Osmanlı’nın Son Kurşunu: Şehid İsmail Enver Paşa
OSMANLI’NIN SON KURŞUNU: ŞEHİD İSMAİL ENVER PAŞA
22 Kasım 1881 yılında İstanbul Divanyolu’nda doğan İsmail Enver Bey’in babası Surre alayı emini Sivil Paşa Ahmet Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. İlköğrenimine İstanbul’da başlayan Enver Bey, babasının Manastır’a atanması üzerine öğrenimine burada devam etmiştir. 1894’te Manastır Askeri İdadisi’ne başlamıştır.
Enver Paşa lise öğrencisiyken 1897’de Girit olayları ve Türk-Yunan savaşının patlak verdiği yıllarda siyasi, sosyal fikirleri edinmeye başlar. 24 Aralık 1902’de Harp Akademisi’nden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun olur ve Manastır’da bulunan üçüncü orduya atanır.
Manastır dönemi, İsmail Enver Bey ile Abdülhamid Han arasını açan o malum olay yaşanır. Enver Bey, Bulgar isyanları devam ederken Rus konsolosu Mösyö Rostkovski’nin Türk askerine yüksek perdeden konuştuğuna şahit olur. Konsolos, Nüzhetiye Karakolu’nun önünden geçerken jandarma eri Halim, konsolosa saygı göstermez ve akabinde Rus konsolos kırbaçla Türk erine doğru yürürken Halim konsolosu öldürür. Jandarma eri Halim, namus-ı askerisinin muhafazası kaidesince vurduğunu söylese de Enver Bey’in itirazlarına rağmen Halim Abdülhamid Han’ın onayıyla Divan-ı Harp mahkemesince idam edilir.
Bu olay, Enver Bey’in mevcut idareye, yani Sultan Abdülhamid’e karşı çıkmasına sebep olur. Bu vakıayı bilmeden “Abdülhamid düşmanıydı Enver” diyenlere ithafen anlattım.Bu olay da mevzu şudur. Bürokratik ilişkiler açısından bakarsak, Abdülhamit Han haklı sayılabilir. Asker gözüyle bakarsak, Enver Paşa haklı sayılabilir. Tarih, bunlar göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Kuru kuruya, pohpohçu bir anlayış ile tarih anlatılmaz.
1904 ile 1906 yılları arasında 54 çete savaşına girip hepsini kazanan Enver Paşa, bir savaşta yaralanmıştır. Bu başarıları onun kısa sürede binbaşı olmasını sağlar. Enver Paşa 1904’te yüzbaşı ve 1906’da binbaşı olur. Bu sebepler göz önüne alındığında, erken terfi nedeni, saraya damatlık gibi hurafeler değil, başarılı cesur ve atak bir subay olduğu hakikatidir. Yıllardır Kemalistler ve siyasal İslamcıların “hayalci, maceracı” sıfatına büründürerek nefretlerini kustukları bu adam Rumeli’de, Ortadoğu’da, Afrika’da destansı mücadeleler vermiş ve vatanını müdafaa etmiştir. Dönemin hükümeti ise Ruslarla yapılan antlaşma dolayısıyla Balkanlardaki mücadeleyi durdurmuş, Rusların Panslavizm politikasına çanak tutmuştur. Nitekim Slav birliği politikasında Ruslar başarılı olmuşlardır. Bu başarıları, Sovyetlerin yıkılışına kadar devam etmiştir.
9 Haziran 1908 tarihi, Enver Paşa’nın kısa hayatının en doğru ve radikal kararına şahitlik eder. Reval Görüşmeleri’nde İngiltere ve Rusya Rumeli’ye göz koyarken mevcut yönetim bu duruma tepkisiz kalınca, Enver Paşa ve Resneli Niyazi Bey dağa çıkar.
Enver Paşa, 23 Temmuz 1908’de Köprülü’de Hürriyeti ilan eder. Sultan Abdulhamid de, gelişmeler doğrultusunda Meşrutiyet’i ikinci kez ilan etmek zorunda kalır.
