Türkiye’ye Çeçen Muhacereti

TÜRKİYE’YE ÇEÇEN MUHÂCERETİ
(1. ve 2. Çeçen-Rus Savaşı sırasında ve sonrasında)
(15/06/2019)

Mehmed Arif DURGUN – 40716028
İstanbul Sabahaddin Zaim Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Tarih – 3. Sınıf

-GİRİŞ
-MÜLÂKÂT YAPILAN ŞAHISLAR
-ÇEÇENİSTAN’IN YAKIN GEÇMİŞİ VE HİCRET’İN SEBEPLERİ’NE DÂİR
-ÇEÇEN MUHÂCİRLERİN AHVÂLİNE DÂİR
-MUHÂCİRLERİN İSTİKBÂL TASAVVURU VE ÇEÇENİSTAN’IN GELECEĞİ DÂİR
-SONSÖZ
-KİTÂBİYÂT
-EKLER:
   1. Ali Yandır ile Mülâkât Metni
   2. İslâm Ahmar ile Mülâkât Metni
   3. Fatih Borz ile Mülâkât Metni

GİRİŞ:

İşbu çalışmada Çeçenistan-Rusya Savaşları (1994-99 / 99-2009) sırasında ve sonrasında Türkiye’ye dönük Çeçen Muhâcereti’ni, tayin ettiğimiz muhâcirlerle yapılan mülâkâtların yanısıra yazılı kaynaklardan istifâde etmek suretiyle anlatmaya çalışacağız.

1864 yılında Çeçen, Abhaz, Karaçay, Adiğelerin ilh. topyekûn kader birliği ettiği Büyük Çerkes Sürgünü ile “Hâlife’nin Ülkesine” hicret ederek jenositten kurtulabilen dedelerimizin yaşadıklarını; dün denilebilecek kadar yakın bir mâzîde Çeçen dindaşlarımız bir kere daha yaşamışlardır. SCCB’nin en kudretli bir zamanında, 1944 yılında topyekûn Sibirya’ya sürülen Çeçen halkı, SSCB’nin yıkılışının akabinde Kafkasya’da yeniden birliği sağlama ve istiklâliyet temin etme düşüncesiyle giriştiği bir dizi siyâsî-ictimâî hamleler, Rusya tarafından –yine- nice kan ve gözyaşı ile bastırılmıştır.

1. (1994-96) ve 2. (1999-2009) Çeçen-Rus savaşları Türkiye’ye yönelik ciddî bir göç hareketliliğine sebebiyet vermiştir. Bu acı yıllarda bir milyon nüfusluk halkının dörtte biri nisbetinde yok edilen Çeçenler ’in kaahir ekseriyeti, -RF bünyesinde devlet terörü estiren mevcut Çeçenistan rejiminin sultası altında yaşayamadıkları için- bugün -başta Türkiye olmak üzere- dünyanın dört bir yanına savrulmuştur.

Aslen “Kafkasyalı” bir öğrenci/araştırmacı olarak Türkiye’de yaklaşık son 10 senedir (savaşın nihâyete ermesiyle) bu trajedinin yeterince hissedilmediğini görmek beni ziyadesiyle üzmektedir. Bu göçmenlerin (muhâcir) ictimâî meselelerini Türkiye’mizde gündemde tutmak en büyük arzumdur. Bu cümleden olarak, işbu Yerel ve Sözlü Tarih Araştırmaları Dersi’mizin final ödevi mevzuunu bu minval üzere tesbit ettik.

Mülâkat yapılan kimselerin evvelâ hayat hikâyeleri dinlenilip hayatlarının “kırılma anları” üzerinde duruldu. Bilâhare; Türkiye’deki Çeçenistan Muhacirleri’nin ictimâî vaziyetleri, Türkler ve Türkiye’li Çeçenler ile Çeçen Muhacirlerin ictimâî münâsebetleri, Çeçen Muhâcirlerin Kadirov rejimine bakışı, Çeçenistan Meselesinde çözüme ulaşılamamasında Çeçenler içerisinde sonradan ihdâs edilen hizipçiliğin tesiri, Çeçenistan’ın ve muhâcirlerin istikbâline dâir fikirleri ilh. hakkında kendilerine sualler yöneltildi.

Biz de bu çalışmamızda; kendileriyle mülâkât yaptığımız muhataplarımıza sorduğumuz sualleri, Onların cevaplarını sözlü kaynak olarak kabul ederek, yazılı kaynakları da kullanmak suretiyle cevaplamaya çalıştık.

Çalışmamızda yer yer iktibas ederek, yer yer de atıfta bulunarak istifâde ettiğimiz mülâkâtların deşifre metinlerini çalışmamızın sonuna “ek” olarak derc ettik.

Mülâkâtların deşifre metinlerinde suâlleri kalın puntoyla, cevaplarda mühim gördüğümüz yerleri de hem kalın hem de italik puntoyla yazdık.

Anahtar Mefhumlar: Çeçenistan, Kuzey Kafkasya, Çeçen, Kafkasyalı, Rusya, Muhâceret, Hicret, Muhâcir, Göç, Sürgün.

Mülâkât Yapılan Şahıslar:

1) Ali Yandır – T.C. vatandaşı | Devlet Memuru
Türkiye’deki en mâruf Çeçen köyü olan Çardak’lı (Kahramanmaraş) olan Yandır, İBB’ye bağlı İsyön A.Ş. Genel Müdürlüğünü yürütmektedir. 1. Çeçen-Rus Savaşı sırasında, merkezi İstanbul’da bulunan ve Çeçenistan’a yönelik yardım faaliyetlerinde bulunan Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesi’nin kurucuları arasında yer almış ve bir dönem başkanlığını da deruhte etmiştir.

2) İslâm Ahmar – T.C. vatandaşı | Üniversite Öğrencisi
2. Çeçen-Rus savaşı sırasında ağabeyini kaybetmiştir. Ankara’ya üniversite okumak için gelmiştir. Diş Hekimliği bölümünü terk edip İstanbul’a İst. Sabahaddin Zaim Üniversitesi’nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde öğrenim görmektedir. 2015 senesinde ailesi Türkiye’ye yerleşmiş olan İslâm Ahmar yakın zamanda evlenmiştir.

3) Fatih Borz – TC vatandaşı | Lise Öğrencisi
2. Savaş yıllarında Azerbaycan’a hicret eden ailesi, 208 yılında oradan Türkiye’ye göçmüştür, savaş yıllarında bir müfreze komutanlığı yapmış olan babasını henüz 8 yaşındayken şehit vermiştir.

Çeçenistan’ın Yakın Geçmişi ve Hicret’in Sebepleri’ne Dâir

1. (1994-1996) ve 2. (1999-2009) Çeçen-Rus savaşları Türkiye’ye yönelik ciddî bir göç hareketliliğine sebebiyet vermiştir.

Günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde yer alan Kuzey Kafkasya’nın – adından da anlaşıldığı üzere- Çeçenler’in “kadîmen” meskûn bulunduğu Çeçenistan bölgesinde SSCB’nin dağılmasıyla birlikte yaşananlar zincirinde son derece trajik hadiseler vukua gelmiştir.

Çeçenler hiçbir zaman Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği ya da Rusya Federasyonu’na gönüllü bir katılım gerçekleştirmemiş; her seferinde bu dahiliyet silah gücüyle zorla olmuştur.

Sovyetler Birliği, yakın dönemde devrilen son imparatorluk olarak tarih karışmıştır. 1991’de SSSCB’nin kendini feshetmesiyle beraber, Sovyetler’in hükümfermâ olduğu pek çok memleket istiklâlini ilan etmiş ve genç Rusya Federasyonu bunların kahir ekseriyetini sîneye çekmiştir.

Ne var ki Kuzey Kafkasya’da özerk bir durumda bulunan¹ Çeçenistan’ın istiklâliyet ilanını asla kabul etmemiş, bu durumun Kuzey Kafkasya halkları nezdinde emsal teşkil edeceğini de düşünerek Çeçenistan ile uzlaşma yolu aramak yerine bu durumu bir harp sebebi saymıştır.

Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti adıyla istiklâlini ilan eden yeni devletin demokratik bir şekilde (seçim yoluyla) ve %90 gibi mutlak bir çoğunluğun desteğiyle Sovyet eski generali olan Çeçen Halk Kongresi Başkanı Cahar Dudayev 1. Devlet başkanı seçilmiştir. Aynı anda parlamento seçimleri de icrâ edilmiştir.²

Birinci Savaşı kazanan Çeçenler’le masaya oturan Ruslar İçkerya Cumhuriyeti’ni resmen tanıyan bir dizi anlaşma imzalamış olmasına rağmen³ Rusya Çeçeçenistan’ı 1999 yılında yeniden işgâl etmiştir. Moskova’da kimler tarafından irtikâb edildiği hâlâ meçhul olan bir dizi bombalama hâdiseleri ve Dağıstan’da Çeçen direnişçiler tarafından gerçekleştirilen askerî operasyonu bahane edilmiştir. İşgalin akabinde Çeçenistan’da yeni bir rejim ve hükümet ibdâ etmiştir. (Çeçenistan Cumhuriyeti – Ahmed Kadirov Hükümeti)

Rusya’nın; birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü devlet başkanlarının hepsini suikast yoluyla şehit ettiği Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti’nin yerinde; bugün Rusya Federasyonu bünyesindeki Çeçenistan Cumhuriyeti ve bu rejimin başında da devlet başkanı sıfatıyla (Ahmed Kadirov’un oğlu) Ramazan Kadirov vardır.

R. Kadirov rejiminin -iş başına geldiğinden bu yana- kendi halkına karşı irtikâb ettiği tedhiş faaliyetlerinin şiddeti sebebiyle, savaş/direniş sonrasında pek çok Çeçen, vatanlarını terk etmiş ve dünyanın dört bir bucağında muhtelif ülkelerde hayatlarını idâme ettirmektedirler.

Muhâcirlerin bir kısmı Birinci Savaş’ın akabinde gelmişlerdir. Bir kısmı İkinci Savaş sırasında, bir kısmı da İkinci Savaş’ın akabinde hicret etmişlerdir.

Birinci Savaş’ın akabinde gelenlerin ekseriyeti yaralı direnişçiler olup burada muhtelif yardım kuruluşlarının desteği ile tedâvi olmuşlardır. İkinci Savaş sırasında gelen muhâcirlerin ekseriyeti kadın ve çocuklardan müteşekkildir.

Kendisiyle mülâkât yaptığımız Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesi⁴ kurucularından olan Ali Yandır, bugün muhâcirlerin Kocaeli’nin Körfez ilçesine bağlı İlimtepe mahallesinde ekseriyet teşkil ettiğini bildirmiştir. Bu muhâcirlerin başlangıçta Beykoz ve Ümraniye’de sığınma mahallerine yerleştirdiklerini sonrasında büyük çoğunluğunun İlimtepe’deki konutlara geçiş yaptığını ifâde etmiştir.

Bazı direnişçiler, beynelmilel harp kâidelerini çiğnemekten çekinmeyerek sivilleri de bombalayan Rusya’nın ve bilâhare Kadirov rejiminin zulmünden ailelerini korumak maksadıyla Onları vatanları dışında bir yere yerleştirmişlerdir. İnguşetya, Dağıstan, Azerbaycan gibi Çeçenistana yakın Kafkasya ülkelerinin yanı sıra Türkiye’ye de bir miktar mültecî ve muhâcir gelmiştir. Bazıları ise Belçika, Hollanda gibi Avrupa memleketlerini tercih etmişlerdir.

Türkiye’ye gelen muhâcirlerin kaahir ekseriyeti Türk milletinden, Anadolu insanından övgüyle bahsedip misâfirperverlikte kendileriyle yarıştıklarını kabul ederler. Kendileriyle mülâkât yaptığımız şahıslara “muhâcir” olarak Türk milletinden, Anadolu müslümanlarından “ensar”ca muâmele görüp görmediklerini sorduk ve aldığımız cevaplar da bizim bu tesbitimizi doğrular vasıftaydı.

İkinci Çeçen-Rus savaşı sonrasında Ramzan Kadirov rejimi zaman içerisinde Çeçenistan’da tek hâkim unsur hâlini almıştır. İçkerya Cumhuriyeti Anayasası gereğince “seçim ortamı oluşamadığından” Kadirov rejimi tarafından şehid edilen Cumhurbaşkanı Abdulhalim Sadullayev’in yerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan Dokku Umarov Cumhurbaşkanlığına getirilmiştir. Umarov, bir müddet sonra Çeçeni İçkerya Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı bir şekilde rejimi feshetmiş ve yerine “Kafkasya Emirliği” adında bir teşkilat kurmuştur. Emirlik de denilen bu teşkilat, sadece Çeçenistan’da değil ilan ettiği diğer Kafkasya “vilâyet”lerinde de faal olacağını beyân etmiştir. Bu teşkilatın ve Umarov’un adının karıştığı bazı karanlık hâdiselerin iç yüzü hâlâ tam mânâsıyla vuzuha kavuşmamıştır. Ne var ki; bu teşkilâtın değil Kafkasya içinde Çeçenistan’da dahî elyevm müşahhas bir fâidesinin mevcut bulunmadığı bir bedahettir. Kafkasya Emirliği adlı oluşumun ilanından sonra gelişen hâdiseler ile İçkerya Cumhuriyeti’ni kimsenin feshetme salâhiyetine hâiz olmadığını ve İçkerya Cumhuriyeti Devleti’nin berdevâm olduğunu vurgulayan bir oluşum da bugün İngiltere’de bulunan, Ahmed Zakayev’in başını çektiği gruptur. A. Zakayev, ÇİC Bakanlar Kurulu Başkanı sıfatıyla sürgünde bir hükümet kurmuş ve mücâdeleyi beynelmilel arenaya çekme gayretinde olmuş ve olmaktadır.

Türkiyeli bir Çeçen olan iş adamı Medet Önlü⁵ “ÇİC Türkiye Fahrî Konsolosu iken Ankara’da bulunan ofisinde iken suikast neticesinde şehid edilmiştir. Tetikçi bulunmuş, yargılanmış ve mahkûm olmuşsa da, azmettiricilerin kimliği tesbit edil(e)memiştir.

Ayrıca İstanbul’da son on senede -çoğunluğu komutan olan- muhâcir direnişçilere yönelik gerçekleştirilen suikast ve infazlar “Çeçen meselesi”nin aslında “Rus sorunu” olduğunu ortaya koymaktadır. Türkiye basınında bu fâil-i meçhul cinâyetler ile konuşulan Çeçen meselesinin bütün yönleriyle ele alınması gerektiğini düşünüyoruz.

Türk matbuâtında Çeçen muhaceretiyle alâkâlı –ister siyâsî, ister ictimâî ciheti olsun- akademik bir çalışmaya rastlamayışımız gerçekten üzücüdür. Hadiselerin Türk medyasında birkaç vaka üzerinden “gün”deme gelmesi ve akabinde unutulması muhâcirleri derinden yaralamaktadır. “Türkiye’ye Çeçen muhacereti”nin geçmişinin, muhâcirlerin sorunlarının ilmen konuşulması, ictimâî tesbit ve tahliller yapılması gerekmektedir.

Çeçen Muhâcirlerin Ahvâline Dâir

Ülkemizdeki Çeçen muhâcirlerin tam sayıları bilinmemektedir. Çeçen-Kafkas Yardımlaşma Komitesi Başkanı Ali Yandır ile yaptığımız mülâkâtta ülkemize bize 2000 kadar Çeçen’in geldiği ifâde edilmişse de bu sayının ikinci savaşın akabinde gelenler ve burada doğan neslin de eklenmesiyle daha da arttığı bir hakîkâttir. Tamamına yakını Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuştur.

Muhâcirlerin savaş sona ermiş olmasına rağmen ülkelerine dönmemelerinin esas ve müşterek sebebi, rejimin kendisidir. Rejim tarafından gelebilecek muhtemel bir tehlikeyi -değil Çeçenistan’da, Türkiye’de bile- hissetmelerinin mümkün olduğunu düşündüklerindendir ki; muhâcirler, rejimin aleyhine konuşmaktan dahî çoğu zaman çekinmektedirler. Kendisiyle mülâkât yaptığımız İslâm Ahmar da, muhâcirlerin kendilerinden çok Çeçenistan’daki akrabaları için endişe ettiklerini ifâde etmiştir.⁶ Ali Yandır’ın ifâdesiyle oradaki insanlar gitmek ya da kalmak arasında bir tercih yapıyorlar ve ona göre davranıyorlar, gidenler oranın mevcut şartlarını istemeyerek de olsa kabul ederek gidiyorlar.⁷ Yandır’ın ifâdesine göre; İlimtepe’de yaşayan muhâcirlere Rejim’den dâvet gelir ve ülkelerine dönmeyi tercih eden bazı muhâcirler vatanlarına avdet ederler. Bu kimselerden bâzılarıyla tanışıklığı olduğunu da söyleyen Yandır’a göre; muhâcirler Çeçenistan’daki mevcut durumu tasvip ettiklerinden dolayı dönmediler; bilâkis oradaki durumdan rahatsızlar fakat muhtemel ki vatan hasreti hissi gâlip geldi. İslâm Ahmar da anavatanlarındaki mevcut rejimin baskıcı siyasetinin daha ehven seyrettiği bir gün, pek çok yaşlının Çeçenistan’a avdet edeceğini söylüyor. Türkiye’deki bazı yaşlı muhâcirlerin, mâhud 1944 Sürgünü’nü de yaşadıklarını, 1957’deki geri dönüş için müsaade çıkmasına değin vatanları dışında yaşadıktan sonra yurtlarına dönebildiklerini hatırlatıp yine bu ümidi taşıdıklarını ifâde ediyor.⁸

Kocaeli-Körfez-İlimtepe’deki yerleştirilen muhâcirlerin bir kısmının ciddî maddî sıkıntılar çektiğini söylemek mümkündür. Yine İstanbul-Başakşehir’deki Çeçen muhâcirler içerisinde de maddî sıkıntılar çekenler mevcuttur. Bu ailelerin tesbiti ve gereken ihtiyâcın karşılanması noktasında Çeçen muhâcirlerin yakın zamanda kurmuş oldukları KAFKAS-DER elini taşın altına koymaktadır. Gelen bağışlar yoluyla muhâcir öğrencilerin okul araç-gereçleri temin edilmekte, bazılarına burs verilmektedir.

Mülâkât yaptığımız kimselerin hepsinden duyduğumuz temel sıkıntılardan birisi dillerini kaybetme korkusuydu. Bu endişeyi hem kendileri için, hem de halkları için taşımaktalar. Kendilerini bu meselede yeterli görmeseler de bunun şuurunda olduklarını ifâde ediyorlar. Ailelerinde dahî Türkçe konuşan Çeçen muhâcirlerin Çeçenceyi muhafaza etmelerinin mümkün olmadığını belirtiyorlar. Ali Yandır bu konuda yakın zamanda bir çalışma içerisinde olduklarını belirtmiştir.

