Bir Dil Nasıl Güzelleşir

Dilleri dil yapanlar, birtakım alaylı hatta âlim dilciler değil, milletlerdir; milletlerin, dile bir güzellik ve bir güzel ses vermek için yaratılmış, kadın, erkek, adsız evlâtlarıdır.

Bir de milletlerin dillerini seven, anlayan ilâhî bir güzellikle kullanan, büyük şâirlerdir.

Esasen bir millet için büyük şâir demek, milletinin dilindeki güzel sesi duyan ve duyuran insan demektir.

Bunun bizde de Batı ülkelerinde de unutulmaz örnekleri, örnek şâirler ve nesircileri vardır.

Böyle şâirler için cümlelerle mısralar bir mûsikî parçası; kelimelerle heceler, birer nağme ve birer nota’dır. Yine böyle şâirler için, dillerinin güzel kelimeleri, asırlarca duymuş, düşünmüş ve söylemiş ataların dillerinde işlenmiş, hem ses hem mânâ bakımından nice güzellikler kazanmış birer târihî, mücevher kelimedir; öylesine parlak ve kıymetli varlıklardır.

Böyle, şâirler, dillerini nasıl, hangi anlayışla işlerler?

Bunun çok parlak bir misâli Fransızcaya ve Fransız şiir lisânına hizmetleriyle tanınmış, büyük Fransız şâiri Malherbe’dir.

Malherbe, Fransızcayı yüksek ve çok güzel sesli bir şiir dili hâline koymak için bilgiyle, şuurla ve en mühimi sabırla işlemiş, müstesna bir şâirdir.

Bunu bilen Fransızlar, dillerine ve şiirlerine öylesine hizmet eden ve bu XVII asır şâirini; Fransız klasik şiirinin kurucusu saymış, onu her zaman saygıyla anmış ve ona Fransız şiirinin babası diyerek, çok şerefli bir mevki vermişlerdir.

Fransızcada, eski Yunan ve Latin dillerinde ve yeni Avrupa lisanlarında olduğu gibi, şiirde aruz yaratan bir uzun hece sistemi yoktur. Uzun hece, dilleri âdeta tek sesli olmaktan kurtarıp çok sesli yapan ve dillerde büyük müzikalite sağlayan kıymetli ses unsurudur.

Malherbe böyle sihirli bir unsurdan mahrum olan Fransızcayı, şiirde her imkâna baş vurarak bir mûsikî lisânı yapmak için çalışmış, Fransızcada bunun sırlarını aramış ve bulmaya muvaffak olmuştur.

Malherbe, herşeyden önce Fransızcanın gramerini çok iyi biliyordu. Ancak onun gramer anlayışı, müteassıp gramercilerin katı bir kaidecilik içinde ziyan edip somurtkan hâle koydukları kuruluktan uzaktı. O, gramerde de yine dilin güzelliğini yaratan sırları arıyordu.

Kelimelerini, klasik bir devirde, Fransız klâsisizminin kurulduğu bir çağda yaşadığı halde, halk dilinden alıyor, fakat klasik bir zevkle ve îtinâ ile seçiyordu. Dilde Yunan ve Latin kelime ve kaidelerine muarızdı. Kökü hangi dilde olursa olsun fransızcalaşmış kelimenin ne demek olduğunu büyük bir millî şuurla anlamıştı. Fransızcayı millî bir hassasiyetle seviyor fakat o târihlerde Fransa’da görülen kelime uydurma hareketine şiddetle muarız bulunuyordu. Kelime türetmekten nefret ediyor, halk içinde yaşayan kelime’lerin nasıl birer cevher olduklarını çok iyi anlıyordu. Malherbe’in asil kelimeleri, bu halk dilinden seçilmiş kelimelerdi.

Bir şiir üzerinde, onu Fransızca şiir’e lâyık bir eser hâline koymak için yıllar yılı işlediği oluyordu.

Hatta bu yüzden, onun dünya şiir târihine mal olmuş bir de vak’ası vardı. Verdun Belediye Reisi’nin genç yaşta ölen Rose: Gül isimli kızı için Malherbe bir mersiye yazıyordu. Fakat bu mersiyenin yazılması çok uzun sürdü. Belediye Reisi, matemini unuttu, hatta, vakit geldi, Reis de bu dünyadan ayrıldı. Şiir ancak bu uzun zaman içinde bitti.