İkinci Meşrutiyet’in akabinde Enver Paşa, Berlin’e askeri ateşe olarak gider. Enver Paşa burada iken, Alman ordu geçit törenini izler ve ordu disiplininden etkilenir. Bu hadiseyi kız kardeşi Hasene Hanım’a yazdığı mektupta anlatır. Enver Paşa, Alman hayranı değildir. Sultan Abdülhamid Han orduyu tanzim için nasıl Almanlarla işbirliği yaptıysa, Enver Paşa’nın yaptığı da bu disiplini görüp takdir etmektir. Mücadele ile dolu bir hayatı “Alman hayranı” diye kestirip atmak bedbahtlığına, izansızlığına Allah kimseyi düşürmesin.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1911 yılında Selanik’teki genel merkezinde bir toplantı yapmış ve Trablusgarp konusunda tavır belirlemiştir. İsmail Enver Paşa, “Osmanlı Hükümeti (Kamil Paşa Hükumeti) İtalya karşısında geri adım atarsa Trablusgarp’ta geçici bir hükümet kurulacak ve gerilla savaşı yapılacaktır” demiştir. İşte Enver Paşa buydu. İnandıkları için pervasızca canını ortaya koyabilen, görev aşkı ve riskini omuzlarında taşıyan, Anadolu ve Balkanlar’a sığmayıp, Afrika’ya koşan koca bir küheylan…
İtalya, 29 Eylül 1912’de Trablusgarp’a saldırdığında Enver Paşa kendi ifadesi ile “İslam dünyasının beklediği ahlaki görevi yerine getirmek” için Trablusgarp’a gitmiştir. İtalyanların saldırısından daha çok önce orada olan Enver Paşa, 28 Ekim 1911’de cenk meydanındadır. Trablusgarp cephesinde iki kez şarapnelle yaralanmıştır. Mustafa Kemal, Kuşçubaşı Eşref, Fethi Okyar, Halil Kut ve Nuri Killigil gibi henüz otuzlu yaşlarda olan bu şahsiyetler ve Senusi Tarikatı’nın da desteğiyle İtalyanlar bozguna uğramışlardır. Bu cephedeki başarıları münasebetiyle Enver Paşa yarbaylığa yükseltilmiştir. Sahadaki başarıya rağmen Balkan Harbi nedeniyle Osmanlı Hükümeti, İtalyanlarla Uşi Antlaşması’nı imzalayarak Trablusgrap’ı İtalyanlara geri vermek zorunda kalmıştır. Bu dönemlerde, meşrutiyet ilan edilmiş olmasına rağmen “İngiliz” lakaplı Kamil Paşa ve hükümetinin 1912 sonunda Londra Konferansı’nda teslimiyetçi bir politika izlemiş olması, Enver Paşa ve arkadaşlarını rahatsız etmiştir. Mektuplarında, “çok sevdiğim vatanımın kaderini, elleri titreyen korkak bir grup ihtiyar vasiyetnamesini imzalıyor” demiştir. “Edirne’yi hiçbir çaba göstermeden kaderine terk ederse hükümet, ben bu orduyu terk edeceğim, açıktan açığa harp çağrısında bulunacağım” demiştir.
Bu dönemde damad-ı şehriyar olan Enver Paşa’nın ikbal derdinde olmadığı, vatanperver duyguları ile hareket ettiği aşikardır. İttihat ve Terakki Cemiyeti kararı almıştır; Bâbıâli basılacak, şehit kanlarıyla yurt edinilen topraklar korkak yöneticilerin idaresine ve iradesine bırakılmayacaktır.
