya, Ayrıca bakkal Zikeriya Zülfü Eyüp (Varol), öğretmen Yunus Eyüp Yunus (Hacıyunus), Hakkı Tevfik Baki (Merter) ve öğretmen Mustafa Salih Hurşit 2,5 yıla mahkûm edildiler.

Ayrıca saraç Mehmet Sırrı Liman (Mutluşan), terzi Yusuf Abidin Ali (Aydın), öğretmen Recep Salih Murtaza (Kumbaracı), saraç Şevki Behlül Kerim (Dirikan), marangoz Şükrü Tacettin Ali ve saraç İdris Tevfik Bilal (Yücel) 2’şer yıla, öğretmen Hüseyin İsmail Nezir (Baykal) 1,5 yıla, ilk grupta kurşuna dizilerek şehid edilen Ali Abdurrahman’ın eşi, müzik öğretmeni Didar Ali (Vardar) 1 yıl üç ay, derici Fahrettin Müslim, Fehim Misim Ahmet (Şentürk), Arif Mehmet İbiş (Kuruç) ve Ferhat Ahmet İslam (Günüç) 1 yıla mahkûm edildiler. İkinci grupta mahkûm edilenler, İdrisova Hapishanesi’ne sevk edildiler.

1948 yılının sonuna doğru üçüncü grup tutuklamalar da gerçekleştirildi. Üçüncü grup operasyonu, özellikle sabah saatlerinde, dükkânların açılışından önceye denk getirilmişti. Tutukladıkları şahısları, yaya olarak, dükkânların önünden geçireceklerdi. Komünist rejimin bekçileri, Yücelcilerin kapısını çaldıklarında, aradıkları kişinin giyimi ne halde ise öylece gözaltına aldılar. Mesela, takunyalarla kapıya çıkan Ekrem Ali Sakip (Saraçoğlu), ayakkabılarını giymesine dahi müsaade etmeksizin götürüldü. Tutuklananlardan 18 kişi, Probiştip’teki, Zletovo Kurşun Madenleri’nde çalıştırılmak üzere sürgün cezasına çarptırıldı.

Üçüncü grupta yargılananlardan; Ekrem Ali Sakip (Saraçoğlu), Ramadan Rasim İlyas (Günsever), Raif Rıfat (Sakarya), Hüseyin Mahmut Kamber ve Hüseyin Mustafa İskender (Çelik) 4 ay, Kani Salih Eyüp (Abacıoğlu) ve Emin Buba 3 ay, İlyas Yaşar İlyas (Yaşar), Fahrettin Hasip (Sakarya), Kemal Kazım (Hakimoğlu), Kemal Zülfü Eyüp (Başar), Kemal Şakir, Niyazi Eşref (Eldemir), Abdullah Bilal (Emiroğlu) ve Fahrettin Rıza 2 ay, Şemsi Abbas (Kolçalar), Cevdet Yakup (Nukan) ve Saffet Mahmut 1 ay sürgünde çalıştırma cezasına çarptırıldılar.

Komünist rejim tarafından verilen bu hükümlerin asıl sebebi, elbette, Yücel Teşkilatı üyelerinin suçlu olması değildi. Vatanperver Müslüman Türkleri mahkûm edecek bir suçun var olmadığını, rejim dâhil herkes iyi biliyordu. Fakat rejim için suçun var olması gerekmiyordu. Bu komünist rejimin muhalif herkesin ezilmesi ve sessiz halk yığını üzerinde baskı ve korku rüzgârı estirilmesinden ibaretti. Yücelcilerin ağır cezalara çarptırılmasının bir diğer gerekçesi de, 1947 yılında Sovyet delegesi Vişinski’nin BM Genel Kurulu’nda tam dokuz süren konuşmasına karşı Türkiye’nin BM delegesi Selim Sarper’in yerinde bir cevap vermesiydi. Komünist cephe, Batı demokrasisinin megafonu ve savaş tahrikçisi olarak suçladığı Türkiye’ye, Yugoslavya’daki Müslüman Türkleri cezalandırarak gözdağı vermeyi uygun bulmuştu.