Evlilik meselesinin bu mevzu ile doğrudan alâkalı olduğu fikrinin sadece muhataplarımızca değil muhâcirlerin kaahir ekseriyetince ortak bir kanaat olduğunu tesbit ettik. İ. Ahmar, yine de bazı Çeçen muhâcirlerin gayr-i Çeçen kimselerle evlenmekte olduğunu ve bu durumun Çeçenler arasında hoş karşılanmadığını⁹ ifâde etmiştir. Ahmar, Bu kimselerin yetiştirdiği neslin Çeçen olarak kalmadığı kendi dil ve âdetlerine yabancılaştığını düşünmektedir.

Başta 1864 Büyük Çerkes Sürgünü olmak üzere 19. asır boyunca Türkiye’ye yönelik gerçekleşen sürgün ve göçler ile gelen mütekaddim Kafkasyalıların torunları bugün ortalama 6. neslini idrâk ediyor. Bu neslin ne kadarının “Kafkasyalı” bir Çerkes, bir Çeçen, bir Abhaz olarak kalabildiklerini düşündüğümüzde evlenme meselesindeki bu hassasiyetin küçük halklar için aslında ne derece büyük bir mesele olduğu ortaya çıkmış oluyor.

Muhataplarımızdan sivil toplum çalışmalarının yetersiz olduğuna dâir bir takım tenkidler vârid olmuştur.¹⁰ Bizim de iştirâk ettiğimiz bu tenkidlerin özü, muhâcir Çeçen gençlerine dil, tarih gibi elzem hususların yeteri kadar ele alınmayışıdır. Periyodik aralıklarla düzenlenen kahvaltı programları, Ramazan ayında bir defalığa mahsus iftar programları hâricinde Çeçen muhâcirlerin dil, tarih ve âdetlerini unutmayacağı ve birbirleriyle bu düzlemde kaynaşacakları, müsbet bir “sosyalleşme”nin sağlanacağı bir faaliyetler zincirinin lüzumu hissedilmektedir. Bu işe öncülük edebilecek mütekaddim Kafkasyalı/Çeçen muhâcirler ve Kafkasyalı/Çeçen zenginlerinin daha hassas olması gerekmektedir.

Mülâkât yaptığımız Çeçen muhâcirlerin dikkat çekici bir husus, “Kafkasyalılık” vurgusu yapmış olmalarıdır. Kafkasya’yı birleştiren unsurların çokluğuna dikkat çekerken tarih boyunca Rusya devletinin Kafkasyalı halkları birbirine düşürmek için ellerinden geleni yaptıklarını ifâde etmişlerdir. Ayrıca Kuzey Kafkasya’nın istikbâlinin de Kuzey Kafkasyalı halkların evvelâ ictimâî, sonrasında siyâsî birlikteliği sâyesinde düze çıkabileceğini belirtmişlerdir.¹¹ Bizim de iştirâk ettiğimiz bu hakikate bir sonraki bölümde biraz daha temas edeceğiz.

Muhâcirlerin İstikbâl Tasavvuru ve Çeçenistan’ın Geleceğine Dâir

Her ne kadar savaşın sona ermesinin üzerinden on seneye yakın bir zaman geçmiş olsa da Çeçenistan’dan dış göçler devâm etmektedir. Bu göçlerin bir kısmı Çeçenistan’daki mevcut iktisâdî muvâzenesizliğin doğurduğu sıkıntılardan kurtulmak bir kısmı da rejimin baskıcı politikalarından zarar görmemek için gerçekleşmektedir.

Muhataplarımız Çeçenistan’da gerçekleşen bir takım miting ve yürüyüşlerde rejim lehine olduğu sanılan kalabalıkların aslında rejimden -bir şekilde- zarar görmemek adına meydanları doldurduklarını ifâde ediyorlar. İslâm Ahmar, mezkûr mitinglere iştirak eden akrabalarının varlığından bahisle bu kalabalıklara aldanılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Çeçenistan’da elbette harp ekonomisine göre ehven bir ekonominin varlığından söz edilebilirse de Ahmar’ın da ifade ettiği gibi -sanılanın aksine- iktisâdî olarak büyük bir kalkınmanın gerçekleşmediğini, esnaf tabakasının büyümesine müsaade edilmediği bilinmektedir. Alınan yüksek vergiler halkı bezdirmektedir.

Yüzyıllardır mücâdelesini verdikleri istiklâl mücâdelesinde Çeçenistan’ın ve umum Şimâl-i Kafkasya’nın aydınlık bir sabaha çıkması, Kafkasyalı halkların “birleştirici unsur”lar üzerinde durmaları ve ırkçılık, mikro-milliyetçilik gibi bölücü fikir akımlarından şiddetle kaçınmaları sâyesinde mümkündür.

Nitekim Çeçenistan’ın 2. Cumhurbaşkanı ve son devir mütefekkirlerinden Selimhan Yandarbiyev 1990 senesinde kaleme aldığı bir makalesinde şöyle söylemiştir:

“Ben Kafkasyalıyım. İşte günümüzde herhangi bir Kafkasyalı vatansever mevkii ve siyâsî olarak öncelik vermek durumunda olduğu meseleler, sloganı ve fikrî dayanağı bunlardır. Kafkasyalılık, işte bizim millî kurtuluş davasındaki milliyetimiz budur. Ama ancak Kafkasya’nın kurtuluşundan sonra biz, Azerbaycanlı, Abhaz, Gürcü, Ermenî, Adigeyli, Balkarlı, Kabardin, Karaçaylı, Çerkes, Osetin, Abazin, İnguş, Çeçen ya da Dağıstan halkları olabileceğiz; ya da hiçbir zaman olamayacağız. Kafkasyalılığın tek alternatifi vardır; o da komünist imparatorluğun asimile olmuş, kişiliksiz halk kitlesi olmaktır. Ben tercihimi yaptım: Kafkasyalıyım! ”¹²

Yandarbiyev’in bu makâleyi kaleme aldığı zaman SSCB hâlen ayakta ve komünizm vârid ve vâki idi, şuan SSCB (ve büyük ölçüde komünist nazariye) tarihe karışmış olsa da fikrî ve siyâsî olarak Rusya’ya bağlı, “kişiliksiz halk kitlesi” tesbit ve tehdidi hâlen hâlen devam etmektedir.

Türkiye’deki muhâcir Çeçenlerin tamamı diyebileceğimiz bir kısmı Çeçenistan’da müstakil bir rejim istemektedirler. Bunun için girişilen mücâdele yaşanan iki büyük savaşın mesullerinin Rusya devleti olduğunu düşünmektedirler.

Ali Yandır savaş sırasında Çeçenlerin “savaş suçu” işlemediklerini ama Rusya’nın sivilleri bombalamak suretiyle bu yola çok kereler başvurduğunu belirtiyor. Hatta 1997 senesinde yardım faaliyetleri için Çeçenistan’da bulunduğu sırada, seyahat hâlindeki araç içerisindeyken önlerindeki araca bomba isâbet ettiğini, kendilerinin de son anda kurtulduğunu anlatmış, bir görgü şâhidi olarak Rusya Federasyonu’nun harp kâidelerini rahatlıkla çiğnediğini anlatıyor. İkinci savaşta ağabeyini şehid veren İslâm Ahmar da, yaşanılan savaşın hiçbir zaman Çeçenler tarafından istenilmediğini ama buna mecbur bırakıldıklarını vurguluyor.

Ahmar, yaşanılan iki büyük savaşın tesirinin halkı tarafından hâlen atlatılamadığını belirtiyor. Çeçenistan’ın ileri bir tarihte Kadirov rejiminden kurtulması gerektiğini ama Rusya’yla doğrudan bir savaşa girmekten kaçınılması gerektiğinin altını çiziyor ki biz de bu kanaati paylaşmaktayız. Kuzey Kafkasya’nın ortak bir geçmişi olduğunu, ortak bir geleceği de beraber tayin etmeleri gerektiğini düşünmekteyiz.

Rusya’nın istilâlarının ardından bilhassa İmam Şamil zamanında Gazâvât hareketi ile, Şimâl-i Kafkasya Cumhuriyeti ile kuvveden fiile çıkmış ve kısmen de muvaffak olmuş Birleşik Kafkasya nazariyesi, Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile istiklâlini ilân eden Çeçenistan’ın mücâdelesinde yeniden gündeme gelmiştir. Bu son vetirede Kafkas Halkları Konfederasyonu adlı oluşum, KKC’nin kuruluşuna giden vetîrede Birleşik Kuzey Kafkasya Dağlıları Birliği adlı oluşumu hatırlatmaktadır.

Tarihî tecrübe itibariyle de Çeçenistan-Dağıstan’ın Kuzey Kafkasya’nın istiklâl mücâdelesinde öncü bir rolü olduğu ortadadır.

SONSÖZ

İşbu makâlede mülâkât yaptığımız Çeçen isimlerin bize aktardıklarının ve bu mevzuda temin edebildiğimiz yazılı kaynakların ışığında Türkiye’deki Çeçen muhâcirlerin ictimâî ahvâline dâir tesbit ve tahlillerimizi paylaştık.

Kendilerinden bir buçuk asır önce anavatanlarından sürgün edilerek Osmanlı’ya hicret eden soydaşlarının torunları bugün itibariyle altıncı neslini idrâk etmektedir. Türkiye’de kendilerinden önce oluşan Kafkasya diasporasının bugün kendi dil ve kültürlerine yabancılaştığını gören muhâcirlerin, aynı ictimâî âkıbete dûçar olmalarına mânî olmak adına yapılması gerekenleri muhataplarımıza suâl ettik.

Onların his, fikir ve kanaatlerini; yazılı kaynaklardan edindiğimiz mâlumât ve kendi fikirlerimizle harmanlayarak bu makâlenin kıymetli okuyucularına sunmaya çalıştık.

Ülkemizde milyonlarca Kafkasya kökenli vatandaşımız var iken, târihî bağlar mevcut olmasına rağmen; Kuzey Kafkasya ve Kafkas diasporası hakkındaki ilmî ve akademik çalışmaların bu derecede kifayetsizliğinden dolayı hüznümüzü paylaşır, makâlemizin nâkıs yönleri için Siz kıymetli okuyucularımızdan özür dileriz.

KİTÂBİYÂT :

YANDARBİYEV, Zelimhan, Bağımsızlığın Eşiğinde, İstanbul (Küresel Kitap Yayınları, 2014)

Çalışmayı hazırlarken Çeçenistan’ı ve diâsporayı, dünü ve bugünü daha iyi anlamak adına temin etme fırsatı bulduğumuz, okuyup istifâde ettiğimiz fakat mevzuun odak noktasının dışında kaldığından dolayı çalışma içerisinde doğrudan kullanamadığımız kıymetli yazılı kaynaklardan yalnızca bir kısmının listesi aşağıdadır:

AKINER, Shirin, Sovyet Müslümanları, trcm: Tufan Buzpınar, Ahmet Mutu, İstanbul (İnsan Yayınları, Ocak 1995)
BARLAS, Cafer, Dünü ve Bugünü ile Kafkasya Özgürlük Mücadelesi, 2. Baskı, İstanbul (İnsan Yayınları, 2014)
BASAYEV, Şamil, Savaş ve Barış, İstanbul (Bek Yayıncılık, Mart 2016)
BOLAT, Dr. Mehmet Ali, Çatışma ve Birleşme İkileminde Kuzey Kafkasya, yüksek lisans tezi, 2005 (matbû değildir)
DUDAYEV, Cevher, Özgürlük Kolay Değil İstanbul (Turan Kültür Vakfı Yay. , 1996)
ERKİLET, Alev, Ele Geçirilemeyen Toprak Kuzey Kafkasya, Şeyh Şamil’den Şamil Basayev’e Çeçenistan-Dağıstan Direniş Hareketleri, İstanbul (Büyüyen Ay Yayınları, Mayıs 2015)
RAKHMANOVA, Tania, Putin İmparatorluğunu Sorgulama, trcm: M. Reşat Uzmen, İstanbul (Kültür Sanat Yayınları, Mayıs 2016)
SÖNMEZ, Nail – DOĞBAY, Orhan, Birleşik Kafkasya İdealine Adanan Ömür M. Aydın Turan, İstanbul (Kafkas Vakfı Yayınları, 2018)
Salim bin Salih es-SÜVEYLİM, Hattab’ın Anıları, trcm: Davud Yolcu, Feridun Dinçer, İstanbul (Küresel Kitap Yay. Mart 2016)
YANDARBİYEV, Zelimhan, Çeçenistan –Siyaset ve Gerçeklik- İstanbul (Küresel Kitap Yayınları, 2017)

Çalışmamızda atıfta bulunduğumuz¹³, yâhud fikriyâtımızı oluşturma noktasında doğrudan olmasa da dolaylı yoldan istifâde ettiğimiz mülâkât, makâle ve köşe yazıları ile haber metinlerini ihtivâ eden web sitelerinden bir kısmı aşağıdadır:

Web Siteleri:
www.ajanskafkas.com
www.cerkesya.org
www.dunyabizim.com
www.ebedbizimdir.com
www.kafkasevi.com
www.medeticinadalet.org
www.ickerya.com

Süreli Yayınlar:
Çeçenistan Bülteni Dergisi, Sayı 2, Mart 2007
Çeçenistan Bülteni Dergisi, Sayı 2, Mart 2007

EK 1 : Ali Yandır ile Mülâkât Metni
Ali Yandır – Yerli Çeçen | Devlet Memuru

Öncelikle bize kısaca hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz abi?

Bismillah diye söze başlayalım. 19.03.1962 Kahramanmaraş-Göksun-Çardak nüfusuna kayıtlıyım. İlköğretimi Çardakta, liseyi Kahramanmaraş merkezde, Yüksekokulu Sütçü İmam Üniversitesi İşletme bölümünde bitirdim. Memleketteki kısa tahsil hayatından sonra askere, gittik askerlik dönüşü de İstanbul’a geldik. 1985 yılından beri İstanbul’da değişik firmalarda çalıştım. Bu çalışmalarımızı kısaca özetlemek gerekirse; ilk gelmiş olduğumuzda, bir dış ticaret firmasında muhasebe sorumlusu olduk. Dört-beş yıl orada çalıştım ondan sonra kendi özel muhasebe büromuza açtık. Beş yıl kadar orada çalıştık. Arkasından 1993 yılında -Çeçenistan’dan, Kafkasya’dan gelen atalarımızdan bağlantılar dolayısıyla- Laleli’de bavul ticâreti yapan Çeçenlerle kontak kurmuş olduk ve Laleli’ye bir dükkân açtık. Ondan sonra da muhâceretten gelenlerle gidenlerle haşır neşir olmaya başladık. Onlarla yoğun olarak görüşmemiz böyle başladı.

Kafkas Çeçen Yardım Komitesi’nin hikâyesini bizimle paylaşabilir misiniz? Bu teşkilâtın nasıl kurulduğunu, faaliyetlerini vs. anlatabilir misiz? Komite; resmî kayıtlarda vakıf, dernek ya da platform olarak mı varlığını sürdürüyordu? Bugün “komite”nin bakiyyesi olan derneğiniz faal midir?

Komite’nin kuruluşu… Bildiğiniz gibi; 1994 Kasım-Aralık ayında Ruslar Çeçenistan’ın bağımsızlığını ilan etmesinden hemen sonrasında- işgal ettiler Çeçenistan’ı. Ruslar Çeçenistan’ı işgal edince; Çeçenistan bir anda dünya gündemine oturdu. O anda aldığımız sıcak haberlere göre; Çeçenistan’ın her yerinde sivil-asker demeden herkese saldırılınca, insânî yardım maksadıyla -150 yıl önce diasporaya gelmiş Kafkasyalılar olarak biz- bir araya gelerek âcil bir komite oluşturduk. Komitenin kuruluşu bu şekilde oldu. 1994 Aralık. Savaşın başlamasının hemen akabindeydi.

Normalde bizim dernek faaliyetlerimiz vardı Aksaray’da. Çardaklılar Derneği adı altında. Niye? Çardak Kafkasya’dan gelen Çeçenlerin oturduğu bir bölge, Çardak nâhiyesinin kurmuş olduğu dernek, %100ü Çeçen olan insanlardan oluştuğu için… Fakat Savaş başlayınca derneğin tüzüğünde muhacerette bulunanlara direkt imkanı yoktu. Dolayısıyla kânûnen faaliyet gösterebilmek için Kafkas Çeçen Dayanışma Komitesi adı altında Fazıl Özen, Ali Yandır, Muktedir İlhan olarak biz üç arkadaş, resmî mürâcaat ederek, resmî olarak yardım toplama ve bu toplanan yardımları Çeçenistan’da ihtiyaç sahiplerine ulaştırma adına komiteyi o zaman oluşturduk.

Komitacılıkla karıştırılmasın. Çünkü o zaman bir şikâyette gelmişti “bu arkadaşlar izinsiz para topluyorlar” diye. Ayrı ayrı diğer arkadaşlara da gitmiş. Karakola gittik, karakolu’n âmiri “hayatımda böyle bir şey görmedim şikâyet edilenlerin tamamı burada şikayet eden ortada yok” demişti. Onu hiç unutmuyorum. “Konu ne?” “Sizinle ilgili böyle şikâyet var…” Belgelere bakınca da “tamam kardeşim teşekkür ediyoruz, kusura kalmayın” deyip bizi geri göndermişti. Komite kurulduktan sonra şikayet edildik. Çünkü o zamandan beri bu komite çalışmalarını engellemek maksatlı Rusların sürekli baskısı vardı.

“Türkiye’deki Çeçenler üzerinden mi?”

Türkiye’deki Çeçenleri de kullandılar direkt kendileri de… Biliyorsunuz zaman zaman -tabii çok sonraları ama- Türkiye’de faaliyet gösteren Çeçenistan’dan savaş nedeniyle gelen insanların burada periyodik aralıklarla infazları da söz konusu oldu. Dolayısıyla Rusların Çeçenlerin “peşini bırakmaması” gibi bir durum var. Hâlâ Rusların takibi kesinlikle devam ediyor, bizim üzerimizde herhangi bir şey yok ama oradan gelmiş, kamufle olmuş bir şekilde burada veya dünyanın başka yerlerinde yaşamak durumunda olan insanlar var.

1993’te bir grup Çeçen öğrenci Türkiye’ye tahsile gelmişler, o gelenlerin içerisinde şu anda eşimiz olan hanımefendi de bulunuyordu, sonrasında tanışıp evlendik, 3 tane çocuğumuz var, Allah hayırlı uzun ömür versin cümle insanlara. RF vatandaşıydı Türk vatandaşı oldu. Hanım da Rusya Federasyonu’na bağlı Çeçenistan bölgesinden olduğu için bu bölgeyi çok iyi tanıma ve değerlendirme şansımız oluyor.