Tarihler 23 Ocak 1913’ü gösterdiğinde Ömer Naci, Beyazıt’tan Gülhane’ye kadar halka nutuk arar. O dönemde yarbay olan Enver Paşa, beraberinde Talat Paşa, Yakup Cemil, Sapancalı Hakkı, Mustafa Necip ve İzmitli Mümtaz ile Bâbıâli’ye gitmiştir. Bir manga İttihatçı’nın verdiği baskında, Harbiye Nazırı Müşir Nazım Paşa’nın “hadsiz pezevenkler hani bana söz vermiştiniz?” hakaretine cevap, Yakup Cemil’in “Nagand” markalı tabancasından gelir. Bu korkaklar, düşmana söyleyemedikleri hakareti bakraçtaki süt gibi berrak İsmail Enver Paşa’ya söyleyince, Yakup Cemil, Müşir Nazım Paşa’yı şakağından vurduktan sonra dönüp Enver Paşa’ya “bunların dilinden Nagand anlar” demiştir.
Bâbıâli baskınında Mustafa Necip Bey vefat eder. Bâbıâli baskınının asıl nedeni iktidarı ele geçirmek değil Edirne’nin elden çıkmasını önlemektir. “İngiliz” lakaplı Sadrazam Kamil Paşa’ya istifa dilekçesini imzalattıran Enver Paşa, dilekçeyi saraya götürmüştür. O sıra Bâbıâli’nin önü İttihatçıların meşhur hatibi Ömer Naci’nin “yaşasın millet, yaşasın ittihat” nidaları ile inlemekteydi.
Yeni sadrazam, padişahın tayiniyle Mahmut Şevket Paşa olmuştur. Edirne’yi alma konusunda sınıra kadar iznini ancak verebilen Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Enver Paşa’nın deyimiyle “umut bağladığım ödlek” olarak nitelendirilmiştir. Sadrazam’ı kastederek “orduyu harekete geçirecek cesaretleri yoksa emir beklemeden ben bunu yaparım” demesi, Enver Paşa’nın kararlı bir asker olduğunun nişanesidir.
Enver Paşa’nın kararlı tutumuna dayanamayan hükümet gerekli izinleri vermiş ve Enver Paşa 22 Temmuz 1913’de Edirne’ye girmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey “yüzyıllardan beri ilk defadır ki Osmanlı Devleti elden çıkardığı bir yeri Avrupa’nın karar ve baskısına rağmen geri almıştır” demiştir. Artık Edirne fatihidir Enver Paşa… Şehit Hünkar Murat Hüdavendigar mirası olan Edirne’yi geri almanın verdiği huzuru tarife, kelimeler kifayetsiz olsa gerek… Ve Enver Paşa, 3 Ocak 1914’te Ahmed İzzet Paşa’nın yerine Harbiye Nazırı olur.
İlk icraatı, orduyu zayıflatan unsurların ortadan kaldırması olmuştur. Sayısı binden fazla yüksek rütbeli, yaşlı subaylar emekliye sevk edilmiştir. Orduyu yenilemiş ve bütçeden fazla para talep etmemiştir. Bütçeden yüzde yirmibeş pay alan ordu, yüzde on beş almıştır.
Enver Paşa, yaşlı ve yüksek rütbeli, liyakatsiz ve makam işgal edenleri, korkakları tasfiye etmiştir.
Enver Paşa’dan önceki, 1912’de Bulgarlardan kaçan ordu, iki yıl sonra Enver Paşa önderliğinde Birinci Dünya Harbi’nde beş cephede müdafaa ve taarruz yapabilecek duruma gelmiştir. Diğer yandan Enver Paşa’nın isteği ile Süleyman Askerî Bey tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa, Balkanlar’da, Trablusgarp’ta, Bingazi’de, Irak’ta, Lübnan’da, Suriye’de, Mısır’da, Hindistan’da, Rusya ve Anadolu’da istihbarat ve direniş faaliyetleri ile Birinci Dünya Harbi sonrasında başlayan Milli Mücadele’nin başarılı olmasında etkili olmuştur.
