Kafkasya Üzerine Bir Sohbet
Kafkasya konusu gündeme geldiği zaman genel olarak tarihsel olaylardan bahsediliyor. Burada belirleyici faktör, Kafkas coğrafyasının uzun müddet kapalı kutu Sovyetler Birliği sınırları içerisinden kalmasından kaynaklı. Ancak son 30 yılda çok şey değişti, Kafkasya tarihinde hiç olmadığı kadar dışarıya açılma hazırlığında. Bu da bizlere Kafkasya’nın bugününü ve geleceğini konuşmamız gerektiğini söylüyor. İmam Şamil ve 21 Mayıs 1864 Büyük Kafkas Sürgünü ötesinde Kafkasya’yla ilgili yeni fikir ve düşüncelere ihtiyacımız var.
Mokhmad Akhiyadov ile bu sebeplerden dolayı söyleşi yapmayı teklif ettim, sağ olsun değerli vakitlerini ayırıp kabul ettiler ve ortaya; Akhiyadov’un hayat hikayesini, Kafkasya’nın neresi olduğunu, Türkiye’deki Kafkasya çalışmalarını, Kafkasya’daki gündemi, Kafkasyalıların problemlere karşı geliştirdikleri çözüm arayışlarını, Kafkasya’nın ekonomisini, demografisini, turizm potansiyelini, Türkiye’nin Kafkasya politikasını, Türkiye’deki Kafkasyalıları konuştuğumuz metin ortaya çıktı. İlgililere sunulur.
Sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?
1990’da Çeçenya’da doğdum. 2007 yılında lisans eğitimini almak üzere Türkiye’ye geldim. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümü mezunuyum. İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisansı tamamladım. Halihazırda aynı bölümde doktora yapıyorum. Aynı zamanda İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi’nde (İNSAMER) Rusya ve Kafkasya araştırmacısı görevini yürütüyorum.
Kafkasya neresidir? Çalışmalarınızda orayı bir bütün olarak değerlendirmenizin sebepleri nedir? Gerçekten Kafkasya başlığıyla değerlendirilebilecek kadar orayı bütün yapan neler var?
Genel olarak tanımlamak gerekirse Kafkasya batıda Karadeniz ile başlayıp doğuda Hazar Denizi ile son bulan ve Kafkas sıradağlarının hem kuzeyinde hem güneyinde yer alan bölgeyi kapsamaktadır. Farklı bir ifadeyle günümüzde Kafkasya dendiğinde Rusya Federasyonu’na bağlı yedi özerk cumhuriyet olan Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Kuzey Osetya, İnguşetya, Çeçenya ve Dağıstan ve Güney Kafkasya’da bulunan ve bağımsız devletler olan Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan anlaşılmaktadır.
Ancak burada doğal olarak şu sorular sorulabilir: Peki neden kuzey ve güney diye ayrım yapılıyor? Abhazya ve Güney Osetya gibi bölgeler Kuzey Kafkasya’da mı yoksa Güney Kafkasya’da mı yer alıyor? Kuzey Kafkasya gerçekten sadece söz konusu yedi özerk cumhuriyetten mi ibaret? Güney Kafkasya ise gerçekten Türkiye ve İran topraklarının başladığı sınırda mı son buluyor? Bu ve benzer sorulara vereceğimiz cevaplar, hangi açıdan yaklaştığımıza bağlı olarak birbirinden farklılık gösterecektir. Örneğin günümüzde Kuzey Kafkasya dendiğinde genellikle Rusya Federasyonu’nun sekiz federal bölgesinden biri olan Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi’nde yer alan cumhuriyetler anlaşılmaktadır. Bu etno-kültürel bir yaklaşımdır ve nispeten doğrudur. Zira Kuzey Kafkasya halklarının çoğu söz konusu cumhuriyetlerde yaşamaktadır. Diğer taraftan bu bakış bazı soru işaretleri de bırakmaktadır. Mesela Abhazya ve Güney Osetya bölgeleri nerede yer almaktadır? Bana sorarsanız etno-kültürel olarak hem kuzey hem de güneyde yer almaktadırlar. Nitekim kuzey ve güneyi ayırmak ne kadar doğrudur?