Biz komite olarak; hem nakdî yardım, hem de aynî yardımlarda bulunduk. Burada okuyan öğrencilerin, aileleriyle bağlarını koparmış çocukların, tahsil hayatlarını devam ettirebilmeleri için Onlara da destek olduk. Ayrıca savaş döneminde mağdur olmuş, evi barkı yıkılmış Türkiye’ye sığınmak durumunda olan mülteciler de var. Onların burada kalacak yerleri mevzuunda -imkânlar dâhilinde- bu mevzularla ilgilendik. Ayrıca Savaş dönemde yaralanmış gazi ve tedavi olması gereken insanların tedavileriyle de ilgilendik. Böyle farklı farklı kaç tane konuyla mecburen elimizden geldiği kadar ilgilendik.

1995 yılı mayıs ayında ilk defa kurban kampanyası düzenlemiştik. Fâzıl Özen o zaman komitede başkanımızdı, O’nunla Çeçenistan’da kesilmek üzere kurban kampanyasıyla ilgili yardımları da alarak Çeçenistan’a gittik. Çeçenistan’da rahmetli Dudayev’le görüşme fırsatımız olmuştu, Aslan Maskhadov ve Şamil Basayev ile de görüşmüştük. O zaman mücadele ilk başlangıcı ve çok yoğun olduğu bir dönemde doğrusunu isterseniz orada gördüğümüz manzara yaşanan olaylar -24 25 sene olmuş- bugünkü gibi hafızamda. Çünkü bir yerden bir yere gitmek istediğimiz zaman Çeçenistan’da hareket eden her vâsıtayı Ruslar anında haber alıp bombalıyorlardı. böyle bir iki defa da ecel bitmediği için olaylarda hayatımızı kurtardık ki… Mesela arabayla gidiyoruz 250 metre önümüzde bir kamyonet gidiyor kamyoneti bombaladılar Biz kurtulmuş olduk bizi bomba bombalayabilirlerdi, hareket eden her şeyi böyle bombalıyorlar Rus uçağı sesi geldiğinde kapıları açtığınız gibi ormana konuşuyorsunuz ki aracı bombalarlarsa canını kurtarmak üzere…

17 tane yerleşim bölgesinde Oraların imamının ve ona yardım edecek bir arkadaşı çağırarak kurban kesmeye gücü olmayanlara kurbanların bedelini vererek “biz tekrar da döneceğiz dönerken de ne kadar kesilmiş göreceğiz” dedik. Aslında biraz da onların yapacağını belgelerini istemek açısından böyle yapmıştık. Tabii geri dönüp kontrol etmek imkânı yoktu, savaş döneminde. Sayısını şimdi yanlış ifade etmemek için söylemiyorum. Ama güzel bir buna kurban kampanyası yürütmüştük. Ayrıca aynı yardım noktasında 3 tane tırla o zaman Dağıstan Mahaçkale önünde bekleyen kamyonlar var. Orada Ruslar problem yapmışlar. Allah rahmet eylesin Dağıstan’ın ileri gelenlerinden Nadir Haçulayev diye bir kardeşimizin desteğiyle – Nâdir Haçulayev sonraları Moskova’da öldürülmüştü- bu üç tırın gümrükten kurtulmasını ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasını sağladık. Tırlar önceden gitmişti. Mahaçkale gümrüğünde bekliyorlardı. Biz Azerbaycan üzerinden daha sonra geçmiştik.

Komite’yi kurduğumuz diğer iki arkadaş Çeçen’di. Daha sonra Sivas’tan bir arkadaş katıldı. Bunun dışında tüm çalışmalarımıza katılan Adiğe Ubıh vs. Kafkasya’nın tamamından muhacir olan takribi 17-18 kişi sürekli bu çalışmalara katılan bir ekibimiz vardı, Allah razı olsun. Bunun dışında Türkler de orada bir cihat olduğu için bize elinden ne geliyorsa destek verdiler. Gönülden destekleyenlerin tümünden Allah razı olsun.

Çeçenistan’a yardım faaliyetleri için gittiğinizde şâhid olduklarınızı bize aktarabilir misiniz? O zaman Sizi nasıl bir Caharkale karşılamıştı, bugünün Grozni’si ile karşılaştırabilir misiniz?

Çeçenistan’a üç kere gittik. 1995’te 96’da 97de gittik. İlk gittiğimizde zaten -demin de ifade ettiğim gibi- kurban kampanyası çerçevesinde gitmiştik. O zaman Vedeno şehri merkezdi. Şamil Basayev’in de doğup büyüdüğü, yaşadığı şehir… Grozni’den çıkılmıştı, Ruslar Grozni’yi işgal ettikleri için. ilk gittiğimizde konuşlanma yeri Vedeno’ydu. Daha sonra biliyorsunuz; Grozni’yi tekrar ele geçirdiler tekrar bürosundan çıktılar takribi 2 yıllık bir sıcak savaş devam etti. Doğrusunu istersen ilk savaş başladığında haberlerde de görülebilir; Rus Genelkurmay Başkanı “2 saatin içerisinde Çeçenistan’ı halledeceğiz, işi bitireceğiz” diye Çeçenistan’a girdiler ama 2 yıl sonra -Allah’ın keremine şükür- arkalarına bakmadan gitmek zorunda kalmışlardı. Tabii Ruslar orayı öyle bırakmadılar 2 yıl sonra gittiler Ama bu sefer Çeçenistan’da iç karışıklar çıkarttılar, nasıl başlattılar? Savaş dolayısıyla ekonomi berbat olmuş, dış dünyadan yardım için kimse gelmiyor, dökme suyla değirmen dönmüyor Çeçenistan’ın en büyük geçim kaynaklarından bir tanesi petrol petrol noktasında birbirine düşürdüler. Bunun yanı sıra insanlara adam kaçırtıp, sonra o kaçırılan adamın bedelini ilk kendileri vererek insan kaçaklığını ortaya(!) çıkardılar. Buna da bizim insanlarımız biraz meyilli doğrusunu isterseniz. O şekilde duyulmaya başladı; üç, beş, on beş… Sonra Çeçenistan’a yardım etmekten gitmekten imtinâ etmeye başladı insanlar. Ruslar bunu bilerek yaptılar. Sonrasında zaten tekrar kendileri geldiler.

İnguşlar’ın o dönemki tavrı konusunda ne dersiniz?

Tabi ilk bakışta o dönemde İnguşlar Çeçenleri satmış gibi görünüyor ama Çeçenistan tamamen çepeçevre Rusya Federasyonu hudutları içerisinde bir bölge olduğu için İnguşetya veya Dağıstan’ın halklarının da Müslüman olması dolayısıyla Çeçen yaralıların sığınma imkânı oldu. Sanki “ayrıldı, kötü oldu” derken içerideki insanların en azından canlarını muhafaza edebilecekleri, sığınabilecekleri artı bir kapı, bir alternatif kapı oldu hem Dağıstan hem de İnguşetya. O şekliyle bakmak bence daha doğru. İnguşlar da –biliyorsunuz- Türkiye’deki Zaza ve Kürtler’in arasındaki fark gibi bir fark var. Dil olarak da, aksan farkı, açıkça anlaşabiliyor. Onların da halklarının %99 Müslüman , Çeçenler de aynı şekilde. Zaten esas asgarî müşterek, tamamının Müslüman olması. Dolayısıyla o bölgede onların ayrılmış olması eksi gibi görünürken ben artılarının daha fazla olduğunu düşünüyorum.
Biz ilk gittiğimizde değişik bölgelerde gezme imkânımız oldu. “Hayâlet şehir” deriz ya… Ben tam olarak öyle ifâde edebiliyorum. Gece olsun gündüz olsun tek başına gezmekten korkacağınız… Tamamen harabe… Yerle bir olmuş ondan sonra da yakılmış. Bir yeri terk ederken “bırakıp da kaçtı” değil de sanki burada yaşam şansı sıfıra indiği için terk edilmiş bir bölge gibi görmüştük. Tabi daha sonrasıyla, şimdiyle kıyaslamak mümkün değil, olmaz. Şimdi Ruslar bu yeni yönetime her türlü desteği verdiler. O desteği vererek onların ayakta durmasını ve kendi hâkimiyetlerini devam ettirmeleri açısında ekonomik olarak her türlü desteği verdiler. Şimdi televizyondan, yazılı ve görsel basından görüyoruz, arada Kaf dağı kadar fark olmuş, hayat tekrar devam etmeye başlamış.

Çeçenistan petrolleri meselesi ve Dudayev’in bu mesele meyânındaki sözleri hakkında ne söylemek istersiniz?

Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımamaktaki ısrar etmelerinin esas sebebi, kanaatimce, Çeçenistan’daki petrol rezervleri değil. Çünkü dünya petrol rezervlerinin, yanılmıyorsam bende olan bilgiye göre %37 civarındadır. Çeçenistan’daki petrol oranı cüz’îdir.

Eğer halkın %100’ü Müslüman olan Çeçenistan’ın bağımsızlığı gerçekleşseydi; hemen bitişinde Dağıstan var, ve Dağıstan’da da İslâmiyet oldukça hâkim. Arkasından da Türkî cumhuriyetler var. Her biri bağımsızlığını îlân edeceklerdi. Ve belki bir sonraki adımda SSCB gibi Rusya Federasyonu’nun da dağılması gerçekleşecekti. Esas bu sebeple Çeçenistan’daki bağımsızlığı kanla boğdular. Oranın halkının Müslüman oluşu ve bağımsız bir İslâm ülkesi kuruluşu… Dağıstan’ın bitişiği de biliyorsunuz Âzerbaycan. Biz de Âzerbaycan’la hududuz. Dolayısıyla fiziksel olarak baktığımız zaman Âzerbaycan, Dağıstan ve Çeçenistan Rusya’ya sınır. Siyâseten bakarsak; halkı İslâm olan bölgeyle Rusya sınır olacaktı, şimdi Âzerbaycan’la kaldı maalesef. Çeçenistan’ın bağımsızlığı Kuzey Kafkasya halklarının hepsini de kotarır. Bir bölge kurtuldu mu, aynı Şeyh Şâmil zamanındaki gibi diğerleri de müdâhil olup destek vereceklerdir.

Ramzan Kadirov’un babası Ahmed Kadirov da biliyorsunuz Rahmetli Dudayev’le birlikte bağımsızlık mücâdelesine katılanlardan. Tâki Aslan Mashadov döneminde ilk defa Ruslarla işbirliği yaptığı ortaya çıktı veya işbirliği yapmaya başladı. Ve ayrıldılar. Daha sonra Çeçenistan’ı kendi iradelerine alabildiler. Çeçenistan baş müftüsüydü. Türkiye’ye de geldi. 95 yılında, Beşiktaş Stadyumu’nda İstanbul’un kurtuluşu dolayısıyla kutlamalar yapılırken -rahmetli Erbakan hocamın organizasyonuydu- Çeçenistan Müftüsü olarak gelmişti, hatta tercümanlığını da ben yapmıştım. Böyle Türkiye’nin çeşitli yerlerini de dolaştık. Fakat sonra kader yollarınızı ayırıyor, hiç bilemiyorsunuz. Belki o zamanda Ruslarla işbirliği hâlindeydi; bizim bilgimiz dışındaydı. Allah son nefesimizde kendi rızâsı doğrultusunda yaşayıp canını teslim edenlerden eylesin. Dudayev mezardan kalksa, baksa birilerinin yüzüne tükürürdü.

Türkiye’de Çeçen Muhacirlerin nüfusu takriben ne kadardır? Muhacirlerin hepsi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mıdır? Türkiye’deki Çeçenistanlı Çeçenlerin ictimâî ahvâline dâir bize mâlumât verir misiniz?

Doğrusunu isterseniz; Türkiye’ye çok fazla insan gelmedi. En fazla 1500 – 2000 kişi oldu. Sonra doğanlarla 2000-2500 kişi olmuştur. Mültecî olarak daha çok Âzerbaycan’a giden oldu. Avrupa’ya gidenler var. Norveç’e, ağırlıklı giden var, Belçika’ya Avusturya’ya var. Avrupa’da direkt maaş bağlanıyor, geçim daha rahattı. Türkiye’ye direkt uçuş da yoktu. Buraya gelenler uzun uğraşlardan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı oldu; %99’u. Buraya yerleştiler artık. Başlangıçta Beykoz’da, Fenerbahçe’deki Devlet Demir Yolları’nın kampında ve Ümraniye’de bir caminin altına sığınma yeri olarak yerleştirmiştik. Şimdi onların büyük çoğunluğu İlimtepe’ye yerleştiler, orada geçinmeye çalışıyorlar.

Bizim kamp dediğimiz bölgelerde olanlar ağırlıklı maddî imkânı olmayanlardı. Maddî imkânı olanları sadece olduklarını bildik. Emniyetle, sağlıkla vs. ilgili herhangi bir problemi, bir tercümanlık işi olursa geldiler. Onun dışında kendi imkânları olduğu için ev tutup burada ikâmetlerini devâm ettirdiler. Onlar, mültecîlerin kaldığı yerlerde kalmadılar.

Yeni yönetim İlimtepe’deki insanları davet etti. Gidenler de oldu, tanıdığımız insanlardan gidenler de oldu, ama gitmemekte ısrar edip burada kalanlar da oldu.

Çeçen muhacirlerin Çeçenistan’daki mevcut rejime bakışları nasıldır, aralarında muhalefet noktasında bir müştereklik var mıdır?

Demin dedik ya; bir kısmı döndü, dönmeyenler kaldı. Bunlar niye kaldı? Savaş döneminde safını belli etmiş, mücadelenin içinde bizzat bulunmuş veya ailesinden birçok insan orada öldürülmüş. Bu yüzden Çeçenistan’a gitmeyi istemiyorlar; güvenmiyorlar da. Bana göre haklılar da; empati yaparak hareket edersek. Şu anda güç Ruslarla birlikte hareket eden Çeçenlerde ve Ruslarda. Dolayısıyla sıcak temas eden insanların çocukları ya da kendileri oraya gitmemek de bana göre haklar. Çünkü hayat çok önemli ve devam etmesi gerekiyor. Bir gece ansızın kafasına kurşun sıkılmasını kimse arzu etmez. Onun içinde gitmemekte ısrar ediyorlar.

Fikir birlikteliği var mı? Fikir birlikteliği yok. Demin ifâde ettik yâ; Çeçenistan’da Grozni’de gerçekten çok güzel ekonomik yatırımlar var. “Eski dönem yok, yeni dönem var. Eski dönemi unutalım, barış içinde yaşayalım” çağrıları da devam ediyor mevcut yönetimin ve bu çağrılara savaş zamanında şu veya bu sebeple dışarı giden insanlardan olumlu cevap verenler, dönüş yapanlar da oluyor.

Biz şimdi uzaktayız diye “tu kaka” demeden hareket etmek lâzım, resmi olduğu gibi çizmek lâzım. Çeçenistan’da olsaydık biz ne yapardık? Buradaki gibi rahat konuşabilir miydik, elbette konuşamazdık, realiteyi kabul etmek lâzım. Oradaki insanlar mevcut rejimle barışık olmak zorundalar, Orada yaşamak istiyorlarsa. Yani onlara tabi olup orada yaşayacaklar ya da gitmeden burada duracaklar. İkisinden birini tercih edecekler ve öyle yapıyorlar. Gitmeyenler kendi aralarında tam bir fikir birlikteliği olmasa bile oradakilere karşı fikir birlikteliği var. Onların Ruslarla birlikte hareket ettiğini, kendilerine göre davayı sattıklarını düşünüyorlar. Bunda da bana göre haklılar. Çünkü Putin’in söylemiyle hareket eden bir devlet başkanı. Demin de belirttiğim gibi; öyle hareket etmesi doğrudur yanlıştır o tartışılır; etmezse nasıl kendi hayatiyetini devam ettirecek? Bizim siyasi görüş ve fikrimize göre doğru olmayan bir yanlış ama onun zaviyesinden bakarsak da başka şansı yok.

Bir de bizim Çeçenler… Gerçekten yapı olarak ve Kafkas toplumu olarak, kolay söz dinleyen bir yapımız da yok. Şimdi Kadirov’a her türlü şeyi söyleyelim ama adam bir yanlış gördüğünde kanla boğuyor orayı. Bizim anlayışımıza göre böyle olmamalı ama adamın başka türlü de yaptırım gücü yok. Dolayısıyla dedim ya; bizim ilk gittiğimizde adam kaçırma olan, kapıyı açık bırakma imkânı olmayan yerlerde şimdi duyuyoruz; tüm Rusya’nın en güvenli bölgesi olarak Çeçenistan’ın ilan etmişler, şaşırıyorum. Diyor ki; herhangi bir şey olduğunda Kadirov hükümeti duruma öyle bir hâkim olmuşlar ki kimse kimseye onların istediği dışında bir şey yapamıyor. Dolayısıyla orada belli bir disiplin kurmuşlar bu fikrimi davranış şekli de milletin yanlış yapmamasını sağlıyor Bir taraftan da yani nasip etmediği evin 12 pin hâkimiyetini getirmişler böyle enteresan bir durum. Yani “buranın komutanı benim, benim yaptığım meşrûdur, onun dışında kimseyi tanımam” diye kanla boğuyor.

Sizce İlimtepe’den Çeçenistan’a dönen kimselerle Kadirov’un dünya görüşü bir mi?

Şöyle düşünelim: Geçmişteki Libya lideri Kaddâfî’ye, Irak’taki Saddam’a benzetiyorum. Ne yapıyorlardı onlar? Dediğim dedik çaldığım düdük. Geleneksel olarak, Şeyh Şâmil dâhil, Dudayev, Şâmil Basayev, Aslan Maskhadov’un -ılımlı denilen, Rus askerleri dışında kimseye, sivillere de dokunulmaması fikrinde olan- kimselerin bile isimlerinin şu anda Çeçenistan’da anılması çok zor. Bu da somut bir gösterge. Demek ki geçmişi silmiş. Demek ki şahsı ve çevresinin geleceği için Ruslarla işbirliği yapmak zorunda olduğunu görüyor. Kanaatimce de Rus desteği olmadan Kadirov’un Çeçenistan’da bir aylık ömrü yok. Dolayısıyla ekonomik olarak Rusların işgali altında. Oraya gidenlerin içinde benim tanıdıklarım da var. Kadirov’un hâkimiyetini, hükümranlığını gönülden arzu etmediklerini ben kesinlikle biliyorum ama yapabilecek bir şey yok.

Bir Çeçen’in, Dudayev’e Kadirov’la beraber muhabbet duyması mümkündür?