Hugh Poulton, Balkanlar isimli kitabında bu hakikati şu şekilde ifade ediyor: “İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkler, Türkiye ile Batı arasında kurulan dostluk nedeniyle şüpheli kişiler olarak görülmüşlerdir. Ocak 1948’de, 17 Makedonyalı Türk, “Judzel” (Yücel) -gizli terörist/casus örgütü- üyesi oldukları iddiasıyla yargılandı. Mahkeme Makedonya’da pek çok Türk’ü yıldıracak ölçüde büyük yankı uyandırdı ve sonuç olarak 1948 nüfus sayımında pek çok Türk kendisini Arnavut olarak gösterdi.” [Balkanlar, Sayfa 112]

Komünist rejimin gayr-i hukukî mahkemelerinde, “casus” ve “terörist” suçlamalarına maruz kalan Yücel Teşkilatı mensuplarından Profesör Muzaffer Hocaoğlu, bir sohbet esnasında, bu isnatlara şu cevabı veriyordu: “Biz herhangi bir istihbarat servisine hizmet edecek, arada Yunanistan ve Bulgaristan var iken Türkiye ile birleşmenin imkânsızlığını göremeyecek kadar ahmak değildik. Amacımız özellikle ahalinin, yüzde yetmişini bile Türklerin oluşturduğu, Makedonya’nın bazı bölgelerinde Türklere tam eşitliğin verilmesini, toplumun her hücresine katılımın, ahali sayısına orantılı olmasını sağlamaktı. Ancak aleyhte kimsenin ses çıkarmadığı monte edilmiş duruşmada, bize aklımızın bir köşesini bile işgal etmeyen büyük suçlamalar yüklendi.”

Yugoslavya’nın komünist rejimi, Yücel Teşkilatı mensuplarını haksız yere idam ve hapis cezalarına çarptırarak Türkiye’ye gözdağı verirken, daha önce de ifade ettiğimiz üzere, Makedonya Müslüman Türklerinin yaşadığı bu dram karşısında Türkiye Cumhuriyeti’nin o dönemdeki yöneticileri, üç maymunu oynamayı tercih ettiler. Yalnızca devleti idare edenler değil, Türkiye basını da olan bitene sessiz kalmayı tercih etti. Yücel Teşkilatı mensuplarına verilen cezalarla ilgili tek haber, Trakya Postası isimli mahalli bir gazetede yer bulabildi. Gazetenin idamlardan on gün sonra, 9 Mart 1948 tarihinde yaptığı haberde; “Bu haksızlıkları unutmayacağız. Üsküp’te oynanan kanlı dramdan medeniyet utansın!” deniliyordu.

Yücel Teşkilatı Merkez Komite üyelerinden Refik Özer, Türk medyasının tutuklamalar esnasında bir tek satır haber yapmamasına, “Oranın gazeteleri manşet yapıyorlardı. Burada ses yok. Olanlardan Türkiye”nin haberinin olmaması mümkün değil. Neden yazılmadığını bilemiyoruz” sözleriyle sitem ederken, teşkilat mensuplarından Necati Çetiner, Türkiye destek verseydi idamların durdurulabileceğine ve 200 bin Türk”ün göç etmek zorunda kalmayacağına inanıyor. [Yücelci Türkler, Aksiyon Dergisi]

Yücel Teşkilatı mensuplarından Ahmet Yücel ise, İstanbul Kartal’daki dükkânında yapılan bir söyleşide, kendilerine destek vermeyen Türklere şu şekilde sitem ediyor: “Davamızda haklı olduğumuzun bilinmesine rağmen, Yugoslavya’da yaşayan Türkler bizim ardımızda duramadılar. Bu da Balkan savaşlarından bu yana Türk ahalinin sürekli haksızlığa uğramış olmasının sonucu halkın içine güçlü bir endişenin, hatta korkunun da diyebilirim, işlemiş olmasından kaynaklanmıştır. Geniş halk kitleleri dışında, rahatına düşkün, yönetimin elinde kuklalık yapmaktan başka bir işe yaramayan üç-beş aydınımızdansa, bize karşı tavır takınmalarından başka bir şey beklenemezdi.” [Yücel ya da Fırsattan Yararlanmak, Suat Engüllü]

Yugoslavya’nın, Milletlerarası Komünistler Birliği-Kominform’dan ayrılmasının ardından, 29 Kasım 1950 tarihinde çıkarılan bir afla bütün siyasi mahkûmların cezaları yedi yıl indirime uğradı. Ardından 1953 yılında imzalanan Serbest Göç Anlaşması’nın sağladığı imkânlar doğrultusunda, Türkiye’ye büyük bir göç başlattı. 1953-1967 yılları arasında 150-200 bin Müslüman Türk, Türkiye’ye göçtü. Yugoslavya zindanlarındaki mahkûmiyet sürelerini tamamlayan ya da afla serbest bırakılan Yücelcilerin büyük bir kısmı da Türkiye’ye göç etmeyi tercih ettiler. Yücelciler, büyük bir vefa örneği göstererek, anavatana döndükten sonra da şehid edilen arkadaşlarını unutmadılar. 1957 yılından itibaren, her yıl okutulan mevlidler ve tertiplenen toplantılar vesilesiyle, Yücel şehidleri anılıyor. Bir gelenek haline gelen bu asil davranış, halen devam ettiriliyor.