Ayrıca bahis konusu bu etno-kültürel yaklaşım bazı coğrafi gerçeklerin göz ardı edilmelerine neden olmaktadır. Örneğin Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri arasında sayılan Adıgey Cumhuriyeti günümüzde Rusya’nın başka bir idari birimi olan Krasnodar Bölgesi’yle çevrelenmiştir. Peki o zaman Krasnodar Bölgesi neden Kuzey Kafkasya olarak kabul edilmiyor diye sormak gerekir. Bu soruyu daha da genişleterek şunu da soralım. Kafkasya bölgesinin sınırları gerçekten Türkiye ve İran da mı son buluyor? Birçok uzman günümüzde Türkiye sınırları içinde yer alan Kars ve Erzurum gibi bölgeleri Kafkasya’nın birer parçası olarak kabul ediyor. Diğer bir örnek ise günümüzde İran sınırları dahilinde bulunan ve Güney Azerbaycan olarak bilinen bölgedir. Sonuç olarak bütün bunlardan hareketle şunu söyleyebiliriz ne Kuzey Kafkasya ne Güney Kafkasya ne de dünyanın diğer alt bölgeleri birbirinden ayrı dünyalarmış gibi ele alınamazlar. Elde tutulur bir sonuca ulaşmak istiyorsak bölgeyi bir bütün olarak ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Zira Kafkasya halklarından birinin karşılaştığı sorun ve veya ulaştığı başarı her zaman yakın komşularını da olumlu veya olumsuz etkilemektedir. Bunu özellikle tarihte yaşanan gelişmelere baktığımızda açıkça görmekteyiz.
Türkiye’de Kafkasya ile ilgili çalışmalarda genelde tarihsel değerlendirmeler ön plana çıkıyor. Günceli yorumlayan biri olarak bunun sebebini neye bağlarsınız?
Her şeyden önce bunun arkasında yatan en önemli nedenin Türkiye’de yaşayan Kafkasya diasporası olduğunu düşünüyorum. Bunun iyi veya kötü olduğunu söylemiyorum. Hatta bu çok anlaşılır bir durumdur. Zira 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye’ye göç eden ve veya göç etmeye zorlanan ve hep bir gün anavatanlarına dönme hayaliyle yaşayan insanların torunları tabiri caizse dedelerinin özlemini geçmişe dair çeşitli çalışmalar yaparak gidermeye çalışmaktadır. Farklı bir ifadeyle üzerinde doğdukları ancak arkada bırakmak zorunda kaldıkları topraklarında yaşanan tarihi gelişmelere anlam yüklemeye çalışılmaktadır. Dolayısıyla Kafkasya tarihine ilişkin bilimsel çalışma yapanların neredeyse hepsinin Kafkasya kökenli olma durumu bu bağlamda okunmalıdır.
Diğer taraftan şunu da belirtmek gerekir ki tarihsel değerlendirmelerde bulunmak güncel konuları çalışmaktan daha kolaydır. Güncel meseleleri anlamak daha fazla güç sarf etmeyi gerektirir diye düşünüyorum. Zira tarihi doğru anlamadan güncel meselelerin de doğru bir şekilde yorumlanması mümkün değildir. Ayrıca günceli anlamak için sürekli bölgeyle temas halinde olmak ve üstelik Rusça ve yerel dillerden en az birini bilmek gerekir. Tarih çalışmaları ise -her ne kadar tarihçilik arşivle sınırlı kalmasa da- daha çok arşivlerde yürütüldüğü için insanlara daha kolay geliyor olabilir. Farklı bir deyişle bana öyle geliyor ki insanlar tarihçiliğe sığınarak daha zor olanından kaçmaya çalışıyor. Ancak günümüzde Kafkasya’da yaşayan insanlar ve diaspora arasındaki bağlarının güçlendirilmesi hedefleniyorsa güncel konuların daha çok çalışılması şarttır. Bununla birlikte isterse tarih isterse güncel konular olsun yapılan çalışmaların sadece siyasi meselelerle sınırlı kalmaması gerekir. Bu bağlamda sosyo-ekonomik ve kültürel alanlardaki araştırmalara da ağırlık vermek gerekir.