Mümkün olmaz hiçbir zaman. Çünkü ikisinin Ruslarla ilgili çok farklı söylemleri var. Şimdi diyorsun Kadirov diyor ki; “Putin barışçı.” Söyleyince aklıma geldi; Dudayev’in ünlü bir sözü var: “Ruslarla yaptığınız anlaşmanın değeri o anlaşmanın imzalandığı kağıt kadardır.” Bu ne demek? Kâğıdın ekonomik değeri neyse, anlaşma da odur Ruslar için. Gücünüz yoksa… Ama gücünüz varsa çivi çiviyi söker mantığıyla direnme imkânınız varsa o anlaşmanın şartlarını kabul ederler, etmek durumunda kalırlar. İkisinin arasında böyle bir kıyaslama yapınca ne kadar fark olduğunu görüyorsunuz.

Çeçenler arasında sonradan ihdâs olunan ve halkı ayıran bir unsur olarak ortaya çıkan hizipçilik hakkında -umûmî olarak- ne söylemek istersiniz? 1991 senesindeki seçimlerde %90’ın üzerinde bir oy olan Dudayev, koca halkı millî mücâdele uğruna arkasından sürükleyebilmiş iken, bugün Çeçen halkı nasıl böyle birbirinden korkar ve birbirine silah sıkabilir hâle gelinmiştir?

Ben savaş ilk çıktığında karşılaştırma açısından şöyle söylerdim: İnsanlar Rusya’yı duyuyorlar, Kızılordu’yu herkes biliyor. “Kızılordu ile savaşan bir orduysa bunlar da ne kadar güçlüdür?” Hâlbuki bizim Kayseri ilimizi bilirsiniz. Fizîken de nüfus olarak da Çeçenistan Kayseri ilimize muadildir. Şimdi Kayseri ilinin Türkiye ile savaştığını düşünün; ne kadar sürer? Kaç gün, kaç ay, kaç yıl, devam edebilir. Sonucunda Türkiye’nin yenildiğini ve geri çekildiğini düşünün. Top-tüfek Türkiye’de var, Kayseri’de yok. Bir de Kayseri ilinin Rusya’yla savaştığını düşünün. Böyle bir savaştan bahsediyoruz işte…

Rahmetli Dudayev, “canlı bir Çeçen olduğu sürece burayı gelip alamayacaklar” demişti. Allah’ın izniyle insanlar azim ve gayretle Ruslarla bir mücadeleye içerisinde oldular ve samimi oldukları için Allah’ın yardımı da geldi ve sonuçta Ruslar oradan gitti. Fakat daha sonra -değindiğiniz gibi- Ruslar baktılar ki, Çeçenler yekvücut. “Bunlar yekvücut olduğu müddetçe, cihad ruhuyla hareket ettikleri müddetçe biz bunları yenemeyiz buraya da giremeyiz” ve geri çekildiler. Çekildikleri andan itibaren hizipçiliği çıkarttılar. Ekonomik menfaatleri kullandılar. Çeçenistan’da bulunan farklı liderleri ayrı ayrı destekleyerek onları parçalama yoluna gittiler.

Hizipçilik yapacak çok fazla insan da yok, doğrusunu isterseniz. Biliyorsunuz, 1991’de hem bağımsızlık ilanı oldu, hem de Dudayev ilk seçimlerde halkın %100’e yakının desteğiyle cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonra Aslan Maskhadov -o zaman Selimhan Yandarbiyev de, Şâmil Basayev de, Mevlüd Udugov da adaydılar.- %70’in üzerinde bir oranla cumhurbaşkanı seçildi. Ruslar O’nu da tanımadılar. Yani Çeçenistan’ı kanla boğdular, lider kısmının da büyük bir çoğunluğunu suikast yoluyla ortadan kaldırarak Çeçenistan’a hâkim oldular.

“Kafkasyalı’lık” mefhumu hakkında ne düşünüyorsunuz? Şehid Dudayev’in Kafkasya’yı rötuşlu/tedrîcî bir şekilde Kafkasya Federasyonu’na hazırladığı ve buna yönelik bir takım siyâsî hamleler yaptığını biliyoruz. 1992 Abhazya-Gürcistan muharebeleri sırasında Basayev’i Abhazya’ya göndermesi gibi. O’nun ekibinde Adiğeler de vardı. KHK ismi ve tarihî KKC bayrağı altında mücâdele etmişlerdi. Rusya’nın tarih boyunca böl-parçala-yönet siyasetine cevaben, yine tarihten ilhamla Birleşik Kafkasya’nın hedef ittihaz edilmesi gerekmiyor mu? Her Kafkasyalı halk kendisini “Kafkasyalı”lık potasında eritmesi tarihî gerçeklerle de bağdaş mıyor mu? Gazâvât-Müridizm ve KKC mücâdeleleri örneğinde olduğu gibi…

Dudayev -biliyorsunuz- asker kökenliydi. Basit bir şekilde bakınca bile, oradaki bağımsızlığın devam edebilmesi için bir çiçekle yaz gelmez misali Çeçenistan, Dağıtan, İnguşetya, Kabartay bölgesi’nin tamamının -özellikle halkının Müslüman olan bölgenin- birlikte hareket etmesi gerektiği zaten âşikâr. Dudayev de asker kökenli olması dolayısıyla bu işin sürdürülebilmesinin böyle olduğunu biliyordu.

Rusya Duması’nda, içerisinde Kafkasya Kabartay bölgesinden başkan vekili olduğunu hatırladığım bir kimse ile –Kalmuk Yura¹⁴ ile- görüşmeler yaptığını biliyoruz. “Dudayev savaş istiyor” anlayışı kesinlikle doğru değil. Genelde Ruslar’ın medyayı çok iyi kullanmasıyla, bazı Çeçenlerin de âlet olmasıyla; Dudayev’i sanki donkişotvârî hareket ediyormuş gibi gösterme çabaları mevcut. Dudayev’in Ruslara karşı saldırganlığı söz konusu değil tam tersine -yanılmıyorsam- Tataristan benzeri bir özerkliği kabul etmeyi de dünden razı olmasına rağmen Ruslar Çeçenistan’ı RF seçimleri için kendi iç politika malzemesi yaptılar ve Çeçenistan’a saldırdılar. Çeçenler de -olması gerektiği gibi- savunma yaptılar. Duma’daki arkadaşın -Yeltsinle hukukundan dolayı- Dudayev’e söz verdiğini biliyoruz. Yeltsin’le bu işin savaşa gitmeden çözülmesini sağlamak için görüşmüş fakat Tataristan benzeri bir özerkliği dahî kabul ettirememiştir ve bunun sonucunda istifâ da etmiştir.

Cevher Dudayev’in şehadetine sebep olan uydu telefonu ile alakalı Türk basınında çok şeyler yazılıp çizildi. Bunlardan bir tanesi de bu telefonun “Komite” tarafından kendisine tevdi edildiği idi. Bunun hakkında ne söylemek istersiniz?

Bu da tamamen Türkiye’deki insanî ve islâmî destek ve yardımları sanki ihanet içerisinde imiş gibi göstermek için yapılmış bir operasyondur, bir tezgahtır.

1997’de Bülent Yıldırımla gitmiştik Çeçenistan’a. Bize maddi ve manevi her türlü desteği veren bir arkadaşımız. başında olduğu kurum -İHH- da öyle.

Telefon konusuna gelince; o zaman bu gibi teknoloji yok, cep telefonları yoğun değil. uydu telefonları var o uydu telefonları oraya gönderilebiliyordu. Ki 1995 Ocak’ta – yanılmıyorsam- biz komite vâsıtasıyla oraya telefon gönderdik, doğrudur. Daha sonra -ayrı ayrı- bu cep telefonu şeklindeki uydu telefonlarından da gönderdik. O bahsedilen telefon, -Allah rahmet eylesin- Erbakan Hoca döneminde gönderilen telefon kesinlikle değil. Bunu net söylüyorum. Çünkü o telefonu kullanacak arkadaş da burada eğitilerek gönderilmişti. Ama rahmetli Dudayev’in şehit edilmesinden çok önce o arkadaşımız oradan ayrılmıştı. Dudayev 1996 Nisan’da şehit edildi. Hâlbuki o arkadaşımız 1995 Mayıs’ta Dağıstan bölgesinde tutuklandı ve daha sonra orayı terk etmek zorunda kaldı, basında da yer aldı zaten, “Türkiye’den giden ajanları yakaladık” şeklinde haber olmuştu, hatta biz gittiğimizde onlarla ilgili değişik pazarlıklarla onların kurtuluşuna vesile olduk açıkçası. Bu somut bilgileri niye veriyorum? Türkiye’den giden telefonu kullanan insanlar oradan ayrıldı, geldi ve o telefon da teknolojik olarak demode oldu. Ondan sonra daha muhayyer, taşınabilir, değişik bölgelerde kullanılabilen telefonlar gittiği için, o telefonla görüşürken uydu bilgileri -Allahu Âlem- Amerika tarafından Rusya’ya gönderildi. Savaşın sonlandırılmasıyla ilgili devamlı görüşmeler oluyordu. Görüşme biraz uzun tutulduğundan Dudayev’in şehâdetine vesile oldular.

Cep telefonu ilk defa 1993’te Türkiye’ye gelmişti. Cep telefonu için sistemi de kurulması lazım, uydu telefonlarıyla çantada sistem kurulmadan da telefon bağlantısı yapılabiliyordu. Uydu telefonları Türkiye’de çok yoktu, dışarıdan getiriyorduk Hollanda’dan vs. den. Bayağı da pahalıydı ama defaatle gönderdik. O ilk gönderdiğimizi taşıması da zordu. O telefonla hiç ilgisi yoktu, somut olarak biliyorum. O telefonu da kullanarak rahmetli Erbakan Hocamı da suçlayarak işi tersine çevirmek istediler.

İHH’nın da bağlantıları vardı. Bölgede komutanlar aralarında iletişim kurmak için ihtiyaçları belirttiklerinde -imkân dâhilinde- gönderiyorduk.

Türkiye’de periyodik aralıklarla Çeçen komutanların infâz edilmesi ve Ç.C.İ. fahrî konsolosu Medet Önlü cinâyeti hakkında ne söylemek istersiniz? Türkiye istihbârâtının bu cinâyetlere mânî olamamasını nasıl yorumluyorsunuz?

İstihbârât çalışmaları bizim gücümüzün ve bilgimizin dışında oluyor açıkçası. Onlar size ne kadar bilgi verirse, O kadar bilginiz oluyor. MİT ne kadarına engel olabilirdi? Onun hakkında bilgim olmadığı için bir şey söylemem doğru değil ama tabii tedbir alınabilirdi, nasıl alınabilir? Bu gelen arkadaşların kim olduğu, niye geldiği, ne yaptıkları da belli. Bu insanların korunmasıyla ilgili, korunaklı bir bölgede tutarak Türkiye Cumhuriyeti devleti elindeki imkânlarla tedbir alabilirdi.

Tedbir alınması ölümleri engelleyebilir miydi, bence engellemezdi. Tabi ecel mukadder, ne zaman nerede Allah takdir ettiyse orada vefât edeceğiz. Ama dışarıdan görünüş itibariyle tabi tedbir alınmalıydı. Şuandan sonra da Ruslar bu işleri yapar mı, yapmaya devâm ederler çünkü Onların bu noktada genel bir ilkesi var. Tarihte de okuruz; Lenin mücâdele ettiği gruptan kaçıp Danimarka’ya yerleşip, kimliğini vs. her şeyini değiştiren Lenin’i tam 20 yıl sonra – Lenin de iktidardan düştükten sonra- gidip infaz ettiklerini biz biliyoruz. Rus kültüründe, tarihinde bu var.

Sadece Türkiye’de yapmadılar. Biliyorsunuz; Katar da rahmetli Zelimhan’ı, BAE gibi dış ülkelerde de Ruslar ve Ruslarla işbirliği yapan kimselerle infazlar yaptılar, yapmaya da devam edecekler.

Medet Önlü konusu… Medet Önlü biliyorsunuz Türkiyeli bir Çeçen, aynı zamanda köylümüz. Çok yakından tanıdığımız, bildiğimiz bir ağabeyimiz, bizden bir kaç yaş büyüktü.

Tetikçinin yakalandığını, mahkûm da olduğunu biliyoruz. Fakat azmettiren kimdi, işin arkasındaki yine yakalanamadı ve muhtemelen de yakalanmayacak.

Yine -dediğiniz gibi- burada Zeytinburnu’nda iki tane komutanı öldürenlerin RF yetkilileri ile görüşme neticesinde takasla gönderildiğini biliyoruz. Biz Kafkasya kökenli ve canı yanmış insanlar olarak bunu tabi tasvip etmiyoruz. Fakat bu bir gerçeği değiştirmiyor. Bizim de üzerimizde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yetkili makamları, kurumları var. Onların da kendilerine göre bir denge olarak değerlendirdikleri unsurlar var. Onların zâviyesinden bakarsak; belki Onlar da kendilerine göre haklı gördükleri için bu uygulamayı yapmışlardır.

Kader-i ilâhî.. Allah rahmet eylesin bu vesileyle. Medet kardeşimizi savaş başlangıcından sonuna kadar elinden gelen destek ve katkıları yapmış birisi olarak biliyorum ben.

Çeçen Cumhuriyeti İçkerya Türkiye Fahrî Konsolosluğu hakkında biraz mâlûmât verir misiniz?

Bize göre, bir gerçeği kabul etmemiz lâzım. Rahmetli Medet’le de, kardeşi Ali’yle de defaatle görüşmelerimizde açık ifâde ediyordum. Belki de hatalı düşünüyor olabilirim. Şimdi bir savaş oldu. Savaşın neticesinde bağımsızlık mücâdelesi veren ve bizim de safında olduğumuz insanlar yenildi. Yenildik. Yenilgiyi kabul etmemiz lâzım. Israrla “yenilmedim, devletim, devam ediyorum…” Ben devletim demekle devlet olunmuyor ki. Devletsen, devlet olmanın gerektirdiği bir gücün olması lâzım. Dolayısıyla kağıt üzerinde eski bağımsızlık ve kurulmuş devleti devam ettirmenin gayreti dışında bir şey değil. Nitekim ülke nerede, başşehri nerede? Çeçenistan’da Ramzan Kadirov var işte. Yenildik arkadaş. Bir nokta koymak lazım. Veya üç nokta koymak lâzım. Ne zamanki biz burada artık illa savaşla değil, seçimle, ekonomik olarak bir plan, proje yaparsın çalışma içerisinde olursun. Ama devlet değiliz biz artık, Çeçen İçkerya Cumhuriyeti diye bir devlet maalesef tarihin derinliklerinde kaldı artık. Burada Onların yapmış olduğu, ısrarla O devletin devam ettiğini göstermeye çalışıyorlar ama fiillen o devlet yok. Kayıtlı olarak devam eden dünyada bir devlet var mı? Benim bildiğim yok, Siz de tarihçisiniz. Olması da mümkün değil, mantığa da ters. Realiteyi kabul etmek lazım. Biliyorsunuz Ahmed Zakayev şuanda O’nun başında. İngiltere’de kendisi, Ülkesine de gelemiyor. Orada, sürgünde hükümet, sürgünde devlet kurmak gibi bir şey. Bunun içinde bir güç olması lazım. Ya üç nokta koyup ya nokta koyup O’nu rafa kaldırmak gerektiğini düşünüyorum ben.

ÇİC Fahrî Başkonsolosu olarak geçiyordu ismi. Bilmiyorum belki yanlış düşünüyorumdur ama benim kanaatim budur. Sürdürebilme imkânınız olsa katılıyorum ama yok. Şimdi rahmetli Medet, sadece kendisinin ismi. Altı?

İngiltere, Amerika veyahut İslâmî Cumhuriyet olmayan hiçbir bölge, Size İslâmî bir Cumhuriyet, Devlet kurmanıza destek verir mi? Sana orada devlet kurdurur mu? Churcill’in meşhur bir sözü var, bilirsin: Biz Müslümanların elinden -Kur’ân-ı Kerîm’i göstererek- bunu almadığımız müddetçe Oralarda hâkim olamayız diyor. Sana fırsat verir mi? Ben vermeyeceğini düşünüyorum.

Bu şu demek değil: Bu mücâdele devam etmemeli.

Bu mücâdele biz istesek de istemesek de devam edecek. Ona inanıyorum. Niye, çünkü Çeçenistan’da, sadece “Lâ ilâhe illallah, MuhammedurRasûlullah” dedikleri için babaları, dedeleri, kardeşleri, abileri, anneleri, tüm akrabaları zulüm altında gözlerinin önünde yok edilmiş bir nesil şuanda burada ve dünyanın değişik yerlerinde muhâcerette büyüyorlar bunlar. Demin söyledik ya; “Ağlamayacağız, Unutmayacağız, Unutturmayacağız” Bunlar yarın bir gün güçlenecek, geçmişini okuyacak, geleceğine yön vermek üzere –Allâhu Âlem- yine harekete geçecekler diye düşünüyoruz, yok olmaz inşâallah.

Geçtiğimiz aylarda R. Kadirov önce Suudi velîahd prensi Muhammed b. Selman ile görüşmüş, sonrasında Türkiye’ye gelmişti. Geçtiğimiz günlerde de BAE’de bir prens ile görüşmüş ve Çeçenistan’a yatırım vaadi almıştı. Son ABD seçimlerinde Rusya’nın siber müdâhalesi iddiası çok konuşulmuştu. Suud’un ve BAE’nin Ortadoğu’da ABD’nin bir piyonu vaziyetinde olduğu âşikâr. Mevcut Çeçenistan rejimin de Rusya için aynı mesâbede olduğunu biliyoruz. Hâl böyleyken bu gelişmeleri Rusya ile ABD’nin yakınlaşması olarak yorumlayabilir miyiz?

Suriye’yle ve Kafkaslarla ilgili “gelecek noktasında olmalı?” doğrultusunda öncesinde bir cümle söylersek belki daha iyi ifade ederiz kendimizi. Halkının Müslüman olduğu ülkelerin dışında, uzun sürede süren savaş bana gösterebilir misiniz? İki Hristiyan ülkenin birbiriyle sürekli savaştığını… Şuanda İki Hristiyan ülkenin birbiriyle savaşması hiç söz konusu değil. Hemen araya birileri giriyor ve barıştırıyor. Ama halkı Müslüman ülkelerdeki savaş hiç bitmiyor, hiç… Özellikle Ortadoğuda. Biliyorsunuz; Arzı Mev’ud diye bir şey var. Yapılan uygulamalar sonucunda Arabistan okul talebelerine “istediğine konuş istediğine sus” denebilecek hâle getirildi. Kim kaldı geriye. Bir İran, bir de Türkiye.

