Çeçenya-Dağıstan-İnguşetya Toprak Sorunu
Geçtiğimiz aylarda, Çeçen Cumhuriyeti ve İnguş Cumhuriyeti arasında yaşanan toprak ve sınır geriliminin bir benzeri, bu kez Çeçen Cumhuriyeti ve Dağıstan Cumhuriyeti arasında yaşanıyor.
1944’teki Stalin sürgününden bu yana süren toprak sorunları, esasen Stalin’in, Çeçenlerin tüm nüfusunu bir soykırım projesi çerçevesinde Sibirya ve Asya’nın başka bölgelerine sürgün etmesiyle birlikte başladı.
13 yıl süren sürgünde neredeyse nüfuslarının tamamını kaybeden Çeçenler, 13 yıl sonra dönebildikleri ana yurtlarına geldiklerinde, kendilerine ait topraklara Rus yönetimi tarafından başka etnik unsurların yerleştirildiğini gördüler.
O günden bu güne kadar topraklarını geri alabilmek için yer yer diğer etnik unsurlarla çatışmalar da yaşayan Çeçenler, kendileriyle aynı soydan gelmelerine rağmen Rusya’nın da teşvikiyle müstakil bir cumhuriyet haline gelen İnguşetya’dan sonra, şimdi de Kuzey Kafkasya’daki diğer sınır komşusu ve çok derin tarihsel-kültürel bağları olan Dağıstan’la benzer bir sorun yaşıyor.
İnguşetya’yla yaşanan toprak sorununda İnguş yönetimi, tarihsel olarak Çeçenler’e ait olan bölgeleri Çeçenlere geri verme kararı almış, ancak bir kesim İnguş halkının protestosu, gerilim yaşanmasına sebep olmuştu. Benzer bir gerilim birkaç haftadır da Dağıstan’da yaşanmakta. Çeçenler, komünizm döneminde ‘böl-parçala-yönet’ zorbalığıyla cetvelle sınır çizilerek ve zorla kendilerinden alınmış topraklarını geri isterlerken, bu kez Dağıstan’da çeşitli tepkiler cereyan etti.
Kuzey Kafkasya kamuoyunda ve Türkiye’de yaşayan Kafkas diasporasında bu gerilimlere karşı gösterilen tepkiler ise hayli ilginç.
Mevcut Çeçen yönetiminin Rusya Federasyonu yanlısı politik bir çizgide olması, hadiselerin değerlendirilmesinde tarihsel gerçeklerin önüne geçmiş durumda. Birçok yerel tarihçi ve araştırmacı, mevcut Çeçen yönetiminin (ve halkın) taleplerinde haklı olduğunda hemfikirler. Ancak yine de yaşanan gelişmeler birçok kesim açısından Kuzey Kafkasya’da bir ‘Kadirov yayılmacılığı’ olarak değerlendiriliyor.
Bu değerlendirmelerin ve algının bir ilginç yönü de şu ki, aslında Kuzey Kafkasya’da, Rusya Federasyonu yanlısı olan yerel yönetim yalnızca Ramzan Kadirov iktidarı değil. Kuzey Kafkasya’nın diğer özerk bölgelerinin yönetimlerinin Rusya yanlısı politik tercihleri, mevcut Çeçen yönetiminden çok daha fazla eski ve derin. Hatta defalarca ve yüzlerce yıl boyu bağımsızlık için Rusya ile çatışan Çeçen halkı, bu noktada diğer Kuzey Kafkasya özerk bölgeleri tarafından defalarca aldatıldıklarını düşünüyorlar ve bağımsızlık noktasında diğer Kuzey Kafkasya bölgelerine artık pek güvenmiyorlar.
Rusya Federasyonu yanlısı birçok Kuzey Kafkasya özerk bölgesi ve Rusya ile yaşanan savaşlar sonrasında neredeyse yok olma noktası gelip, şimdilerde yeniden toparlanan ve hızla kendilerine yeni bir yol haritası arayan Çeçen halkı arasındaki söz konusu toprak ve sınır gerilimleri, bitecek gibi görünmüyor.