Kafkasya’nın şu an gündemi nedir? Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra yaşanan savaşların ardından, günümüzde Kafkasya’daki en önemli problemleri nasıl sıralayabiliriz?
Günümüzde yaşanan problemleri birkaç başlık altında toplayabiliriz. Birincisi eğitim alanında yaşanan kriz. Kriz kelimesini bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü eğitim alanındaki sorun başlı başına bir sorundur ve ayrıca birazdan sayacağımız diğer sorunları da tetikleyen bir unsurdur. Burada birçok hususu dile getirebiliriz, ancak ben birkaçıyla yetineceğim. Örneğin çocuklar daha ilkokuldan başlayarak ana dilde eğitimden mahrum bırakılmaktadır. Bu bağlamda değinmeden geçemeyeceğim bir gelişme de 2018 yılında yaşanmıştır. Rusya Parlamentosu tarafından kabul edilerek Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından onaylanan ve anadilde eğitimi düzenleyen yasaya göre özerk cumhuriyetlerdeki okullarda ana dil eğitimi zorunlu ders olmaktan çıkarak seçmeli ders haline dönüştürülmüştür. Bu durum insanın kendi kendine “yabancılaşmasına” yol açmaktadır. Neticesinde genç nesil başta olmak üzere insanların büyük bir kısmı duygu ve düşüncelerini ana dillerini Rusça ile karıştırmadan izah edemez hale gelmeye başlamıştır. Resmi işlerde tamamen Rusça’nın kullanılıyor olması Kafkas dillerini ikinci plana itmektedir.
Ancak dil öyle bir olgu ki sadece günlük yaşamda kullanıldıkça var olmaya devam edebilir. Dolayısıyla devlet nasıl bir karar alırsa alsın esas olan Kafkas halklarının kendi ana dillerini günlük hayatta kullanmalarıdır. İnsanlar ana dillerini en azından aile içinde kullanmaya dikkat ederse Kafkas dillerinin yaşamaya devam edeceğine inanıyorum.
Günümüzde Kafkasya’da yaşanan en önemli problemlerden -belki en önemlisi- biri hiç şüphesiz toprak anlaşmazlıklarıdır. Bunlar, sadece Rusya-Gürcistan veya Azerbaycan-Ermenistan gibi bağımsız devletler arasında devam eden anlaşmazlıklarla sınırlı değil aynı zamanda İnguşetya-Kuzey Osetya, Çeçenya-İnguşetya gibi Kuzey Kafkasya’daki özerk cumhuriyetler arasında devam eden toprak anlaşmazlıklarıdır. Sonuncu kategoride saydıklarımız sorunlar Kafkas halklarının kendilerinin bir çözüm üretmedikleri takdirde gelecekte geri döndürülemez krizlere neden olma potansiyelini taşımaktadır. Örneğin, diğer yerlerde aynı durum söz konusu olmasa da İnguş-Oset anlaşmazlığı 1990’ların başında sıcak çatışmalara dönüşmüştür. Bunun tekrarlanmayacağına dair kimse söz veremez. Dolayısıyla Kafkas halklarının, Moskova’dan bir çözüm beklemeden kendilerinin bir arayışta olmaları gerekir. Nitekim söz konusu anlaşmazlıkların Moskova tarafından ortaya çıkarıldığı ve günümüzde Kafkas halklarını birbirine düşürerek onları kontrol etmek için kullanıldığını savunanlar da vardır. Sonuç olarak çözüm Moskova’da değil Vladikavkaz, Magas, Sohum, Şinvali ve Tiflis gibi şehirlerde aranmalıdır.
Peki genel anlamda Kafkasyalılar yaşadıkları sorunlar için bir çözüm arayışına giriyorlar mı? Önerileri var mıdır? Bu çözüm önerilerinde aydınlar, sivil toplum kuruluşları, bürokratlar, kim öne çıkıyor?
Yukarıda saydığımız sorunların devam etmelerine neden olan birçok unsur vardır ve belki en önemlisi Moskova faktörüdür. Moskova, Kafkasya’da cereyan eden sorunlarda doğrudan veya dolaylı bir şekilde yer almaktadır. Bu konumuna bağlı olarak Moskova bahis konusu sorunlarda en belirleyici rolü oynamaktadır. Ancak daha önce de belirttiğim gibi ilk adımın Kafkas halklarının atmaları gerekir. Yoksa sürekli Moskova’yı suçlamak hiçbir sonuca ulaştırmaz.