Enver Paşa Harbiye nazırı olduktan sonra yaşanan en büyük gelişme, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi olmuştur. Bu mevzuda Kemalistler, siyasal İslamcılar, komünistler, yani tüm “izm”ler hep şunu demişlerdir: “Savaşa girmeseydik keşke; Enver’in Alman hayranlığı bitirdi bizi” gibi zehirli dillere pelesenk olmuş yalanlar yahut cahillikler…
Uzun yıllardan beri ahlaksız ve cahil çevreler tarafından Osmanlı’nın yoktan yere savaşa girdiği, İttihatçıların bunu hayalperestlik ile yaptığı anlatılmakta. Gereksiz yere harbe girmek gibi bir iddianın ne kadar asılsız ve yanlış olduğunu, Hamidiye kahramanı Rauf Orbay’ın hatıratında kaleme aldığı yazılardan öğrenelim: “Şuracıkta şimdilik kısaca söyleyeyim ki, Enver Paşa fevkalade dürüst, efendi, namuslu bir adamdı. Hele her şeyin üstündeki vatanperverliğine toz kondurmak imkanı yoktur. Onun hakkındaki tek ittiham da memleketi Umumi Harbe sokmasıdır. Bence bu ittiham da varit değildir. Zira biz Umumi Harbe girmemiş olsaydık, o zaman İngilizlerin müttefiki olan Ruslar Türkiye’ye girerlerdi. Biz eğer harbe girmemiş olsaydık, Rusya’da Bolşevik İhtilali olmaz, Çarlık idaresi devam eder ve bu idare hele bir büyük harbin galibi olunca, öteden beri göz diktiği Boğazlar ve İstanbul’u mutlaka ele geçirmek yolunu tutardı. Öte yandan müttefikimiz olan Almanlar da, para veriyorlar, top veriyorlar ve harbe girmemizi istiyorlardı. Pek sıkışmış bir durumdakilerin bu istekleri idare edilemezdi. Zira o zaman Almanlar bizi bırakmış olsalardı, bittik demekti. Kısaca, bizim 1914’te Birinci Cihan Harbi’ne girmemiz, bence kesinlikle zorunlu idi.”
Osmanlı devlet adamları savaşa girilse de girilmese de topraklarımızın pay edileceğini, Rusya’nın boğazı ele geçirmek için ayı gibi saldıracağını biliyordu. Yani savaşa girmezsek filler dövüşecek, karıncalar ezilecekti. Alman hayranı vb. ithamı olanlar da herhalde ya bizim İtilaf Devletleri denilen İngiltere, Rusya, Fransa tarafında ittifak aradığımızı, İngiltere’nin bu teklifi reddettiğini bilmiyorlar ya da bunlar, Enver Paşa’ya ve arkadaşlarına iftira atmak isteyen hokkabazlardır.