Bu noktaya kadar teşkilatıma gerekçelerini, teşkilat yapısını ve faaliyetlerini anlatmaya çalıştığımız Yücel Teşkilatı’nın tarih sahnesindeki karşılığını şu satırlar özetlemektedir: “Yücel, boş bir hareket değildir. Yücel, Türklerin başına gelecek olanları görenlerin bir teşkilatlanmasıdır. Bütün talihsizliklere rağmen bir başkaldırıya hazırlıktır. Ancak, her ne kadar öyle bir renk verilmek istenmişse bile, terörcü bir teşkilat değildir. Onların aradıkları, Makedonya’da (o zamanın Yugoslavya’sında) Türklerin haklarının savunulmasıdır. Onların bu teşkilatla nereye varmak istediklerini anlamak için, Ohri Çerçeve Anlaşmasını okumak yeterdir. Onların savaşımlarının esası bu belgededir. Bu belgeyse onların kurşuna dizilmelerinden yıllar sonrası varılan bir durumdu. Her ne kadar Türklerin konumu, bu anlaşma ile Makedonlarla Arnavutlara tanınan haklardan uzak kaldıysa bile, Yücelciler, aslında Ohri Çerçeve Anlaşması’na götüren yolda ilk şehitlerdir!” [OÇA’nın ilk şehitleri, Avni Engüllü]

Yücel Teşkilatı ve mensupları hakkında son söz olarak şunu söyleyebiliriz: Şuayb Aziz İshak Efendi ve arkadaşları, hayatları boyunca eğilmeden, inandıkları gibi yaşayarak, davaları için şehit olmaktan geri durmadılar. Allah şahadetlerini kabul eylesin.

Not: Eski Yugoslavya’da, o dönemde, Türkler soyadı kullanmıyorlardı. Bunun yerine kendi isimlerinden sonra baba ve dede isimleriyle anılıyorlardı. Parantez içinde belirtilenler ise Yücelcilerin, Türkiye’ye geldikten sonra kullandıkları soy adlarıdır.

Ayhan DEMİR (muslumanarnavutluk.com)

Kaynaklar

– Balkanlar, Hugh Poulton, Sarmal Yayınevi, İstanbul, Nisan 1993.

– Yücel Teşkilatı, H. Yıldırım Ağanoğlu, Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları, İstanbul, 2006.

– Yugoslavya’da Müslüman Türk’e Büyük Darbe, Altan Deliorman, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1973.

– Yücelciler 1947 / Makedonya’da Müslüman Direnişi, Mehmet Ardıcı, İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.

– Üsküp Kitabı, H. Yıldırım Ağanoğlu, Fide Yayınları, İstanbul, Ocak 2008.

– Yücelciler, Şehadetlerinin 50. Yılı Anısına (1948-1998), Refik Özer, İstanbul 1998.

– İnceleme: Yücel Olayı, Yaşar Aytek, İstanbul Gazetesi, 20 Mart 1974.

– Yugoslavya’dan Sessiz Türk Göçü, Şerafettin Ferit Süleyman (Yücelden), Türk Dünyası Dergisi, Sayı 11, İstanbul, 1998.

– Yücel ya da Fırsattan Yararlanmak, Suat Engüllü, Tan Gazetesi, Priştine, 1 Eylül 1990.

– OÇA’nın İlk Şehitleri, Avni Engüllü, Zaman Makedonya, Üsküp.

– Bir Muamma Olarak Yücel ve Yücelciler, Avni Engüllü, Köprü Kültür, Sanat ve Eğitim Derneği “Yücelciler” Paneli, Üsküp, 03 Mart 2006.

– Yücelci Türkler, Emin Akdağ & Haşim Söylemez, Aksiyon Dergisi Sayı: 479, İstanbul, Şubat 2004.

– Yücelcilere Nasıl Kıydılar, Av. Salih Murat, Köprü Kültür, Sanat ve Eğitim Derneği “Yücelciler” Paneli, Üsküp, 03 Mart 2006.

 

Yazan Editör - Mar 5 2018. Kategori Gündem, Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

5 yorum - “Yücel Teşkilatı ve Şehitleri”

  1. […] (2)    https://ebedbizimdir.com/2018/03/05/yucel-teskilati-ve-sehitleri/ […]

Leave a Reply to  İADE-İ  İTİBAR  BEKLEYEN  YÜCELCİLER « Yeni Çağrı Gazetesi

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.