Okuyoruz; devlet başkanımız, yetkililer ifade ediyorlar. Binlerce tırlarla Ypg-Pkk ve DAEŞ dediğimiz gruba Amerika ve dünyanın değişik bölgelerden destek geliyor. Yani Onları çok sevdikleri ve istedikleri için mi acaba? Türkiye’ye zarar vermezlerse bölgedeki Büyük İsrail Devletinin kuruluşuna mânî olunacak. Buna mânî olacak yetki ve güçleri dağıtma operasyonu bu yapılan.

Bizim Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak yapacak başka da bir şeyimiz yok: Mecbûren Çin, Rusya ile işbirliği yapmak durumundayız. Ama yarın kendi aralarında işbirliği yaparlar da biz ayazda kalır mıyız, bence kalabiliriz Allah muhafaza. Bizi kurtaracak olan kendi imkânlarımızla yerli silah sanayiini geliştirmeliyiz. Allah râzı olsun, Allah hayırlı ömür versin. Benim gördüğüm kadarıyla, Devlet Başkanımız da buna hassasiyet gösteriyor ve yapmaya çalışıyor.

Yerel seçimde olsa yeni seçim oldu. Takrîben 20-25 senedir iktidarda olan siyasi oluşum %52,5 gibi bir oyla istikrarını devam ettiriyor. Dünyada bunun benzer örneği yok gibi. Bundan başta İsrail ve Amerika olmak üzere, Avrupalısı da rahatsız oluyor. Daha düne kadar Doğu’da belki istisnâsız her gün askerimizin suikaste uğraması söz konusuydu. Takrîbî üç beş senedir, insansız hava araçlarının emir komutası tamamen askerimizin eline geçti geçeli, çok nâdir patlamalarla karşılaşıyoruz. Çok şükür… Bizim derdimiz orada hiç kimse zarar görmesin, sivil halk da. Ama kendi hududlarımız dâhilinde de insanlarımız rahatça dolaşabilsinler. İnşâallah kendimizi, geleceğimizi görürüz. Tabi iç münâfıklar ve dış güçlerle bu ülkenin geleceğinin, Osmanlı’dan sonra geriye kalan Türkiye Cumhuriyeti devleti hudutlarının da küçültülmesi, güçsüz hâle getirilmesi amaçlanıyor.

Türkiye’nin yok edilmesi demek; bence tüm dünyadaki Müslümanların dayanağının, ümitlerinin yok olması demek, görünen itibariyle. İnşâallah öyle bir şey olmaz, ümit ediyoruz. Tabi Allah’ın taahhüdü var. İllâ Türkiye’de İslâm muhafaza edilecek diye bir şey yok, Allah nerede takdir ederse Orada da İslâm sancağı yükselir, İnşaallah.

Bilhassa 2. Çeçen Savaşı sırasında yaşanan bazı elîm hâdiseler mevcut. Meselâ Beslan’daki Okul baskını gibi.. Bu hâdisenin içyüzüne dâir bildiklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz? Ben Beslan bağlamında şunu da sormak istiyorum: Bu gibi trajik hâdiselerin dünya kamuoyunda “Çeçen=terörist” algısını oluşturduğunu düşünüyorum.

2. Çeçen savaşının İslâm ülkelerinde hatta Türkiye’de dahî sesinin fazla duyulmamasının sebeplerinden birinin de bu olduğu fikrine katılır mısınız? Suriye’de de DAEŞ’in içerisinde bir miktar Çeçen milisin olduğu biliniyor. Bu durum bu algıyı güçlendiriyor mu? Ayrıca bundan bir sene kadar evvel Çeçenistan rejiminin Suriye’ye asker sevkiyatı yaptığı haberleri ajanslara düşmüştü. Bu gelişme, Suriye’de muhtelif muhalif cephelerde savaşan Çeçenlerin Kadirov rejiminin başını ağrıtmadan ortadan kaldırılmasına yönelik bir adım olabilir mi?

Suriye meselesinde fikrinize %100 katılıyorum. Şahit olduğum olaya istinaden söylüyorum. Avrupa’dan gençlerimiz Suriye’ye gönderiliyor. Bundan nemalananlar ve yok edilenler kim? Demin söylediğiniz gibi.. Neticede Suriye’de bir gün bu savaş bitecek. Veya Avrupa’dan insanlarımız bir gün ülkelerine dönmek isteyecekler. Bunlar daha dönmeden veya Suriye’deyken yok edilip Rusya’ya problem olmalarının önüne geçiliyor. Ki Türkiye’den ve dünyanın değişik ülkelerinden de insanların oraya gönderildiğini, bir araya toplandıktan sonra bombardıman altına alınıp yok edildiğini görüyoruz. Çekirge operasyonu diye de ismini duymuştum.

DAEŞ dediniz. O da kendini halife ilan ediyor, şeriat devleti olduğunu söylüyor. Ama uygulamalarına, finansörlerine bakıyorsunuz, İslâm’la alakaları yok. Dinsiz, ateist kuruluş ve organizasyonlarla beraber hareket edebiliyor. Daha mânidar. Hemen bitişiğinde İsrail var. İsrail ile ilgili hiçbir olumsuz faaliyeti, açıklaması yok bunların. İsrail dünyanın en suçsuz, en korunması gereken ülkesi mi? Onların Filistinli kardeşlerimize yaptıkları ortada. Ona rağmen ha bire farklı hedeflere ve bölgelerde, Müslümanları birbirine tutuşturmaktan başka yaptıkları bir şey yok, maalesef. Müslümanın akıllı olması lâzım…

Beslan hâdisesi… Beslan’da da gerçek yine tamamen saptırıldı. Biz gerçeği ilgiyle araştırarak, orayla olan irtibat bağlantılarımızdan dolayı öğrendik ama maalesef Çeçen mücâhidleri dünya kamuoyuna okulu basıp öğrencileri yok etmiş imişler gibi tanıttılar. Halbuki gerçek hiç öyle değildi. Onların yaptığı, daha önce Şamil Basayev’in yaptığı gibi Rusları barış masasına oturtmaya çalışmaktı. Budenovsk benzeri bir şey yapılmak isteniyordu. Nitekim o okul kuşatıldıktan sonra Ruslar barış masasına oturmadıkları gibi, okulu bombardıman altına aldılar. Baktılar ki; siviller ve günahsız insanlar zarar görüyor o baskına yapan insanlar tamamen çekildiler ve dışarıda savaşarak öldüler, bir gerçek. Öğrencileri öldürenler Ruslar. Ve aileleri o emirleri veren Rus komutanları mahkemeye vermişler, mahkemeleri devam ediyor. Bunları söylemiyorlar tabi.

Evet orada çocuklar öldü. Hiçbir türlü tasvip etmiyoruz. Ama kaç tane çocuk diyelim. 500 tane 1000 tane, o kadar da değildi ama. Bunun yanında Çeçenistan’da 250.000 insan ölürken, bunun en az 40.000, 50.000’i çocuk iken hiç kimsenin sesi çıkmıyordu. Burada yine kendileri tarafından öldürülüp “Çeçenler öldürdü” diye atfettikleri insanlarla ilgili Çeçenler teröristlikle suçlanıyor. Böylesine alakasız itham olur mu? Maalesef dünya kamuoyuna bunu göz ardı ettirildi. Çünkü güç, imkân kimdeyse, Onu önce duyurursa insanlar o algıyla hareket ediyorlar. Ama işin gerçeği öyle değil. Kafkasya’da rejim ne söylerse medya dünya kamuoyuna onu aktarıyor.

1991’de Uçak kaçırma vakası, sadece Çeçenistan’ı duyurma amaçlıydı. Hiçbir vukuât, hâdise gerçekleşmedi. Daha önce Avrasya gemisiydi, hatırlarsanız. Buradan Trabzon’a giden yolcular vardı. O zaman da Dağıstan’da mücâhidler kuşatılmıştı. O hâdisenin selâmete erdirilmesi için yapılmıştı.

Bu uygulamalar oluyor ama bunun neticesinde kâr da mı oluyorsunuz, zarar da mı oluyorsunuz? Genel olarak –Rusya’nın bu bahsettiğimiz imkânları ve basın gücü olduğu için- aleyhimize tezâhür etti, gerçekten. Ama niyeti sorgularsak, olayı tüm dünya kamuoyuna duyurmaktı. Bu bazen isâbet kaydediyor. Kan dökülmez ve sonuçlar olumlu olursa. Ki bunun örneği Budenovsk da var, Avrasya Gemisinde var, Ankara’ya uçak indirilmesinde var. Ama bazen de tam tersine işledi. Beslan da olduğu gibi, Ruslar müdâhil olup “Çeçenler yaptı” dediler. Evet orada mücâhidler vardı. Ama mücâhidler bakıyorlar; Ruslar sivil çoluk çocuk herkesi öldürecek, onları da öldürmeye çalışıyorlar. O hâldeyken bile; dışarı çıkıp savaşmış insanlardan bahsediyoruz. Ama bunu hiç kimse söylemiyor. Nereden biliyoruz? Daha sonra o çocukların ebeveynlerin saldırı emrini veren komutanları mahkemeye vermelerinden ve mahkemelerinin devâm ettiğinden biliyoruz.

Türkiyeli gayr-i Çeçen Kafkasyalı halkların ve Türk milletinin muhacir Çeçenlere karşı savaş sırasında ve sonrasında, bugün, ensarâne muâmele ettiğini düşünüyor musunuz?

Tarih boyunca Çeçenlerin Türklere bakışı açısından da, Türklerin Çeçenlere bakışı açısından da bir ağabey-kardeş ilişkisi olduğunu düşünüyorum ben. Dolayısıyla gerektiğinde abi kardeşine yardımcı oluyor. Çeçenistan’da rahmetli Dudayev’in de ağzından bizzat duyduğum “Türkler İslâm’ın mihmandarlığını yapmış bir millettir. İslâm’a sarıldıkları müddetçe de izzet-i şereflerini muhafaza etmiş, hüküm sürmüş, dünyada sözü dinlenir millet olmuşlardır. Biz de Onları her zaman destekliyoruz. Doğru olduklarını inanıyoruz, bir ağabey olarak görüyoruz” diye beyânı var. Bu fikriyâtın da yoğunluklu olarak devam ettiğini düşünüyorum. Kısmî, bireysel hâdiseler elbette her yerde olur ama bunlar genel algıyı değiştirmemeli diye düşünüyorum. Özellikle savaş döneminde biz bu insânî yardım çalışmaları sırasında bizzat şâhit olduk, gözlerimizin yaşardığı birçok ortam olmuştur. Özellikle yardım hesâbı açtığımızda, benim bizzat yaşadığım, “belli meblağın üzerinde bağış yapan insanlara ulaşalım, bir teşekkür edelim, -mârifet iltifâta tâbîdir.- Allah sizden râzı olsun, Allah eksikliğinizi vermesin” diye irtibat kurmaya çalışmış olduğumuz insanlardan bize “Kardeşim Ben bu yardımı vermek zorundayım, Siz almak zorunda değilsiniz.” İfâdesini bile kullananlarla karşılaştık. Bazen bir bakıyorsunuz insanın kendi geçimine, yaptığı çalışmasına; belki de aylık kazancının %10’unu, %20’sini fedakârlık yapıp bize ulaştıran, fizik gücüyle amelelik yapıp çalışan insanların hem maddî hem mânevî yardımlarını biz sürekli gördük. Görmedik dersek Allah indinde vebal altında kalırız. Yapanlardan Allah râzı olsun. Tabi Onlar tamamen kendi dînî vecibeleri gereğince bunu yapmak istediler. Bu tek taraflı olmaz, iki tarafın da kendine düşeni yapması lâzım. Zaten Müslümanlar birlikte olursa sonuçta o şekilde alınır diye düşünüyorum.

Biliyorsun; Avrupa’ya 150-200.000 mültecî gitti diye adamlar kapıları demir perdeyle örmeye kalktılar. Türkiye 4 milyon Suriyeliyi –elhamdulillâh- gayet rahat idâre ediyor. Tabi bunun zorlukları var, problemleri var. Hepsi aynı değil, iyisi kötüsü olacak. Ama genel itibariyle Onlar Müslüman olduğu için Siz Onlara ensar muamelesi yaparsanız Allah da yardımını getiriyor.

Muhacir Çeçen gençlerin Çeçenceye ve Çeçen âdetlerine olan alâkaları hakkında ne düşünüyorsunuz, Sizce Çeçenceye ve Çeçen kimliğine yeteri kadar sahip çıkıyorlar mı? “Yeteri kadar” sizce ne kadardır, “kültürel âidiyetini bir sonraki nesle aktaracak kadar” olması şeklinde tanımlayabilir miyiz?

Aynı suâli Türkiyeli Çeçenler ve bilhassa gençler meyânında da cevaplamanızı istiyorum, Sizce Onlar kültürel âidiyetlerine ne kadar sahip çıkıyorlar? Ayrıca şunu da sormak isterim. Kültürel âidiyetten anladığımız sadece yemek ve oyun kültürümüz mü olmalı. Tarihi geçmişimiz ve güzel anânelerimiz hatırımızda olmalı değil midir?

Mevcut durumda en acı konudur bu. Başta sorumluluğumdan dolayı kendi eksikliğimin de olduğu bir konu. Buraya gelen insanlar zaman içinde hem örf-âdet ve geleneklerini hem de dillerini unutmak durumunda oluyor. Biz takribî 160 sene önce Şeyh Şamil zamanında “Halife-Makh” yâni Halife’nin Ülkesi’ne ilticâ etmek zorunda kalan Kafkas milletinin fertleriyiz. Ne kadarımız Çeçence’yi konuşabiliyoruz? Ben yine iyilerindenim ama ben de kendimi yeterli görmüyorum. Türkiye’de 25-30.000 Çeçen’den bahsedersek herhalde bunun 1/4’i Çeçence konuşabiliyor, yazma dili hemen hemen %1, belki daha da altındadır. Bu 150 sene sonra böyle. Zaman hızlı geçiyor. 250 sene sonra belki orantısal olarak sıfıra inecek, asimile olup kaybolacaksınız. Ama teknolojinin yoğun olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Şimdi çok rahat iletişim imkânı olduğu için, hem Çeçenistan’dan, hem Türkiye’den, hem Ürdün’den bu dili konuşanlarla bir grup oluşturup aynı zamanda yazı dilini de öğrenmeye de yönelik bir çalışmaya başladık bir taraftan.

Yine Çeçenistan’dan gelen mültecilerin durumuyla ilgili… Aynı bizim durumumuza doğal olarak Onlar da düşecekler. Burada yaşarken ya iş, ya okul, ya evlilik dolayısıyla dili konuşma ve yazma ortamından kopmuş oluyorsunuz. Bunun devamında süreç unutmaya gidiyor. Unutmamak için ne yapmak lâzım? Teknoloji yoğun, istifâde edecek şekilde çalışma yapılabilir. Bunu yapmamız lâzım, bu bizim eksikliğimiz. Özellikle son 1. Savaş sonrasındaki dönemde gelenlerin çocuklarıyla dernek-vakıflar vâsıtasıyla kültürel hizmetler ile bir araya gelip, ne kadar imkân varsa onu azâmî kullanmalıyız. “Bu dili unutmamak için neler yapılabilir?” bilimsel boyutta çalışılarak özellikle bir arada yaşanacak ortam oluşturmayı geliştirmek gerektiğini düşünüyorum.

Bizim unutmamamızın en büyük etkenlerinden bir tanesi, Maraş’ın üç tane köyü Çeçen köyü. Komşun vs. hepsi Çeçen olduğu için mecburen konuşuyor ve devam ettirebiliyorsun. Şehre gelince bu daha da azalıyor. Bizim memleket, Maraş, uzak, 1000-1100 km. Yakınlarda böyle köy veya köycük oluşturabilir mi, yazın insanlar bir araya geldiğinde dilini konuşabilir, âdetini devâm ettirebilir. Bunları bilimsel olarak masaya yatırılıp, ehem-mühim sıralamasına koyup yapılacak çok şey var ama bizim de eksikliğimiz, tembelliğimiz açıkçası.

TRT Çerkesçe meselesi hakkında ne söylemek istersiniz, Sizce bu konuştuğumuz konuda Devlete de düşen var mı? Çeşitli Kafkas dil ve lehçelerinin saat aralıklarıyla yayın yapması faydalı olmaz mı? Acaba bu meselede ilk olarak özel teşebbüslerin olması daha mâkul olmaz mı?

Arz-talep dengesi meselesi. Önce talep etmek lâzım. Altına da gerekçesini oluşturmak lâzım, ondan sonra karşılığını istemek lâzım, diye düşünüyorum. O nokta da biz maalesef çok eksiğiz, biliyorsunuz. Bizde –belki de tüm Kafkasya’nın genelinde bireysellik çok hâkim. “Kurtlar yalnız yaşar” derler ya. Ama dönem, zaman öyle bir zaman ki; kolektif hareket edenler sonuç alabiliyor bence, özellikle siyâsette.

Kültürel olarak âidiyet meselesine dâir eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Şimdi herkesin farklı ilgi alanları var. Birisi “düğün”e gider, birisi “cihad”a gider, birisi kitap yazar. Birisi oynamayı sever, birisi hayatta oynamaz. Bu kişilerin yapılarına göre değişir ama hepsinin ayrı ayrı bir değeri var bana göre. Birisi ötekini ötelememesi lâzım. Hepsi gerekir. Çünkü bir toplumu bir arada tutan farklı farklı faktörler bunlar. Kaçırmamamız gereken şey şudur: Birisine kıymetin tamamını verip ötekini ihmal etmemek lâzım bence. Hepsine “olması gereken değerde” pay verip hepsinin birden muhafaza edilmesini sağlamak gerekir diye düşünüyorum. Sen yazarı ihmal edersen geleceğe nasıl taşıyacaklar gibi… Hepsine gerektiği kadar değer vermeliyiz. Özellikle dernek-düğün bunlar oluyor ama… Demin de belirttim: Kafkasya’nın özellikle Çeçenistan bölgesi, “%100 Müslümanız” diyoruz. İslâm’la bu uygulamalar ne kadar örtüşüyor, ne kadar bağdaşıyor. Bağdaşan kısımlarına “eyvallah” , elbette devam ettirmemiz lâzım. Bağdaşmasını sağlamamız lâzım. Dinimizi çok iyi öğrenmemiz lâzım. Dinimizi öğrendikçe daha bilinçli hareket edebiliyoruz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı Ali Amca?

Çok teşekkür ediyorum. Bu konuyla ilgili daha sonra soracağınız bir şey olursa, bildiğimiz kadarıyla bizim her zaman emre âmâde olduğumu bilmenizi istiyorum.

Estağfirullah. Biz çok teşekkür ederiz, sağolunuz, vaktinizi ayırdınız.