Enver Paşa’nın her daim ziyaret edip sohbetinden istifade ettiği Ahıskalı Ali Haydar Efendi, İttihatçıların 1913’den 1919 yılına kadar devam eden iktidarlarında danıştıkları ve şer-i kanunlarını tesis ettirdikleri zât. Bugün İsmailağa tarikatı diye bilinen topluluğun üstad kabul ettiği insan. Birinci Cihan Harbi’ne giriş ile alakalı tarihi bir vesika paylaşıyorum;
Başkumandan vekili Enver Paşa’nın beyannamesi şu ifadelerle başlamaktadır: “Allah’ın inayeti, Resûlullah’ın imdâd-ı ruhâniyesi ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı kahredecektir.” Beyannâme’nin orta kısmında şu ifadeler vardır: “…Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Resûlullah’ın ve Sahabe-i Güzîn efendilerimizin ruhları uçuyor…” Bu ifadeler şöyle sadeleştirilebilir: “Allah’ın desteği, Resûlullah’ın ruhânî yardımı ve mübarek Padişahımızın hayır duasıyla ordumuz düşmanlarımızı yere serecektir.” “…Hepimiz düşünmeliyiz ki, başımızın ucunda Resûlullah ve onun seçkin arkadaşlarının ruhları uçuyor…”
İslam ülkelerini cihada davet beyannamesi: Bu beyanname Meclis-i Ali-i İlmî (Yüksek ilim Kurulu) tarafından hazırlanmış ve Halife sıfatıyla Sultan Reşad tarafından imzalanmıştır. Beyannamenin altında en üst seviyeden toplam 34 alimin imzası da vardır. Bunların arasında üçü eski, birisi görevde olmak üzere dört şeyhülislam ve İttihatçıların Fetva Emini Ali Haydar Efendi de vardır. Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmektedir:
“… Dîn-i mübîn-i ilâhîsi namına cihada şitâbân olan müslimîni her bir hususta mazhar-ı fevz ve nusret buyuracağı inâyet ve eltâf-ı celîle-i samâdânîden mev’ûd ve şeriat-ı garrây-ı Ahmediyenin i’lây-ı şânı içün fedây-ı cân ve mal eyleyen ümmet-i nâciyesine zahîr ve destgîr olmak içün ruhâniyet-i mukaddese-i nebeviyye hazır ve mevcuddur.”
Beyannâme’nin son paragrafı da şöyledir:
“Ey mücâhidîn-i İslâm Cenab-ı Hakk’ın nusret ve inâyeti ve Nebiyy-i muhteremimizin meded-i ruhâniyetiyle a’dây-ı dîni kahr ve tedmîr ve kulûb-i müslimîni sermedî seâdetlerle tesrîr eylemeniz va’d-ı celîl-i ilâhî ile müeyyed ve mübeşşerdir.
Bu ifadeleri de şu şekilde sadeleştirebiliriz: “Allah’ın açık dini adına hızla savaşa çıkan Müslümanları her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine onun yüce lütuflarıyla söz verilmiştir. Hz. Ahmed’in aydınlık şeriatını yüceltmek için canını ve malını feda eden ümmet-i nâciyesine arka çıkıp elinden tutmak için Resûlullah’ın muhakaddes ruhu hazır ve mevcuttur… (Kaynak:Muharrem 1333 (23 Kasim 1914) tarihli Beyannâme, Cerîde-i ilmiyye, Muharrem 1333 tarihli nüsha, Sayi 7, s. 456 ve 457.)
Ali Haydar Efendi ve Enver Paşa arasındaki muhabbet budur. “Enver Paşa laikti” diyenler için bu misali verdim. İttihatçılar hükmettikleri dönemde Ali Haydar Efendi ve diğer üç mezhebe de vakıf alimlerden oluşan fetva eminliği kurumunun korunması için gayret etmişlerdir.
Said-i Nursi’ye Ermeni tehciri bahsi sorulduğunda şu meşhur cevabı vermiştir. Said Nursi, İstiklâl Harbi senelerinde, İstanbul’da “Sünuhat” isimli bir eser neşretmiştir. Bu kitabın “Rü’yada bir Hitâbe” kısmının devamında, düşmanların İttihad Terakki erkânına ve bu arada Enver Paşa’ya Halim Paşa’ya olan şiddetli hücumları karşısında Said Nursi, o vatanperverlerin yanında yer almıştır. Said Nursi bu meseleyi; düşmanların bu kahramanların azim ve sebatkârlıklarından, İslâmiyet düşmanlarının zehirlerine vâsıta olmayışlarından dolayı desteklediğini ifade ediyor ve diyor ki:
“Bence yol ikidir. Mizanın iki kefesi gibi… Birinin hiffeti, ötekinin sıkletine geçer. Ben tokadımı Antranik’le beraber Enver’e; Venizelos ile beraber Halim’e vurmam. Nazarımda, vuran da sefildir.” Antranik, Ermeni çetecilerinin meşhur şefidir.