Tabii ki diğer halklarda olduğu gibi Kafkas halkları da bir çözüm arayışındadır. Örneğin, her ne kadar Moskova özerk cumhuriyetlerdeki anadilleri zayıflatacak adımlar atsa da bazı yerel yönetimler ana dillerini korumak için önemli işler yapmaktadır. Burada Çeçenya iyi bir örnektir. Daha yakın bir zamanda Çeçenceyi özüne uygun olacak bir şekilde geliştirmek için önemli kararlar alınmıştır. Bu ve buna benzer çalışmaları yürütmek üzere eğitim bakanlığı bünyesinde komisyonlar kurulmuştur.
Bahsettiğimiz diğer önemli problemlerden biri toprak anlaşmazlıklarıdır. Kafkasyalılar bu toprak anlaşmazlıklarına bir çözüm üretme konusunda sınıfta kalmıştır. Zira anlaşmazlıkların taraflarından hepsi çözüm arayışlarında ilk başvurdukları yer Kremlin’dir. Kafkasya’daki toprak anlaşmazlıkları konusunda Kremlin’den medet beklemek, tabiri caizse “cellattan af dilemek” gibi bir durumdur. Dolayısıyla anlaşmazlık taraflarının her şeyden önce yapmaları gereken şey kendi aralarında bir çözüm üretmeye çalışmaktır. Yoksa bunun sonu gelmez.
Kafkasya’nın ekonomisini değerlendirmenizi isteyeceğim. İnsanların temel geçim kaynağı nedir? Türkiye’den yatırım var mı? Moskova’nın bölgeyi kalkındırma politikası bulunuyor mu?
Maalesef özellikle Kuzey Kafkasya’nın ekonomisi konusunda olumlu gelişmelerin yaşandığını söyleyemeyiz. Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin bütçeleri neredeyse tamamen Moskova’dan gelen yardıma bağımlıdır. Bütçelerinin en az yüzde 80’i merkezi hükümet katkısından oluşmaktadır. Bu katkıya rağmen Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin ekonomileri büyüyememektedir. İşsizlik ve kişi başına düşen gelir istatistiklerine bakıldığında Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri, Rusya Federasyonu’ndaki 85 federe birim arasında hep son sıralarda yer almaktadır. Bu bağlamda, Kuzey Kafkasya’nın Rusya’da işsizliğin en yüksek olduğu bölge olduğu da belirtilmelidir. Resmi istatistiklere göre, bölgedeki işsizlik ortalama yüzde 11’den fazladır. Bazı cumhuriyetlerde ise bu oran yüzde 25’e kadar çıkmaktadır. Örneğin resmi verilere göre İnguşetya’da işsizlik yüzde 25 ancak orada yaşan insanlar gerçek işsizliğin çok daha yükseklerde seyrettiğini ileri sürmektedir. Bu tür sosyoekonomik problemler Kuzey Kafkasya’nın, Rusya Federasyonu’nda en istikrarsız bölge olmasına neden olmaktadır. Bütün bunların temelinde yatan nedenlerden en önemlisi eğitimden sağlığa kadar her alanda yayılan yolsuzluktur. Maalesef şimdilik buna bir çözüm üretilmiş değildir.
Bir yandan da Kafkasya’daki demografiden bahsetmek gerekecek sanırım. Bölgede artan ve azalan nüfusları nasıl değerlendirirsiniz?
Demografi başlığı altında ele alınması gereken birçok husus vardır ama ben daha çok bölgede yaşanan göç üzerinde durmak istiyorum. Zira Kafkasya’nın demografik yapısını ve sosyoekonomik gelişimini etkileyen en önemli unsurlardan biri, 30 yıldır yaşanan ve gittikçe artan göçlerdir. Örnek vermek gerekirse, 2011 yılında Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nde yapılan bir araştırmaya göre, 30 yaş altı her iki gençten biri bölgeden göç etmek istemektedir. Bunun arkasındaki en temel nedenler ise işsizlik, tarım arazilerinin artan nüfusu beslemeye yetmemesi ve Rusya’nın diğer bölgelerle kıyasla Kafkasya’da iş imkanlarının çok düşük olmasıdır.