EK 2: İslâm Ahmar ile Mülâkât Metni
İslâm Ahmar, Çeçenistanlı -T.C. vatandaşı | Üniversite Öğrencisi

Öncelikle bize kısaca hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz abi?

Kısaca anlatayım. 1991’de Çeçenistan’da bağımsızlık ilanının arifesinde doğdum. Birinci savaşta akrabalarımdan çok kayıp olmadı. Çünkü bizim yaşadığımız yerde çok fazla muharebe olmadı. İkinci savaş daha ağır geçti. Abim şehid oldu, küçük kardeşimde o yıllarda vefât etti. İkinci savaş sırasında ben de bir iki sene okula gitmedim. Savaşın yoğun kısmı geçtikten sonra gittim ve liseden mezun oldum. Yaklaşık 10 sene önce üniversite için Türkiye’ye geldim. Ailem de Çeçenistan’daki sıkıntılı durumlardan dolayı 4-5 sene önce buraya göç etmeye karar verdik. Şuan Sabahaddin Zaim Üniversitesinde, Siyasal Bilimler bölümünde okumaktayım, ikinci sınıfım.

Türkiye tarihine alâkanız ne kadar, şahsî okumalar yapıyor musunuz? Çeçenistan ve Kafkasya tarihine alâkanız ne kadar, şahsî okumalar yapıyor musun?

Türkiye tarihiyle alâkalı okuyorum ama daha çok Rusça’dan okuyorum. Onu Çeçen târihçiler de yazıyorlar ama Onlar daha çok Rusça ile yazdıkları için Rusça’dan okuyorum. Türkçe yazılmış çok kitap var hangi birini okuyacağıma karar veremiyorum. Kafkas tarihini okuyorum, daha çok yakın tarihiyle, son 30 yılına dâir okuyorum, araştırmalar yapıyorum. Yakın tarih olmasına rağmen şuan çok kısıtlı bilgiler elde edilebiliyor. Hayatta olan tarihçiler de mevcut durumdan çekindikleri için bazı şeyleri yazamıyor. Yurtdışında olsan da memlekette akrabaların oluyor. Kendin Çeçenistan’dan gidebilirsin ama Çeçenistan’daki akrabalarına bir şey olmasından korkuluyor.

Ama dediğim gibi yakın tarihe odaklıyım. Çünkü gençlerin çoğu hiçbir şey bilmiyorlar. 100-200 sene önceki değil gözümüzün önünde olan şeyleri bile bilmiyorlar. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Bize Çeçenistan’daki mevcut sosyal hayat ile alâkalı mâlumât verebilir misiniz?

Çeçenistan ayrı bir dünya gibi. Çeçenistan’da biraz akıllı olan devletten uzak durmaya çalışıyor. Başına sıkıntı gelmesin diye. Devlet tarafından olan hiçbir şeyi eleştiremezsin. Gelen faturaya bile “bu fazla geliyor” diyemezsin. İnsanların Oradaki dertleri hayatta kalmak. Devletin kurumlarından özellikle polisten ne kadar uzak durursan o kadar hayatta kalabilirsin.

Çeçenistan’da rejimin gösterdiği “gerçek Müslümanlık” var. O’nun dışında kalırsan hemen vahhabî olmak ile suçlanıyorsun. Türkiye’deki vahabî anlayışla Oradaki tamamen farklı. Onların kontrollerinde tarîkâtlar var. Onları kabul etmiyorsan sıkıntı içerisindesindir. Çok küçük bir hareketten, mesela Senin giyim şeklinden Seni vahabî ilân edebilirler. Seni vahabî ilân ederlerse Sen artık terörist oluyorsun, yok edilebilirsin.

Grozni’deki büyük Camii reklamını yapıyorlar. Gösteriş için… Ama meselâ köylerde gençler grup oluşturarak camiye geliyorlar, namaz kılıyorlar. Bu tarz hareketler tehlikeli. Onlara “ne yapıyorsunuz, ne konuşuyorsunuz” diye hemen sorabilirler. Mevcut rejimin Orta Doğu’daki diktatör rejimle ilişkileri iyi zaten, onlardan örnek alıyorlar bu konuda.

Köylerdeki İslâmî hayat şehirlere göre daha mı rahat?

O köye göre değişiyor. Köyün başındaki kimse rejime yakınsa başka türlü oluyor. Ama genelde köylerde daha rahat. Köyde insanlar genelde birbirini tanıyorlar. O yüzden çok problem olmuyor. Ama şehirde kimse birbirini tanımadığı için daha tehlikeli olabilir.

“Çeçenya: İzi Olmayan Savaş” isimli belgesel filminde Oleg Habibibrahimanov isimli bir aktivist şöyle diyordu: “Burada kesinlikle totaliter bir rejimden bahsediyoruz. Ramzan Kadirov her şeyi temsil ediyor. Anayasa, kanunlar vs. bunlar “Ramzan dedi” cümlesi yanında hiçbir mânâ ifâde etmiyor. Eğer Ramzan “hepsini öldürün” derse; bahsettiklerinin hepsi öldürülecektir. Bu söz anayasanın üzerindedir. Ramzan bir zamanlar öylesine gururlu olan halkını, kendi gölgesinden korkar hâle getirdi.” Siz bu tesbit hakkında ne düşünüyorsunuz, bu korku imparatorluğu’nu Türkiye’de dahî hissediyor musunuz? Buradan şu konuya da gelmek istiyorum. Türkiye’deki Çeçen komutan cinayetlerini de soracağım. Ama önce Çeçenistan’daki bu korku imparatorluğu hakkında neler söylemek istersiniz? Bu bağlamda Kadirov’a destek mitinglerine iştirâk eden kalabalıklara dâir de fikirlerinizi merak ediyorum.

Kesinlikle o mitinglerdeki kalabalıkları oluşturmak zor değil. Diktatörlük rejimleri olan rejimlerde oluyor bu. Bunların çoğu devlet memurları. Ve zayıf insanlar. Prensipli olan bazıları –istifâ eder- ama gitmez. Ama işsizlik de yüksek olunca herkes öyle prensipli olup karşı çıkamıyor. Sevmese de nefret etse de ailesi için “bir saat için gideyim” diyor.

Ön taraflarda olanlar farklı olabilir ama yüzde 90’ı hiç istemeyerek gidiyorlar. Ben –o kalabalıklar içerisinde bulunan- kendi akrabalarımdan da biliyorum. Ama yapacak bir şey yok. “Bu durum değişir, ne zamana kadar böyle devam edebilir” diye bir umut var.

Korku… Var, evet. Ama sadece şahsına zarar gelir diye değil. Sadece bu olsa muhalefeti daha kuvvetli yaparlardı. Ama onlar akrabalarına zulüm ediyorlar. Sen bir şeyi açık açık ifâde ettikten sonra kaçabilirsin ama –Çeçenlerin de genelde fazla akrabaları olur. Bütün akrabalarını dışarıya çıkaramazsın; onları düşünüyorsun daha çok.

Yurt dışındayken o kadar korku olmuyor tabi. Onlar her yerde yapamazlar, o kadar güçleri yok. Ama yurtdışındakilerin de memlekette akrabaların var. Benim de aynı şekilde… O yüzden bir şey yaparken, özellikle internet üzerinden bir şey yazarken onları düşünüyorsun. Yani “ben ifade ettim, güzel, ama evdekiler için bir sorun olur mu?” Onun arasında kalıyorsun. “Şuan için hangisi daha önemli?” Sen yazarsın, birkaç kişi okur, ama onlardan bir kişinin okuması akrabalarının hayatlarının tehlikeye girmesi için yeter. Kolay da değil, böyle memleketi, her şeyi bırakıp –özellikle yurt dışına hiç çıkmayan insanlar için- hiç bilmediği bir yere göç etmek çok zor bir şey. O yüzden sabrediyorlar, bekliyorlar. Normal adamın seveceği bir durum değil yani. O kadar baskı altında, açık açık zulüm var. Bu devlet değil, başında sadistler var. Gençleri açık açık öldürüyorlar. Üzerlerinde o kadar kan var. Normal bir adam pozitif bakmaz böyle şeye.

Türkiye’deki Çeçen cinâyetleri meselesi…

Çeçenistan’daki rejimden açık açık sıkıntı yaşayıp da kaçanlar Türkiye’ye gelmemeye çalışıyorlar. Başka yerlere, özelikle Avrupa’ya gidebiliyorsa Avrupa’yı tercih ediyorlar, yoksa başka ülkeye… Çünkü bakıyorlar ki onlar Türkiye’ye daha rahat ulaşabiliyorlar.

Türkiye gibi bir ülkede bu tehdit daha açık iken Avrupa’da insanlar daha güvende hissediyorlar. Bunun hakkında ne dersiniz?

Rejimin buradaki ilişkileri daha sağlam, buraya daha rahat gelebiliyorlar Onlar. Çünkü Suriye’deki savaştan dolayı burası biraz daha karışık. Her türlü insan var. Oraya gidenler, gelenler var. Devlet takip edemiyor olabilir.

Avrupa’ya Onlar rahat gidemiyorlar. Özellikle Avrupa’da Kadirov’un yakınlarına yaptırımlar var. Avrupa’ya gitmek de biraz zor, vizesiz gidemiyorsun. Türkiye’ye kolayca gelebiliyorlar. Türkiye’deki bazı Türklerle, bazı yerli Çeçenlerle Çeçenistan rejimin sağlam ilişkileri var. Daha çok sebepleri olabilir, ben bilmiyorum. Türkiye devleti için çok negatif bir şey. Böyle kolayca gelip burada cinâyetler işlemek, devletin imajı için kötü bir durum.

Türkiye’den Rusya’ya vize var. Uçak krizinden sonra Rusya vizesiz içeri almıyor. Ama Rusya’dan Türkiye’ye vize yok. Son zamanlarda bir şey okudum. “Türkiye, Rusya’yı pasaportla alabilir” diye. Orada kimlik yerine geçene pasaport diyorlar. Daha çok turist gelsinler diye… Böyle bir şey var. Böyle kolay alınırsa gelirler yani. Herkes öyle turist değil, vizeyle geliyorlar ama turist olmuyor hepsi. Maalesef öyle.

O yüzden burada da Çeçenler fazla ama Avrupa’daki Çeçenlere göre fikirlerini açık açık ifâde etmiyorlar.

Çeçen muhâcirlerin Çeçenistan’daki mevcut rejime bakışları nasıldır? Aralarında rejime muhâlefet noktasında bir müştereklik var mıdır? Fiilî savaş sona ermiş olmasına rağmen muhâcirlerin ana vatanlarına geri dönmemelerinin sebepleri nelerdir?

Sıcak savaş bitti ama zulüm devam ediyor. “Hangisi daha iyi” demezsin ama “hangisi daha kolay” Senin kafana bomba yağarken tabi o ayrı bir şey, kolay bir şey değil. Ama “her an gelip beni alabilirler” şeklinde bir korkuda yaşamak da kolay değil. Tabi ekonomik sıkıntısından dolayı, işsizlikten dolayı Çeçenistan’dan kaçanlar da var. Onlar genelde Türkiye’yi tercih etmezler, Avrupa’yı tercih ederler. Ama Türkiye’dekilerin %99’u diyebilirim, rejime karşı oldukları için buradalar.

Artık tamamen bağımsızlık falan da demiyoruz. Şu rejimin baskısı bu kadar çok olmasa idi, dönenler de çok olurdu. Yurtdışında yaşamak çok zor. Özellikle yaşlılar… Onlar hep bir haber bekliyorlar. “Ne zaman döneriz?!” Onlar Stalin döneminde de 13 sene sürgünde yaşamışlar. “O zamanki 13 sene bizim için çok uzun gelmişti, şimdi ondan da uzun oldu.” 20 sene kalanlar var… Biraz olumlu değişiklik olsa çoğu döner.

Çeçenler arasında sonradan ihdâs olunan hizipçilik fitnesiyle alâkalı – umûmî olarak- ne söylemek istersiniz?

Birinci savaş sonunda kazandık, böyle bölünmüş değildik. Ama sonra Ruslar bu konuda böldüler. Özellikle din algısında böldüler: Tarikatçılar, Vehhâbîler diye. Çok dağıldık. Şimdi de devam ediyor. Mevcut rejime karşı bakışlar da farklı oluyor. Bazıları “bu konulara şimdilik girmeyelim, rejime karşı bir yere geldikten sonra bunlara bakarız ” diyorlar.

İmam Şâmil zamanındaki tarîkât ile bunların söylediği târîkât farklı. Eskiden tarîkât mensupları kime karşı savaşmışlar? Onların tarîkâti ile bunların tarîkâtı farklı, bunlar Rus tarîkatı.

Siyâset bilimi ihtisâs etmekte olduğunuzdan dolayı şu suâli size hassaten sormak istiyorum: Rusya bundan yaklaşık bir-bir buçuk sene önce Suriye’ye Çeçen askerleri gönderme kararı almıştı. Sizce böyle bir adım Suriye’de çeşitli muhâlif gruplar içinde bulunan Çeçenlerin istikbâlde mevcut rejiminin başını ağrıtmaması için alınmış bir tedbir olabilir mi?

Çeçen asıllı Rus askerlerinin oraya gönderilmesini ben çok fazla önemsemiyorum. Onlar sürekli kullanıyorlar bu Kadirovcuları. Ukrayna’ya gönderdiler, orada da savaştılar. Kırım’ı aldıktan sonra, Donbask diye bir bölge var, Orada savaşmışlar bunlar. Suriye’de Ukrayna’daki gibi de savaşmamışlar bunlar. Suriye’de rejimin geri aldığı yerlerde Sünnî bölgelerde bunlar bulundular. Bunlar da -sözde- sünnî Müslümanlar ya, “bize yardım eden Rusya” imajını da göstermek için… Onların da çoğu geri döndü zaten. Benim bildiğim böyle. Suriye’de böyle. Ukrayna’ya gönderdiler, Ukrayna’da Çeçenlere bakış genelde pozitiftir. Bu algıyı bozmak için gönderdiler ama Orada başarılı olamadılar. Çünkü –belki duymuşsundureskiden Çeçenistan’da savaşmış, hatta general olmuş Îsâ Munayev diye bir Çeçen, Avrupa’da yaşıyordu, Ukrayna’ya geldi. Resmî olarak Ukrayna’nın da tanıdığı bir tugay oluşturdu: Cevher Dudayev Tugayı. Avrupa’dan gelen Çeçenler de O’na katıldılar. Sokaklara ismini falan verdiler, Ukraynalılar artık daha da seviyorlar. Rusya başarılı olamadı orada.

Suriye’de çeşitli muhalif grupların hepsi bir değil. Bunların içinde Daiş’te var. Daiş içerisindeki Çeçen varlığının azaldığı söyleniyor, doğru mu?

Işid’e katılanın da niyeti iyi olabilir, ama zulmeden bir gruptasın, onlardan birisi oluyorsun, niyet ne kadar iyi olursa olsun… Yaptığı işler ortada onların, yaptığı işleri görüp onlara katılıyorsan…

Ben eskiden de karşıydım. O grupların bölünmesi daha başlamadan, Çeçenler ilk gitmeye başladıklarında, o zaman fitne de yoktu. Karşı derken desteklemiyordum.

Bizim -Avrupa’dan olsun Rusya’dan olsun- okuyan, çalışan insanlar her şeyi bırakıyorlar. Orada -on olsun, yüz olsun- Çeçenlere ihtiyaç yok. Yani orada sayıya ihtiyaç yok. Ama yüz genç Çeçenler için çok büyük bir kayıp. Çeçenlerin hiçbir yerde ben savaşmasına gerek olmadığını düşünüyorum. Eğitimli insana, yetişmiş insana ihtiyaç var.

Suriye’de Çeçen olunca –Avrupa’ya 5 yaşında gitmiş, 20 yaşında artık; hiç savaş görmemiş. Sadece Çeçen olduğu için adam “Şişânî” oluyor, halbuki adam Avrupa’da, hiç savaş görmemiş. Artık dünyada böyle bir imaj var, bizimkiler de onu kabul ettiler artık. Sanki biz öyle olmalıyız ve öyle devam etmeliyiz. Onun için ayrı bir zaman var. Ama her yerde böyle savaşacak kadar, bizim o kadar nüfusumuz yok. Tam olarak bilinmiyor, hep bir milyon deniliyor.

Daha çok Çeçenistan’dan giden oldu, Avrupa’dan değil. “Bırakın gitsinler” demiyorlar ama çok kolayca çıkılıyordu, Türkiye üzerinden gidiyorlardı. 2014-15 civarında çok yoğun gidiyorlardı.

İşte o gençler… Oraya gidenler dönmezler genelde. “Gitsinler, ölsünler, iyi yolculuklar” Rusya böyle davrandı. Özellikle aileleriyle gidenler… Adam kendisi ölüyor, eşi teröristlerin elinde kalıyor. Ne olacak orada, Şimdi yüzlerce var orada hapishanelerde; kadınlar, çocuklar. Rejimin de elinde vardır ama çoğu PKK’nın elinde. Bazı çocukları verdiler; Çeçenistan’a, Dağıstan’a döndüler. Ama bayanlar hâlâ çok var.

Ruslar orada başarılı oldular. Onlar için çok doğru zamanda işlerine geldi. Yüzlerce gençler… Sonradan eğitim alıp da sonradan Çeçenistan’da bir şey olup da faydalı olabilecek gençler, hatta eğitimli insanlar da vardı. Onlar gidince ben daha da şaşırıyordum. Tıp okumuş adam… Bir iş yapıyor adam; evi satmış, arabayı satmış, her şeyi satıp gidiyor. Sonra pişman olanlar da vardır bayağı. Pişman oluyorsun ama geriye dönemiyorsun. Öyle ölenler de var, çıkamıyorlar oradan.

Çeçenistan’da savaş bitti ama oradaki savaş da Çeçenlerin savaşı gibi oldu.

Oradan gelen muhâcirlere; Avrupa’da olsun, başka yerde olsun; bir şey yapmak, yardım etmek istiyorsan maddî olarak yardım etseydin. Sen oraya gitmişsin; hem bizim için kayıp, hem de bir fitneye âlet olmuşsun. Oradaki fitne yabancılardan kaynaklanıyor, Onlar gitmeseydi bence o hâle gelmezdi. Bunlar gitmişler, komutanlar olmuşlar. “O Müslüman, bu Müslüman değil” diye tekfir ediyorlar.

Ben hatırlıyorum 2013-14’te rejim her gün kayıp veriyordu. Artık son aylar kalmış diye bekliyor herkes. Şimdi uzun zaman o hâle gelmez maalesef.

Sonuç olarak biz şunu görüyoruz: Çok iyi niyetli olarak zarar da verebilirsin. Akıl yoksa; yani sonuç ortada.