Said-i Nursi’nin Enver Paşa’ya bakışı budur. Merak eden, Enver Paşa Türkistan’da iken ona yazdığı mektuplara da bakabilir. Talat Paşa için “Yahudi uşağı, din düşmanı” gibi ithamlar iftiradır. Dönemin muhalifleri mason localarında hafiyelerden korunmak için takılmışlardır. Kaldı ki Mason teşkilatını ilk kapatan Enver Paşa’dır. (Kaynak:TDV İslam Ansiklopedisi – Masonlar ve Enver Paşa)
Talat Paşa, Ramazan ayında ikindi sonrası mukabeleyi geri getiren, sadarette iken de evden getirdiği sefer tasıyla yemeğini yiyen adamdır. Sultan Vahdeddin kendi tabiriyle “Talat eğer yetiştiği ortamda kirlenmeseydi, biz onunla bu vatanı kurtarırdık” demiştir. Talat Paşa’nın hataları günahları elbet var, lakin tekfir edilecek bir din düşmanlığı yoktur. Talat Paşa’nın, düşmanlarının nezdinde dahi en mühim vasfı da bugün belki en çok muhtaç olduğumuz israftan kaçan, dürüst, vatanperver bir sadrazam olmasıdır. Talat Paşa 1903 yılında girer Mason teşkilatına. Komitacı bir karakteri olduğu için ve istediklerine ulaşmak için. Osmanlı’da 1700’lü yıllardan beri vardır Masonlar. Her localarına giden onların uşağı değildir. İttihat ve Terakki dönemi de devletin en çalkantılı dönemidir.
Bazıları da vardır ki o döneme ait malumatı Hüseyin Rahmi Gürpınar ya da Falih Rıfkı gibi satılık kalemşörlerden ibarettir. Sen, Prof. Zeki Velid Togan, Prof. Sina Afşin desen de, onlar Kemal Tahir’den okurlar mesela İzmir suikastini. Hüseyin Cahit Yalçın, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin gibi ittihatçılar için müsbet manada kalem oynatan edebiyatçılardan da, belge yoksa tarih okunmaz. Yanlı olur, çünkü onlar ittihatçıdır. Hülasa tarih belgesiz asla okunmaz. Okursanız eğer ,Kadir Mısıroğlu gibi herkese “dinsiz, vatansız” gibi ithamlar kullanırsınız.
Yakın tarihimizde Enver Paşa kadar yanlış değerlendirilen iftira atılan başka bir adam yoktur.
Trablusgarp’a, Yemen’e gider “İslamcı” derler. Haritanın diğer ucundaki Sarıkamış’a gider “hayalci, maceracı, Turancı” derler. Oysa bizim esir toprağımızdır Sarıkamış. “Kışın o soğukta niye gitti?” derler. Halbuki gereken gerektiği anda yapılmaz mı? Siz de haklısınız, yaza kadar beklense ve kırılıp katledilseydi ya halk!
Enver Paşa, kardeşi Nuri Paşa(Killigil) komutasında 1918’de Kafkas İslam Ordusu’nu Almanlar ve Ruslara rağmen Azerbaycan’a gönderir. Enver Paşa Almancı olsa Almanların istememesine rağmen niye göndersin orduyu?
Sarıkamış cephesini, vatan ufku Edirne’den Kars’a kadar olanlar asla anlayamaz. Bu cephe sadece Erzurum ve Kars’taki Rusları temizlemek için açılmamıştır. Türk cihan hakimiyeti idealinden izler taşıyan bu savaşın taarruz planı Enver Paşa tarafından çizilmiş, harp tarihi açısından önemli bir savaştır. Hafız Hakkı Paşa’nın 24 Aralık’ta Bardız geçidinde ve 25 Aralık’ta Sarıkamış’ta olamaması harp planını sekteye uğratmış ve planın başarısız olmasına neden olmuştur. Enver Paşa hakkında “doksan bin” yalanı ve olumsuz propagandanın sahibi Köprülü Şerif’tir. Milli Mücadele’de Enver Paşa aleyhinde propagandaya çanak tutulduğu yıllarda yazmıştır.