Diğer bir örnek Dağıstan’dır. Dağıstan Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi günümüzde de göç vermeye devam etmektedir. Ekonomik gelişme hızı nüfus artış hızına ayak uyduramadığı için, bölgeden göç, 1980’lerden bu yana gittikçe artmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu göçün iki yönlü olduğu belirtilmelidir. Kafkasyalılar hem Rusya’nın diğer bölgelerine hem de Rusya’nın dışına göç etmektedir. Bunun sonucunda Kafkasya dışından yaşayan Kafkasyalıların sayısı gittikçe artmaktadır. Öyle ki Dağıstan dışında Rusya’nın diğer bölgelerinde yaşayan Nogayların sayısı, Dağıstan’da yaşayanlardan bir buçuk kat daha fazladır. Bu bağlamda Tsahurların yüzde 30’u, Lezgilerin yüzde 23’ü, Dargilerin yüzde 20’si Rusya’nın diğer bölgelerinde yaşamaktadır.
Kafkasya’nın dışarıya verdiği göç sadece Kafkas halklarını ilgilendirmemektedir. Aynı zamanda bölgedeki Rus nüfusu hızla azalmaktadır. Bölgedeki etnik Rus oranının azalması belli bir cumhuriyete has bir durum değildir. Sovyet dönemi boyunca Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerine yerleştirilen Rus nüfusu, 1990’lardan itibaren bölgede ortaya çıkan siyasi ve ekonomik istikrarsızlıktan dolayı Rusya’nın diğer bölgelerine göç etmeye başlamıştır. Bu durum özellikle Kuzey Kafkasya’nın doğu kesiminde belirgin hale gelmiştir. Örneğin, 1960’larda Dağıstan nüfusundaki Rusların sayısı 215 bin civarındayken, 2016’ya gelindiğinde bu sayı 90 bine gerilemiştir.
Özetle tüm bu süreç günümüzde hem Rusya’da hem de Rusya’nın dışında yeni bir Kafkas diasporasının oluşmasına neden olmaktadır. Farklı bir deyişle 1990’ların başında başlayıp 2000’lerde hızlanan yeni bir göç dalgası yaşanmaktadır.
Turizm de hiç konuşulmayan diğer bir mesele. Kafkasya’nın turizm açısından sunduğu avantajlar nedir?
Kafkasya gerçekten çok büyük turizm potansiyeline sahip bir bölgedir. Ancak bu sektörün daha yeni yeni gelişmeye başladığını söylememiz lazım. Daha yakın bir zamana kadar bölgenin turizm altyapısı buna müsait değildi. Zira SSCB’nin dağılmasıyla birlikte bölge hem siyasi hem ekonomik istikrarsızlık yaşıyordu. Çeçenya’daki savaşın sona ermesi ve bölgenin nispeten toparlanmaya başlamasıyla turizm altyapısı da gelişmeye başladı.
Kafkasya’nın eşsiz doğaya sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak ben bölgenin “insan zenginliğine” dikkat çekmek istiyorum. Muhtemelen dünyanın başka hiçbir yerinde bu kadar çok dil, kültür, gelenek ve töre çeşitliliği yoktur. Dolayısıyla bu kadar “farklılığın” bu kadar küçük bir yerde bir arada yaşadığını başka hiçbir yerde göremeyiz. Çeçenya’nın hemen yanı başındaki Dağıstan’a gittiğimizde bir açıdan Çeçenlere çok yakın diğer açıdan ise onlardan biraz daha farklı insanları görürüz. Hatta sadece Dağıstan’da onlarca farklı etnisitenin yaşadığını biliyoruz. Aynı şeklide Kuzey Kafkasya’nın batı kesimlerinde Türk kökenli Karaçay-Malkarlılar ile Çerkesler bir arada yaşamaktadır. Bölgenin bu kültürel zenginliği, yeni gelişmeye başlayan turizmi daha da ileriye götürebilecek bir unsurdur. Yeter ki doğru bir şekilde kullanılsın. Güzel doğa belki dünyanın her yerinde vardır ancak Kafkasya’daki kültürel çeşitlilik hiçbir yerde yok.