Kafkasyalılık mefhumu hakkında ne söylemek istersiniz? (Yandarbiyev¹⁵’in sözü bağlamında)…

Kafkasyalıların büyük çoğunluğu Ruslaşmış durumda. Kafkasyalılık çok doğru bir şey, sadece öyle olursa biz Rusya’dan kurtulabiliriz. Ama çoğu Ruslaştığı için büyük çoğunluğu bunu istemiyor artık. İsteyen halklar bile kendi aralarında da anlaşamıyorlar. Biraz önce konuştuk: Çeçenler ile İnguşlar arasında bile, İnguşlar en zor dönemde Rusya’ya bağlı kaldılar, isteyerek. Bizimle beraber hareket etmeyi istemediler.

Biz Kafkasyalılar her hususta çok yakınız. Kafkasya’da da birbirimizle hiç sıkıntı yok tarihte; birbirimizle hiç savaşmadık.

Yurt dışında da Kafkasyalı –Dağıstanlı olsun, İnguş olsun- kim olursa olsun sanki aynı milletten gibi yakın oluyoruz. Bizim bir komşu var mesela, Kabardey. Aynı sokakta İnguşlar da var. Biz -komşu olarak- onlara daha yakınız mesela…

Biz çok yakınız; dînî olarak da. Ama siyâsete gelince işler değişiyor. Çeçenler kendi arasında da değişiyor.

Şimdi Çeçenler’in yapması gereken kendi aralarında geleceğe dâir proje üretmek. “Biz ne yapmalıyız” Yani Kafkasyalılık çok ileride, daha mesâfe var. Ama oraya ulaşamaz isek başarılı olamayacağız.

Meselâ Yandarbiyev, Çeçenler arasında son yüz senenin en büyük entelektüellerinden birisi. Çoğu Çeçen O’nun ne kadar büyük birisi olduğunu hâlâ anlamıyorlar.

Biz kendi aramızda bir noktaya gelebilirdik ama bize dışarıdan müdâhale var. Rusya siyâsî olarak, ekonomik olarak, her konuda güçlü, yabancı bir ülkenin seçimlerine bile karışabiliyorlar yani. O yüzden Rusya’nın kendi problemi olduğunda -şuan yaptırımlardan dolayı- o zaman bir şeyler olabilir. Sovyetler tamamen dağılmadı, onu söyleyelim. Bugünkü Rusya, Sovyetlerin bir kısmı. Rusya da dağılmaya başlarsa, işte o zaman da yetişmiş insanlar olmazsa yine aynı durumda kalırız. Onların hep kadroları olur. Bizim de yetişmiş insanlarımız olursa bir hareket olur.

Mâlumunuz olduğu üzere 19. asırdan bu yana Türkiye’ye Kafkas sürgün ve göçleri vâkî oluyor. Son savaş döneminde Türkiye’ye hicret edenler ile eski muhâcir Çeçenler -ve daha geniş olarak Kafkasyalılar arasındaki sosyal dayanışma gözlemliyor musunuz? Sivil toplum çalışmalarına iştirâk ediyorlar mı?

İkisinin cevâbı da negatif. O konuda çok zayıfız. Sebebi; Türkleşmişler, dil yok. Dili unutunca kendini milletten koparıyorsun, bağın olmuyor. Millî dans ve şarkıları seviyorlar. Onlar hoş, güzel ama o kadar. Yılda bir kere anma programları, iftar programları; ama orada bitiyor.

Maddî yardım konusunda, zengin olan Çeçenler de var. “Gelen muhacirlere Türklerden daha fazla yardım yapıyorlar” diye bir şey yok. Gelen Çeçenlere sahip çıkmaya çalışan zengin Çeçen sayısı çok az. Ben öyle görüyorum.

İster mütekaddim olsun ister muteahhir olsun, muhâcir Çeçenlerle ictimâî münâsebetiniz nedir? Sivil toplum çalışmalarına iştirâk ediyor musunuz, Kafkasyalıların bu faaliyetlere alâkâsını nasıl değerlendirirsiniz ve bu çalışmaları muhacerettekiler/diaspora için de Kafkasya için de mühim görüyor musunuz? Türkiyeli gayr-i Çeçen Kafkasyalıların ve Türk milletinin savaş sırasında ve sonrasında, bugün muhâcir Çeçenlere karşı –umûm itibariyleensarâne muâmelede bulunduklarını düşünüyor musunuz?

Çeçenler sadece Türkiye değil başka Müslüman ülkelerde de varlar. Bu ülkelerin içinde en çok Türklerden ensarca muâmele gördüklerini söyleyebilirim. Özellikle savaşın başlarında. 2000-01 yıllarında daha aktifti. Sonra biraz düştü ama bu biraz da Çeçenlerden kaynaklanan bir durumdur. Bu biraz da kişiden kişiye göre değişir. Meselâ ben daha iyi insanlarla karşılaştım. Bir arkadaşım var, o da böyle çok sakin bir adam. Ama onun hep sıkıntıları oldu, her hususta. Ama genel olarak söylersek; Çeçenlerle anlaşmak böyle çok kolay da değildir; Türkler bu konuda başarılı oldular diyebilirim.

Muhâcir Çeçenlerin bir gün geri dönmek isteyeceklerini düşünüyor musunuz? Yoksa 150-160 sene önce sürgün edilen Kafkasyalılar gibi burada kalacaklarını mı düşünüyorsunuz?

Burada doğup burada büyüyenlerden kalmak isteyenler çok olur. Dönmek isteyenler de çok olur, özellikle yaşlılarda.

Eski dönemlerdeki muhâcirlerin durumu farklı. Sen memleketten geliyorsun buraya, artık tamamen kopmuşsun oradan. Bir kere gemiyle geliyorsun. Buradan iki saatte gidebiliyorsun şimdi. Akrabalarınla haberleşebiliyorsun. Tabi bazı gençler -özellikle dili unuttukları için utanıyorlar ve- akrabalarıyla görüşmüyorlar. Buradaki Türk arkadaşlarıyla büyüyor. O yüzden burada kalanlar olur ama dönenler de çok olur.

Kendimden bahsedersem; ben dönmek isterim. Gelecek nesil adına da burada kalmaktan ben korkuyorum. Orada az bir şey değişsin; ben dönerim. Burada kalırsak, görüyorum, işte bahsettik; Çeçenlerden bir şey kalmıyor. Bazıları için hiç önemli olmuyor ama benim için çok önemli. Çeçen, Çeçen olsun; Çerkes, Çerkes olsun; Türk, Türk olsun. Allah zaten “birbiriyle tanışsınlar diye kavimler hâlinde yarattık” buyuruyor.

Çeçenceyi yeteri kadar konuştuğunuzu düşünüyor musunuz? Burada mukîm Çeçenlerin Çeçenceyi unuttuğunu gözlemliyor musunuz?

Çeçence konuşuyorum tabi. Arkadaşlarımla ve ailemle sadece Çeçence konuşurum. Bazı Çeçenler de oluyor var, Rusça konuşurlar. Ama biz aile olarak öyle büyüdük. Ama yeterli mi? Tüm Çeçenlerde hatta Tüm Kafkasyalılar da var zaten, araya Rusça kelimeler sokarlar. Özellikle Dağıstan’da kendi aralarında direkt Rusça konuştukları da oluyor.

Ben Çeçence konuşurum ama gelecek nesil için zor. Dışarıda, okulda Çeçence olmadığı için aileye kalıyor. Onlar da hiç önem vermeyince… Aile de; hani kolay olması açısından oluyor ya… Mesela çocuk bir şey soruyor. Sen onu bildiği dilde söylüyorsun. Çeçencesini söyleyip Türkçeye tercüme edip çocuğu zorlamak istemiyorlar. Ama ailede de konuşmazsa dil unutulur.

Ama bazı anne-babalar da çok önem veriyorlar. Türkiye’de olsun, Avrupa’da olsun, nerede olursa olsun Çeçence konuşuyorlar.

Ama dediğimiz gibi Rusça kelimeler giriyor. Çünkü dili geliştirmiyor devlet. Çeçenistan’da okullarda Çeçence’ye hiç önem vermiyorlar. Çeçence seçmeli ders, durada Türkçe dersi olduğu gibi. Bütün Rusya’da yerel diller seçmeli olacak, çocuk isterse alır, istemezse almaz. Ve çoğu “dilimiz” diye sahip çıkmıyor, “çocuğa fazla yük olmasın” diye düşünüyorlar. “Çeçence, Tatarca gibi küçük halkların dilleri önemli değil.”

Matematik dersini falan bazı hocalar Çeçence anlatırlar. Ama “Çeçence” dersi zorunluydu, şimdi seçmeli oldu. Köylerde gençler Çeçence konuşurlar, Rusça’yı iyi bilmeyenler de olur.

Genel olarak eğitime önem vermiyorlar, daha özelde dile, Çeçenceye önem vermiyorlar. Rusya’ya bağlı olmanın acı sonucu böyle olur işte.

Sizce Çeçen âdetleri, Çerkes khabzesi ile Türk âdetleri birbiriyle örtüşüyor mu? Türkiyedeki Kafkasyalılar’ın kendi halklarından insanlarla evlenmeyi bir zaruret olarak addetmelerinde bu meselenin tesiri var mıdır?

Küçük halkların ortak tavrıdır bu.

Kültür olarak Türklerle çok farklıyız. Ben Çerkeslerin khabzesini tam bilmiyorum ama yine de Türklerle daha yakınız.

Evlenme meselesinde bu tavır gittikçe aşındı ama benim için önemli. Çünkü konuştuğumuz gibi dili korumanın yolu aileden geçiyor.

Benim bakış açımda, Türk olmasıyla bir alaka yok. Ama çocuk daha fazla anneyle vakit geçirir. Ve anne farklı bir milletten olunca; anne başka bir şey anlatır, baba başka bir şey anlatır. Benim gördüğüm örneklerde öyle ailelerden çocuklar “Çeçen” olmuyor.

Biz “küçük halk” olduğumuz için nüfusumuzu artırmak önemli. Bir Türk bir Çeçenden daha iyi olabilir, mesele o değil. Başkaları doğru buluyor ve yapıyorsa “yapma” diye tavsiye dağıtmıyorum ama kendim için böyle düşünüyorum. Hatta Ruslarla evlenenler de oluyor. Ona artık bir şey demiyorum.

Çeçen ananelerine yeteri kadar bağlı olduğunuzu düşünüyor musunuz? Aynı suâli Çeçen arkadaşların hakkında da düşündüğünde neler söylemek istersiniz? Sizce muhacir Çeçenler kültürlerini günden güne kayıp mı ediyorlar?

Daha çok büyükler dikkat ediyor. Gençler “şuna ne gerek var, buna ne gerek var” diye bırakıyorlar, hiçbir şey kalmıyor. Dil de buna bağlı, unutuyorlar. Avrupa’da da bu sıkıntı var. Bu aşınma küçük şeylerden başlarsa büyük şeylerde gitgide yok olur.

Mesela kocanın ismiyle çağırmamak gerekiyor. Ama bunu ne gerek var, diye bırakıyorlar. Mesela anne-babanın yanında kendi çocuğunla oynamak bizim âdetlerde hiç hoş bir şey değil. Senin kültürüne aykırıysa niye yapıyorsun? Böyle şeyleri korumak, onu yapanlar için de zor bir şey değil aslında ama bazıları düzene aykırı olmayı sever ya… Din de öyle bir şey yok, diyorlar. Dinde zorunlu mu böyle bir şey? Senin kültüründe varsa uymalısın. Gittikçe her şey böyle küçük görülür. Şimdi mesela Türklerin başka, ben Türklerin de korumasını seviyorum. Meselâ kız istemeye anne-babanın gitmesini Çeçenlerde yok, ama “Siz niye böyle gidiyorsunuz” demek saçma olur. Her halkın kendi kültürünü koruması lâzım. İslâm’a karşı olmayan kültürleri öğrenmek, yapmak güzel bir şey…

Burada Türkiyeli ya da muhacir Çeçen arkadaşlarınızla aranızda Çeçenistan’ın hâl ve istikbâline dâir konuşuyor musunuz? Aranızda hiç fikir ayrılığı oluyor mu, yoksa umumiyetle ortak bir temelde birleşiyor musunuz? Çeçenler arasındaki hizipçiliği bir siyâset-bilimci olarak nasıl yorumluyorsunuz? Çeçenistan ve umum Şimâl-i Kafkasya’nın istikbâlinin ancak mevcut hizipçiliğin izâle edilmesi sâyesinde parlayabileceği fikrine katılır mısınız?

Arkadaşlarla berâber zaten en çok Çeçenistan’ın mevcut durumuyla ilgili konuşuruz. Arkadaşlarla genel olarak aynı fikirdeyiz, detaylara girince farklı olabilir ama aynı düşüncedeyiz.

Bizim düşüncemize göre; Rusya’ya karşı silahlı kalkışma yapmamalıyız. Şuanda olsun, Rusya biraz daha zayıf olsun; -Rusya ne kadar zayıf olursa olsun- bize atacak bombaları her zaman bulurlar. Ve hiçbir devlet bize sahip çıkmaz, halklardan bahsetmiyorum. Çeçenistan’daki savaş üzerinden kimse Rusya’ya karşı çıkmaz.

Tekrar savaş bizim için felâket olur, biz hâlâ toparlanamadık.

30 sene önce çok güzel bir şanstı, o da olmadı. Şimdi beklemeliyiz, belki Rusya dağılır, ya da belki öyle insanlar devletin başına gelir ki; “istemiyoruz sizi” derler, öyle insanlar gelir siyâsette.

Kadirovlar gidebilir, Onların yerine başka insanlar getirirler. O sıkıntı olmaz. Sıkıntı, arkadaki Ruslar. Onlara karşı biz denedik, Son 30 sene de çok büyük iki tane savaş oldu. 30 sene önce, o zaman bizde birlik vardı, Rusya’da daha güçsüzdü. Yine de olmadı. Şimdi bizde bir birlik yok ama Rusya daha da güçlendi.

Eskiden hiç olmazdı, şimdi yeni yeni oluyor. “O zaman biz yanlış yaptık, Tataristan gibi kalsaydık Rusya içinde” diye düşünen Çeçenlerle ara sıra görüşüyorum. Ben bunu hiç desteklemiyorum. Şimdi böyle düşünmek kolay. 30 sene geçti, çok şeyler oldu. O zaman öyle bir karar almak yanlış mı, doğru mu diye düşünmek gerekiyor. O zamanlarda Dudayev’lerin, Yandabiyev’lerin kararını ben doğru buluyorum. Sıkıntı çevresinde yanında duracak kimseler bulamadık. Savaş da bitti, kazandık. Ondan sonra da bir şey yapamadık. O zamandan ileriye yönelik plan yapmak zor yani, ileride ne olacak, Sen onu bilemezsin.

Bizimkiler birçok teklif de ettiler, çok şeyden de geri adım attılar. Tataristan benzeri, biraz daha da geniş şartları kabul ettiler. Ama Onlar tamamen vazgeçsinler istiyorlardı, hiçbir şekilde kabul etmiyorlardı.

Bizim tarihimiz de o kadar mücadeleyle geçti. Yani şimdi ben “savaşa girişmemeliyiz” derken özgürlük için mücadeleden vazgeçmeliyiz demiyorum. Mevcut durumda böyle bir şey yapmak intihar gibi bir şey olur. Senin hiç gücün yok, nüfus daha da azalır.

O zaman da öyle değildi, herkes inanıyordu; “kazanmak için her şeye dayanırız…” Kimse “Rusya kazanır, biz böyle kalırız” diye inanmıyordu. Özgürlükten vazgeçmek tamamen tarihimizde her şey yanlış demek. Savaşta o kadar insanlar öldü, kayıplar, yaralılar var. O zaman İmam Mansur’dan başlıyor bu iş, oradan geliyor bu, başlangıç 91’de değil. Bazıları Dudayev’e suçluyorlar ya, o zaman Onları da suçlamalılar. Dudayev cumhurbaşkanı olmayı kendisi de istemiş değildi, “ben başkan olacağım” diye bir düşüncesi yoktu. O’nu çağırıp getirdiler. İmam Mansur zamanında da katliamlar oluyordu, Onların zamanında da mücâdele böyle oluyordu.

Biz hava durumu bekler gibi beklemeliyiz. O zamanlarda da hava durumu beklenmiş tabi, ama yanındaki insanlardan hiç beklenmedik gelişmeler oldu.

Meselâ Kadirov, müftü olmuş adam, birinci savaşta cihad için en radikal söylemler O’na âit. Maskhadov cumhurbaşkanı iken Kadirov müftüydü. Basayev’in söylemleri bile daha öyle değildi. Bu adam ajan çıkıyor. Sen bunu bilemezsin ki. İşte ikinci savaşı asıl bunlar yüzünden kaybettik, bunlar yüzünden çıktı savaş ta.

Birinci savaşta da Rusya’nın yanında duran Çeçenler Rusya’yı dâvet etti, öyle geldiler. “Muhâlefet” diyorlardı. Grozni’ye de ilk onlar girdi. Ruslar zaten “biz savaşa giriyoruz” diye gelmediler. İşte “orada Dudayev’e karşı Çeçenler var” diye geldiler. Moskova’ya “bize silah verin” diye gidenler vardı. Silah verdiler, tank verdiler. Rus askerleri de vardı, Onlar girdiler ilk olarak. Çeçenler arasındaki o kan dökme işini ilk onlar yaptılar. Sonra da bu hâle geldi.

Zaten silahsız biz beyaz bayrakla gidip alırız demiyorum. Oradaki rejime karşı zaten bir şeyler olacaktır. Ama bahsettiğim sıkıntı, bunların arkasındaki Rusya’yla doğrudan savaşmak, zor olan bu, bunu yapmamalıyız.

Rusya zaten söylüyordu, “Biz daha güçleniriz, öyle geliriz” diye. Ve gelirken de birinci savaşta sakladıkları ajanlarla geldiler. “ Ben Onları Çeçen olarak, kendi milletim olarak görmüyorum. Onlar Ruslardan daha çok Ruslaşmış. Bu düzen kaç senedir devam ediyor. Önemli olan orada bir şey olunca, kadrolar hazır olmalı.

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Epey uzattım ben, kusura bakma. Teşekkür ediyorum

Biz teşekkür ederiz.

EK 3 : Fatih Borz ile Mülâkât Metni
Fatih Borz, Çeçenistanlı -T.C. vatandaşı | Lise Öğrencisi

Öncelikle bize kısaca hayat hikâyenden bahsedebilir misin kardeşim?

Adım Fatih. 2001 yılının Eylül ayında Âzerbaycan Bakü’de dünyaya geldim.

Babam 1. ve 2. Çeçen savaşında savaşta bulunuyordu ve benim doğumumdan beri savaştaydı. Ömrüm boyunca iki veya üç kere görmüşümdür kendisini.