Şehit üzerinden yapılan matematiği sevmesem de, tarihe ışık tutması açısından şunları söylemek istiyorum. Prof. Dr. İlber Ortaylı’ya göre 26 bin, Mehmed Niyazi hocaya göre 23 bin, Nevzat Kösoğlu merhuma göre 35 bin, Murat Bardakçı’ya göre de 40 bin şehidimiz vardır. Hülasa bu yalana çanak tutup yazan Kemalist ve siyasal İslamcı sözde tarihçilerin, Çanakkale’de Enver Paşa’nın adını anmadan Mustafa Kemal Paşa övgüsü yapmaları, abesle iştigaldır.
Çanakkale, Trablusgarp, Kut’ül Amare gibi zaferle taçlanmış cephelerin başbuğudur İsmail Enver Paşa. Enver Paşa’yı Sarıkamış’a mahkûm etmek isteyenler gaflettedir. Enver Paşa, Türk ve İslam’ın cihan mefkûresine iman etmiş, bu uğurda mücadele etmiştir. Derviş isimli atı, gâh Balkanlarda komitacılara karşı şaha kalkmış, gâh Trablusgarp’ta, Bingazi’de İtalyanlara nal toplatmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda kazanılan, kaybedilen tüm cephelerin Harbiye Nazırı Enver Paşa’dır. Türk’ün şehidinin sayısı değil mücadelesinin ulviliğidir mühim olan. Emperyalist İngilizlere karşı bir mücadele verilmiştir. Kut-ul Amare’de tokatlansa da İngilizler blok olarak kazanmıştır.
Osmanlı Devleti Mondros’u imzalayınca İttihat ve Terakki Cemiyeti kendini fesheder. Enver Paşa, Kafkasya cephesine İttihad-ı İslam sancağıyla yola koyulur. Deniz yolu ile Kırım’a geçer. Yollar tutulu olduğu için Rusya’ya geçemez, Berlin’e gider. Bolşevik lider Radek ile görüşmelerinden sonra irtibatlar sağlanır ve Paşa nihayet Rusya’ya varır. Rusya’da Başkurt Türklerinin komutanı ve büyük tarihçi Prof. Dr. Zeki Velidi Togan ile görüşür. Basmacı Hareketi ve Türkistan hakkında bilgi alır. Togan hocaya söylediği şu ibretlik ifadeler ise, paşanın devlet ve millet aşkının tezahürüdür: “Türkistan için mücadele lazım, zaten mukadder olan ölümden korkarsak köpek gibi yaşamayı seçersek, hem geçmişlerimizin hem de geleceklerimizin lanetlerine müstahak oluruz. Halbuki kurtuluş için ölmeyi göze alırsak, bizden sonrakilerin hür ve bahtiyar olmasını temin etmiş oluruz…” Bu sözünün hakkını 1921 yılında Buhara topraklarına girerek vermiştir. Devletmend Bek, İbrahim Bek ve Şirmed Bek gibi Basmacı liderlerinin, korbaşıların mücadelesinde önder olmuştur. Yaptığı konuşmanın özeti ise “Damad-ı Şehriyâr olarak Yavuz Sultan Selim Han’dan sonra yıkılan Türkistan-Osmanlı köprüsünü inşaya geldim. Türkistan, Rusya’nın kölesi olamaz. Bu uğurda cihad edelim. Allah yolunda savaşalım; ya gazi oluruz, ya şehid” mahiyetindedir.
Bu konuşmasından sonra korbaşıların oy birliğiyle meşveret sonucu Türkistan İslam Ordusu Başkumandanı ilan edilir.