Türkiye’nin Kafkasya’ya dönük bir politikası var mı? Nasıl değerlendirirsiniz?
Türkiye’nin Kafkasya politikası iki başlık altında ele alınabilir. Birincisi, cumhuriyetin kuruluşundan 1990’lara kadar izlenen Kafkasya politikasıdır. İkincisi ise 2000’lerde geliştirilen politikadır. SSCB döneminde Türkiye aktif bir Kafkasya politika geliştirememiştir. Nitekim dönemin konjonktüründe başka bir şey beklemek mümkün değildi. Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden silinmesiyle Türkiye daha aktif politika izlemeye başlamıştır. Ancak 1990’larda Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan Karabağ sorunuyla Türkiye’nin proaktif politikası da sekteye uğramıştır. 2020 yılına gelindiğinde Türkiye söz konusu sorunda Azerbaycan’a verdiği siyasi desteğe askeri desteği de ekleyerek bölgede önemli aktörlerden biri haline gelmiştir. İkinci Karabağ Savaşı ile birlikte Türkiye yaklaşık 100 yıl sonra tekrar bölgeye dönmüştür.
Bu durum Türkiye’nin Kafkasya politikasının bir kısmıydı. Şimdi ise Türkiye’nin Kuzey Kafkasya cumhuriyetleriyle olan ilişkilerine bakalım. Burada durum biraz farklıdır. Çok önemli sosyokültürel bağları olmasına rağmen, günümüzde Türkiye ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin siyasi ve ekonomik ilişkileri neredeyse sıfır düzeyindedir. Bunun en önemli nedeni, Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerinin dış politika ve dış ekonomik ilişkilerde tamamen Rusya’ya bağımlı olmalarıdır. Son dönemde Türkiye ile Rusya arasındaki iş birliği artmış olsa da bu durumun Kuzey Kafkasya cumhuriyetlerle olan ilişkilere olumlu bir yansıması olmamıştır. Sonuç olarak Türkiye ile Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin, Türk-Rus ilişkilerinden bağımsız okunamayacağı belirtilmelidir.
Türkiye’de yaşayan Kafkasyalıların bölgeye bir etkileri olduğunu düşünüyor musunuz?
Belki çok olumsuz yaklaşıyor gibi olacağım, ancak Türkiye’deki Kafkasyalıların bölge üzerinde hiçbir etkisinin olmadığını düşünüyorum. Tabii ki bunun, bölgeye gidip gelen ve akademik olarak bölgeyi çalışan insanlar gibi istisnaları vardır ama bunlar istisnadır. Bölgede var olmak isteniyorsa, bu daha yoğun çabayı gerektiren bir durumdur. Diğer taraftan buna şöyle bir itiraz gelebilir. Günümüzde Türkiye’de Kafkasyalılar tarafından kurulan onlarca, belki de yüzlerce sivil toplum kuruluşu var denebilir. Evet, doğrudur. Ancak söz konusu sivil toplum kuruluşları daha çok kültür, dans, dil ve kitap okuma gibi faaliyetleri yürütmektedir. Bunlar da güzel çalışmalardır. Ancak sadece diasporayı canlı tutan çalışmalardır.
Bölgede var olmak isteniyorsa ilk önce yapılması gereken şey, bölgenin sadece tarihini çalışmak değil aynı zamanda günümüzde bölgede yaşanan süreçleri doğru analiz etmektir. Bu, profesyonel çalışan akademik ve düşünce kuruşların var olmasını gerektirmektedir. Peki Türkiye’de Kafkasya’yı profesyonel olarak çalışan kaç kurum var? Benim bildiğim kadarıyla doğrudan Kafkasya’yı çalışan hiçbir kurum yok. Sadece bir tane akademik dergi var. “Böyle bir durumda bulunan bizler Kafkasya’yı ne kadar etkileyebiliriz?” sorusuyla bitireyim.
Sohbet: Mokhmad Akhiyadov ve Ajans Kafkas / Yusuf Tunçbilek