2007’de kadar Annem, bir ablam ve bir kız kardeşimle birlikte Bakü’de kaldım. Tabi o sırada Osetya, İnguşetya bazen de Dağıstan’a gidip gelirdik. Bakü’de Çeçen bir anaokulunda ve mevcudunu Çeçenlerin oluşturduğu birinci sınıfta okudum. Çeçenler orada bayağı fazlaydı, bir birlik içerisindeydik.

2008 yılında İstanbul Başakşehir’e geldik. Buraya gelince dil de olmayınca zorluk çektik ailemle birlikte. Çeçence ve Rusça biliyorduk, Âzerbaycan’da Rusça çok yaygın olduğu için Rusça konuşuyorduk. Okula başladığım zaman ilk sene Türkçe bilmeden okudum. Sonrasında Türkçe’yi öğrendim.

Tabi bu sırada 2010 yılında babam şehid oldu. Kendisi bir komutandı, küçük bir cemaatiyle birlikte savaşıyordu. Mekke’de ve Medîne’de İslâmî İlimler okumuş birisiydi.

90’lı yıllarda Çeçenistan’da Rus rejimin baskısı altında İslâm yasak bir şekilde görüldüğü için; Özbekistan’a gidip gizlice Müslüman kardeşlerimizin oluşturduğu yurt gibi bir yer vardı. Kafkasya’dan oraya İslâm’ı öğrenmeye giden Müslüman kardeşlerimiz vardı. Babam da onların arasındaydı. 17-18 yaşlarında oraya gitmiş, Özbekistan’dan –yanlış hatırlamıyorsam- Tâcikistan’a gitmiş. Orada da biraz ilim görmüş. Oradan da Mekke’ye gitmiş. Türkiye ve Moskova’dan Çeçen kardeşlerimizin maddî destekleriyle okumuş orada.

Tabi Çeçen savaşı başlayınca da bütün eğitimini yarıda bırakıp Çeçenistan’a dönmüş. Birinci savaş bitince eğitimine devâm etmek üzere tekrar Suudi Arabistan’a gitti. 2. Savaş çıkınca tekrar dönmüş, savaşmış ve 2010 yılında da şehid olmuştur.

Azerbaycan’da birinci sınıfı okumuştum, Türkiye’ye gelince tekrar birinci sınıfı okudum. Hiç Türkçe bilmiyorduk. Ben ablamla aynı sınıftaydık. Hiç Türkçe bilmediğimi, anlaşamadığımı hatırlıyorum. 5. Sınıfa kadar aynı sınıftaydık. Sonra o ayrı okula, ben ayrı okula devam ettik. Ablam lise zamanında liseyi açığa alıp Rusya’dan bir ücret karşılığı –ki bu Rusya’da çok yaygındır- lise diploması aldı ve üniversite sınavına girdi.

Büyüklerinden dinlediklerinizle Çeçenistan’ın ve umum Şimali Kafkasya’nın yakın tarihine dâir bildiklerini baz alarak son fiilî savaş hakkında neler söylemek istersin?

Ben bu savaşı kaybettiğimizi düşünmüyorum her ne kadar Ruslar fiilî olarak gâlib gelse de… Bu bence her şeyin bir başlangıcıdır.

–Bahsettiğin gibi- Dudayev  bir general olarak kalacaktı ama yaptığı bir devrim ile belki ileride çok farklı şeyler olabilir, diye düşünüyorum. Rusların savaşı kazanması hiçbir şeyi değiştirmez, şuan hiçbir şeyin bittiğini de düşünmüyorum.

Çeçenistan ve Kafkasya ve Türkiye tarihine tarihine alâkan ne kadar, şahsî okumalar yapıyor musun?

Kafkasya konusunda her bir Çeçen gencin okuduğu kadar yapıyorum. Kafkasya’nın özellikle 1800’lü yıllardaki mücâdelelesiyle ilgileniyorum. Ayrıca son dönemdeki savaş yıllarını da görgü şâhitlerinden dinliyorum.

Kafkasyalılık kimliği hakkında ne söylemek istersiniz? Sizce Kafkasyalı halklar ortak bir paydada birleşmiyorlar mı? (Yandarbiyev’in sözü¹⁶ bağlamında).

Allah rahmet eylesin.

Dînî olarak da, kültür paydasında birleşiyorlar. Karakter olarak da hepimizin birbirine çok benzediğini düşünüyorum ben. Ama şuanda Kafkasya’daki düşünceler pek bizim düşündüğümüz gibi değil. Dağıstan’da olsun, Çeçenistan’da olsun çok ağır bir ırkçılık var. Herkes kendi ırkını üstün görme çabasında. Kafkasya’nın genelinde çoğunluk olarak böyle. Şuanlık böyle, inşâallah böyle de devam etmez.

Ortak bir geçmişimiz var ama buna rağmen ortak bir geleceği çizememek acı…

Aynen. Gürcistan da dînî olarak ne kadar ortak olmasa da. O da bir Kafkas ülkesi ve karakter olarak, ruh olarak birbirimize çok benziyoruz. O yüzden hepimiz bir olmazsak Kafkasya olarak Ruslara boyun eğmeye mahkûmuz, böyle giderse.

“Kafkasya’nın sosyal olarak da siyâsî olarak da bir birliğe ihtiyâcı vardır” diyorsunuz yani?

Evet.

İster mütekaddim olsun ister muteahhir olsun- muhâcir Çeçenlerle ictimâî münâsebetiniz nedir? Sivil toplum çalışmalarına iştirâk ediyor musunuz, Kafkasyalıların bu faaliyetlere alâkâsını nasıl değerlendirirsiniz ve bu çalışmaları –muhacerettekiler/diaspora için de Kafkasya için de mühim görüyor musunuz?

Daha çok sonradan gelen Çeçenlerle berâberiz burada. Önceden gelenlerle pek ilişkilerimiz olmuyor maalesef. Onların asimile olduklarını düşünüyorum. O yüzden pek ortak noktamız olmuyor. Tabi illâki var, önceden gelenlerden Çeçen dostlarımız da var. Buraya sonradan gelip de aynı dili konuşmak daha hoş oluyor.

Sadece Çeçenlerle mi arkadaşlık kuruyorsun? Veya buraya yerleştikten sonra hayatında böyle bir dönem oldu mu?

Hayır tabiki. Öyle bir şey olmadı. Türklerden de, Kürtlerden de, Lazlardan da, herkesten arkadaşımız var.

Sivil toplum çalışmaları hakkında?

Türkiye’deki Kafkas derneklerinin yaptığı sivil toplum faaliyetlerini yeterli olduğunu düşünmüyorum. Daha sık olabilir. Sık sık bir araya gelmemiz gerektiğini düşünüyorum ben. Sadece bu iftarlarda ya da kahvaltı sofralarında değil de daha sık bir araya gelmemiz ve büyüklerimizin bizim gençlerimize tarihi ve Kafkasya’daki mevcut durumu anlatmaları gerektiğini düşünüyorum.

Başakşehir’de bir Kafkas Derneğimiz var. Şahsen, buradaki Çeçen dostlarımızla o dernekte aktif olarak bulunmaya çalışıyoruz.

Çeçenceyi yeteri kadar konuştuğunuzu düşünüyor musunuz? Burada mukîm Çeçenlerin Çeçenceyi unuttuğunu gözlemliyor musunuz? Ailenle Çeçence konuşuyor musun?

Aile içinde Çeçence konuşulur. Çeçen arkadaşlarım ile daha çok Çeçence konuşmaya çalışıyoruz, Türkçe konuşmamaya gayret ediyoruz. Kendi ana dilimizi unutmamak için. Eksik kaldığımız durumlar da oluyor tabi. Çeçenistan’daki Çeçenlerden dil konusunda eksik olduğumuz durumlar var, o yüzden kendimizi geliştirmeye gayret ediyoruz. Rusça’da lâzım oluyor tabi Rusça’da konuşuyoruz, Rusça da önemli.

Çeçence konuşurken cümle içinde sık sık Rusça kelimelerin girdiği doğru mu? Bizim burada Çerkesce/Adiğabze konuşulurken fazlaca Türkçe kelimeler sokuluyor mesela.

Aslında bu çok yaygın. Hatta sayılar genelde Rusça söyleniyor. Birçok kelime de Rusça söyleniyor. Bu ne kadar acı da olsa böyle.

Ama benim demin söylemek istediğim; araya giren Rusça kelimeler değil de, bazen Rusça konuşulması gerektiği idi.

Çünkü Türkiye’de yaşayan Çeçenler olarak Çeçenceyi unuttuğumuz gibi Rusçayı da unutabiliyoruz. O yüzden ikisinin de aynı anda konuşulması doğru olur.

Bizim gibi oradan gelip de aile içinde Türkçe konuşan, Çeçence konuşmayan insanlar var bildiğim. Bunu hiç hoş karşılamıyorum. Çünkü ana dili sonuçta, bizim orada “anne dili” diyorlar.

Annemizle bile konuşmuyorsak/konuşamıyorsak evladımıza geçmez.

Aynen öyle.

Çeçen ananelerine yeteri kadar bağlı olduğunuzu düşünüyor musunuz? Aynı suâli Çeçen arkadaşların hakkında da düşündüğünde neler söylemek istersiniz? Sizce muhacir Çeçenler kültürlerini günden güne kayıp mı ediyorlar?

Bildiğim kadarıyla âdetlerimiz devam ediyor. Çeçenistan’da olsun, yurtdışında olsun, çok önem veriliyor.

Gençler arasında peki? Çeçencenin unutulduğu kadar kültürün de unutulduğunu söyleyebilir miyiz?

Evet, gençler arasında oluyor. Özellikle Avrupa’da. Bunun sebebi bence vatanlarından uzak olmaları ve genç de oldukları için, ego tavan yaptığı için daha çok gündemdeki şeylere merak salıyorlar. Avrupa’daki gençliği çok iyi biliyoruz. Hep bir “elin oğulları”na özenme çabalarında bizim bu Müslüman gençliği. O yüzden aslında bütün Müslümanlar asimile oluyor.

Evlilik konusunda diasporadaki halklarımızın tavrı konusunda ne düşünüyorsun?

Çeçenistan’da bunun şart olarak görülmesi çok sık görülüyor. Belki kendi soyunun devam etmesi için böyle düşünüyorlardır.

Yurtdışında da böyle. Ama evlenen oluyor tabi ve Çeçen olmayan birisi ile evlenen pek hoş karşılanmıyor, Çeçenistan’da ve Çeçenler arasında. Burada aslında kendi halkı dışından evlilik yapan çok var ama onlar da hoş karşılanmıyor.

Bir Müslüman, herhangi bir ırktan bir Müslümanla evlenebilir, eyvallah ama ben daha çok Çeçenlerin Çeçenle evlenmesi taraftarıyım. Öyle olması daha doğru olur. Bir Türk’le evlenildiği zaman kültürün gelecek nesle yeteri kadar aktarılamadığını düşünüyorum.

Burada Türkiyeli ya da muhacir Çeçen arkadaşlarınla aranızda Çeçenistan’ın hâl ve istikbâline dâir konuştuğunuz oluyor mu? Aranızda hiç fikir ayrılığı oluyor mu, yoksa umumiyetle ortak bir temelde birleşiyor musunuz?

Bizim Çeçen arkadaşlarımızla Çeçenistan’ın geçmişi ve geleceği hakkında yeterince konuştuğumuzu düşünüyorum. Fikir ayrılığı şimdiye kadar olmadı çok şükür. Ama olsa da illâ ki bir ortak yol bulunur.

Çeçenistan’ın geleceğine Çeçenlerin karar vermesi gerekiyor. Ama şuanda öyle değil tabi, ileride inşâallah öyle olur.

Bir gün Çeçenistan’a dönmeyi düşünüyor musun? Ve muhâcir Çeçenler, Çeçenistan’a ileride bir gün dönerler mi sence?

Burada bulunmamızın tesâdüf olduğunu düşünmüyorum. Çeçenistan’a bir gün döneceğiz inşâallah ama şuanki hükümet altında değil. Gerekiyorsa şuanda Çeçenistan’da bulunan bu hükümeti değiştirmek için elimizden geleni yaparız ama şuanki devlet altında orada yaşamayı düşünmüyoruz, diğerlerinin de böyle düşündüğünü düşünüyorum. Şuanki rejimden dolayı Çeçenistan’dan göçler gitgide artıyor. Çeçenistan’da çok ağır bir diktatörlük var ve şuanki rejimin altında yaşanması mümkün değil.

Çeçenistan dışında doğan yeni nesil var. Burada hayatlarını kuranlardan Çeçenistan’a dönmeyecek bir kitle olduğunu düşünmüyor musun?

Böyle bir kitlenin olması gerçekten çok üzücü. Ben mesela ileride evlendikten sonra yurdumdan uzakta yaşamak istemiyorum, her ne kadar oraya gitmek istemesem de. Sırf çocuklarımın Çeçence konuşmaması korkusundan dolayı…

1864 Büyük Çerkes Sürgünü’nde gelenler de bir gün geri dönme hayâli ile gelmişlerdi. Ama O zamanın şartları ve imkânları çok farklıydı. Sizce böyle olma ihtimâli var mı?

Kim bilir, belki de öyle olur ama tek diyebileceğim inşâallah böyle bir şey olmaz.

Biliyorsunuz; 1944 yılında da Çeçenler ve İnguşlar topyekûn Orta Asya sibirlerine sürgün edildiler. Ama 1957’de anavatanlarına dönmelerine müsaade edildi. Tabi biraz öncesinde kaçak yollarla dönenler vardı. Ama neticede böyle bir geri dönüş oldu. 13 sene anavatanından uzakta olanlar geri döndüler. Bu iki göçü de yaşayan insanlar da var aramızda. Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?

Teşekkür ederim, sağolun.

Biz teşekkür ederiz. Allah râzı olsun bu röportaj da hayırlara vesîle olsun. Ayrıca Çeçenistan’ın ve bütün Kafkasya’nın daha güzel günlerini yaşarken konuşuruz bir başka zaman.

İnşâallah.

 

Dipnotlar:

¹ Çeçenistan’ın Sovyetler Birliği içerisindeki resmî ve idârî yapısı Çeçenistan Sovyet Sosyalist Otonom Cumhuriyetiydi. (ÇSSOC)
² 27 Ekim 1991 tarihinde bu târihî seçimleri dünyanın 23 farklı ülkesinden ve beynelmilel kuruluşlardan gelmiş olan gözlemciler tâkip etmiştir. Bknz: http://www.cerkesya.org/kafkasya/tarih/kafkasya-kronolojisi/1169- cecenistan-kronolojisi
³ Bu antlaşmaların ilki Birinci Savaş’ın nihâyetinde Dağıstan’da akdedilen Hasavyurd Anlaşması’dır. (1996) Ertesi sene içerisinde “ilişkilerin geliştirilmesi” meyânında bir dizi anlaşmalar daha imzâ edilmiştir. Beynelmilel hukuk kâideleri gereğince iki devlet diplomatik münâsebet yoluyla birbirlerini tanımış kabul edilirler. Tafsilât için aşağıdaki makaleye bknz: http://ajanskafkas.com/makale/kafkasya/cecenya/hukuki-perspektiftencecen-cumhuriyeti-ickerya/
⁴ Komite 1. Çeçen-Rus savaşı sonrasında Çeçenistan’a yönelik yardım faaliyetleri tertipleyen sivil toplum kuruluşudur. Türkiyeli yerli Çeçenler tarafından kurulmuş olan komite, buradaki muhâcirlerin muhtelif sorunlarıyla da ilgilenmiştir. Tafsilat için bknz: EK 1, shf: 1,2.
⁵ Medet Önlü, Türkiye’nin en meşhur Çeçen köyü olan (Kahramanmaraş-Göksun) Çardaklıdır. Suikast ve cinâyet davası ile alâkalı tafsilatlı bilgi için Bknz: https://medeticinadalet.org/suclular-nerede/ (Medet İçin Adâlet Platformu)
⁶ EK 2, shf: 2,3 .
⁷ EK 1, shf: 5,6 .
⁸ “Özellikle yaşlılar… Onlar hep bir haber bekliyorlar, “ne zaman döneriz?!” Onlar Stalin döneminde de 13 sene sürgünde yaşamışlar. “O zamanki 13 sene bizim için çok uzun gelmişti, şimdi ondan da uzun oldu.” 20 sene kalanlar var… Biraz olumlu değişiklik olsa çoğu döner.” EK 2, shf: 4
⁹ Fatih Borz, Bu düşüncenin anavatanda da yaygın olduğunu ve sadece Ruslara karşı değil, sâir Kafkasyalı anasıra da şâmil olduğunu söylemiş ve bunun sebebinin küçük nüfuslu olan halkının nüfusunu muhafaza etme gayretinden kaynaklandığını söylemiştir. EK 3, shf 4. Bizim de şâhid olduğumuz bu durum ve iştirâk ettiğimiz bu tesbit Çerkesler gibi diğer Kafkasyalı unsurlar için de aynen cârîdir.
¹⁰ Birbirini tanımayan İslam Ahmar ve Fatih Borz tarafından gelen bu tenkidlerdeki ifâdelerin bile birbirine yakın olması muhatablarımızın bu meseledeki ortak hissiyâtın en bâriz tezahürüdür. Bknz: EK 2, shf 6 ; EK 3 shf 3.
¹¹ EK 1, shf:7,8 ; EK 2, shf:6 ; EK 3, shf:2.
¹² YANDARBİYEV, Zelimhan, Bağımsızlığın Eşiğinde, shf:176
¹³ Makâle içinde doğrudan faydalanılan ve atıfta bulunulan metinlerin linkleri dipnotlar vâsıtasıyla verildiğinden burada sadece web sitesini zikretmeyi münasip gördük.
¹⁴ Mülâkât sonrası yaptığımız tahkîkâtımızın neticesinde merhum K. Yura’nın dönemin RF Adalet Bakanı olduğunu ve mezkûr görüşmedeki muhatabının Başbakan Çernomirdin olduğunu öğrendiğimizden bir tashih notu düşmek ihtiyacı hissettik. Tafsilât için bknz: http://www.kafkasevi.com/index.php/article/detail/221
¹⁵ Suâlde atıfta bulunduğumuz bu söz, S.Y.’in Bağımsızlığın Eşiğinde eserinde geçmektedir. Bknz: bu mkl. sh8.
¹⁶ Suâlde atıfta bulunduğumuz bu söz, S.Y.’in Bağımsızlığın Eşiğinde eserinde geçmektedir. Bknz: bu mkl. sh8.

 

 

Yazan Editör - Oca 21 2020. Kategori Dünya, Gündem, İktibas, Kültür Sanat, Politika, Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.