Enver Paşa, Basmacı Hareketi’ne hız vermiş ve kısa sürede teşkilatlandırmıştır. Bu durumdan rahatsız olan ve ağır zayiatlar veren Ruslar, 4 Ağustos 1922 yılında Belcivan yakınlarında Abidere Köyü’nün Çegan sırtlarına kahpece mevzilenirler. O gün Kurban Bayramı’dır. Enver Paşa harçlık dağıtır, bayramlaşır. Çegan sırtlarından yükselen tüfenk ve mitralyöz mermileri, Kurban Bayramı’nda Türkistan’ı inletir. Açılan ateş hanımlara ve çocuklara isabet etmesin, kesilsin diye bir manga korbaşı ile ateşe doğru ilerler.
Başında kalpağı, belinde çifte su verilmiş kılıncı ile ilerlerken Ulu Pamir eteklerinden yükselen güneşe takılır gözleri. Naciye’sinin ve Türklüğün özlemiyle atın dizginlerini salıverir. Ateş kusan mitralyözlere doğru sürerken atını, titremeyen ellerin tuttuğu misrin kılıncı ile ona yakın Rus’u haklar. Ermeni mitralyözünden çıkan kurşun, Paşa’nın kalbine saplanır ve İsmail Enver Paşa şehit olur. Cenk meydanında başlayan destan, cenk meydanında dünyevi olarak son bulur. Ukbada müdafaacısı olduğu Türkistan topraklarının erenleri olan Sarı Saltuk, Ahmet Yesevi, Şah-ı Nakşıbend ve İmam Muhammed Buhari ile haşrolunacağı ebedi alem yolculuğunun tabiri caizse şehadet biletini almıştır. Dündar Taşer, Büyük Osmanlı Devlet Anlayışı İdeali kitabında diyor ki: “Beni Osmanlı tarihine yönelten, “fenâ fi’d devle vel mille” tabiri olmuştur. Devlet ve millet yolunda eriyen Osmanlı paşaları için kullanılan bu tamlama tasavvufta “fenâfillâh” makamı olarak karşımıza çıkar. Enver Paşa kırk bir yıllık hayatının her safhasında devlet ve millet yolunda erimiştir. Hem de devletin en buhranlı döneminde, umudun rafa kalktığı dönemde erimiştir. Nevzat Kösoğlu merhumun deyimiyle: “Büyük düşünmek, büyük rüyalar görmek, büyük zamanların görüntüleridir. Oysa devlet çöküyordu ve çökerken bile bunlar yüreklerindeki ve kafalarındaki büyüklükleri terk etmiyorlardı.”
Enver Paşa, devlet ateş çemberinden geçerken dahi Türk-İslam aleminin çığlıklarına nefes olmanın derdini kararlı bünyesinde muhafaza eder. Paşa, inandıklarını en kavruk adamlara haykırmaktan da hayıflanmaz. Vatanı için dağa çıkması, Edirne için sadrazama ihtar çekmesi misal olarak verilebilir. Kırk bir yıllık ömrüne insan havsalasının kolay kolay alamayacağı işleri sığdıran Enver Paşa, bu yazdıklarımdan fazlasıdır elbette… Milleti için tetik düşüren parmaklar, Naciye’si için de aşk dolu mektuplar kaleme alır.
Enver Paşa’nın hayatının ve şehadetinin büyüklüğünün, Türklük ve İslamlık davası ile mücehhez olduğunun işaretlerinden biri de Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan hocanın sözleridir. Hocanın mana dolu lafzı aynen şöyledir: “Enver Paşa, Türkistan toprağında şehadetiyle, bu ülke ve Türk tarihindeki en büyük görevi yapmıştır.”
Devlet ve millet yolunda eriyen kırk bir yıllık hayatının şehadetle nasiplendiği Şehid Enver Paşa’nın aziz hatırası önünde edeple eğiliyor, ihtiram gösteriyorum. Aziz ruhu şad, mekanı cennet olsun. Ruhuna el Fatiha…
Mehmet ŞENTÜRK