Konu hakkındaki tartışmalar da öyle…
Diğer Rusya yanlısı Kafkas özerk bölge yönetimlerini hiçbir şekilde tartışma konusu yapmayan ama konu sadece Çeçenler olduğunda ‘Rusya yanlısı politikaları’ hatırlayarak, Çeçen halkının haklı ve tarihsel gerekçelere dayanan taleplerine karşı bile sürekli ve anlamsız (aslında çok anlamlı ama başka bir tartışma konusu) bir teyakkuz halinde yaşamaya devam eden, en haklı durumlarda bile Kadirov yönetimini bahane ederek Çeçenlere karşı harekete geçen diasporaların durumu da değişecek gibi görünmüyor.
Mevcut Çeçen yönetimi ise tarihsel gerekçelerle Çeçenlere ait olduğunu öne sürdükleri ve Çarlık ve özellikle Sovyet Rusya işgalleri dönemlerinde yaşanan soykırım-sürgün olaylarında kaybettiklerini öne sürdükleri topraklarını almakta kararlı görünüyor.
Netice olarak şunları söyleyebiliriz;
Çeçenlerin, diğer Kuzey Kafkasya halkları veya yönetimleri ile süren toprak ve sınır sorunları, Kadirov yönetimi bahane edilerek gözardı edilemez. Bu adaletsiz bir tavır olur.
Zira bu sorunlar, bağımsızlık yanlısı lider, şehit Cahar Dudayev döneminde de mevcuttu. Hatta Cahar Dudayev’in, 90’lı yıllardaki Çeçen-Rus savaşları esnasında Çeçenlerden ayrılarak Rusya safına geçen İnguş yönetimine “bizim kimseye verecek kadar çok toprağımız yok, akıllarını başlarına almalılar” dediği, birçok yazılı kaynakta halen mevcut.
Yine aynı tarihlerde Cahar Dudayev, kendi imzaladıkları konfederasyon anlaşmasını ihlal ederek Rusya yanlısı açıklamalar yapan, Musa Şenıbe gibi bir kısım kuzeybatı Kafkasyalı sözde konfederasyoncunun “Çeçenler bağımsızlığa karar verdiler ama bizim halklarımız Rusya sınırları içinde yaşamaya kararlıdır” gibi açıklamalarını sert bir şekilde eleştirerek “diğer Kafkasya halklarının onlar gibi düşündüklerini sanmıyorum” demişti.
Hülasa…
Bugün Çeçenlerin İnguşlardan ve Dağıstanlılardan geri istedikleri toprak parçaları, zaten binlerce yıldan bu yana Çeçen yerleşim yerleri. Kimse kimseden bir şey gasp etmiyor.
Çeçenlerin tarihsel gerekçelerle dile getirdiği bu meselede diğer Kafkas halklarına düşen, Rusya tarafından çizilmiş sınırlarla Çeçenlerden koparılan toprakların Çeçenlere iadesini engelleyerek zaten mevcut olan sorunları büyütmek değil, Rus yayılmacılığının yarattığı sorunlar kronik hale gelmeden, hadiselere adil bir yaklaşım olmalıdır.
Şu da var ki; Çeçenlerin haklı gerekçelerine rağmen diğer Kuzey Kafkasyalı halklar, Stalin’in 80 yıl evvel bölgedeki düşmanlıkları körüklemek ve kalıcı kılmak için adeta hediye ettiği Çeçen topraklarını kendilerinin toprağıymış gibi benimseyebiliyorlarsa ve Kuzey Kafkasyalılar 80 yıl önceki bu hırsızlığı hazmedecek mideler taşıyorlarsa, diyecek bir şey yok. O halde kimin eli ağırsa, bir doğa yasası olarak sorunları da o bitirecek.
“Kadirov yayılmacılığı” gibi aslında meseleyle alakasız yakıştırmalar ise zaten ciddiyetten çok uzak. Çünkü aynı ciddiyet(!) ve mantık, aynı sorunun adının, 20 yıl öncesi için de “Dudayev yayılmacılığı” koyulmasını dayatır. Bunu yapabilecek olan var mı diye bakınıyoruz ama göremiyoruz. “Çeçen yayılmacılığı” başlıklı yabancı dilde yazılmış bir köşe yazısını tercüme edip, başlığını “Kadirov yayılmacılığı” olarak değiştiren ve Türkiye’de ilk kez gündeme taşıyan Ajans Kafkas’ın bu mesele özelindeki kurumsal görüş ve tavrını da merak etmiyor değiliz.
Şamil İGDE