Malherbe’e:

“İyi ama dediler, sen bu şiiri Belediye Reisi’ni teselli için yazmıştın. Hâlbuki artık ortada teselli edecek bir kimse kalmamıştır.”

Malherbe bu îtirâza şu târihî cevâbı verdi:

“Kabahat bir şiirin yazılacağı zaman kadar yaşayamayan Belediye Reisi’ndedir.”

*

Malherbe’in böyle, bir kuyumcu gibi ve bir minyatür işler, bir tezhib yapar gibi işlediği şiir dili, onun hemen her mısraına ayrı sağlamlık ve bâzı mısrâlarına da ebedîlik vermiştir. Malherbe’in bu mısraları söylemek için bulduğu mûsikî sırrı, seslerin tenevvü esâsına dayanıyordu. Şâir hemen her mısraı bir bütün cümle hâlinde söylüyor ve bu mısrâların hemen hepsinde dilin bütün seslerini kullanmaya çalışıyordu. A, e, i, o, u, ö, ü, sadâlarıyle sesli kelimeleri bir mısra içinde toplayarak ve bir sesten ötekine geçerek; kalından inceye, inceden kalma atlayarak, dilde büyük bir mûsikî sağlıyordu. Aynı sesli harfi, meselâ a veya e sesini, o da mecbur kalmadıkça üstüste iki defadan fazla kullanmıyordu. (Bu, bizim zavallı dilcilerimizin büyük ses uyumu dedikleri monoton ahenk anlayışına tamâmiyle zıt bir görüşle, dile hareketli bir mûsikî sağlıyordu.)

Meselâ Türkçede tasalanacak gibi, üstüste beş a sesiyle yahut mutluluğumuz gibi, üstüste beş u sesiyle teşekkül etmiş kelimeleri şiirde kullanmamak; buna mukabil gönül gibi lâle gibi; anne gibi, ölüm, cihan, toprak, ateş, surâhî, yasemin v.b. kelimeleri kullanarak Yahya Kemal’in:

Fark etmez anne toprak ölüm maceramızı mısraında görülen ses hareketini yaratmak, Malherbe’in Fransızcada ses tenevvü anlayışına bir örnek olabilir. Tevfik Fikret’in:

Bugün sıcak yine pek sanki ortalık yanıyor

mısraında da böyle bir mûsikî vardır. Ve sesler: u – ü – ı – a – i – e – e – a – i – o – a – ı – a – ı – o tertibiyle, yalnız bir yerde iki e sesi kullanılarak sıralanmıştır.

*

Malherbe, kızı Rose’un ölümü dolayısıyle Verdun Belediye Reisi Monsieur du Perier’ye yazdığı teselli mersiyesinde “Iztırâbım ebedî mi olacak du Perier? Babalık sevgisinin ilham ettiği hüzünlü düşünceler bu elemi durmaksızın arttıracak mı?”

Diyor ve şiirinin bir mısraını da:

Et rose elle a vecu ce que vivent les roses (E roz ela vekil sekö viv leroz)

kelimeleriyle örüyordu. E, o, e, a, e, ü, ö, ö, i, e, o, harfleriyle seslendirilen bu mısrâda; üst üste gelen iki ayrı ö sesi dâhil, hiçbir ses iki defa tekrarlanmıyordu. Şiirin mânâsı aşağı yukarı, “Gül, bir güldü ve güller kadar yaşadı” duygusundaydı.

Bu duygu ve düşünce, kısaca, bu tema, dünya şiirinde hiç de yeni değildi. Daha Dâvud Peygamber’in Mezâmîr’inde; “insan ömrü sabahleyin açılan ve akşam üstü dökülüp saçılan bir gülün ömrü kadardır” mealinde bir mısra vardı. Bu gün adım bilmediğimiz bir Türk manî şâiri de aynı temayı:

Dere boyu saz olur
Gül açılır yaz olur
Ben yârime gül demem
Gülün ömrü az olur

diye, âdeta Türkçenin dehâsını dile getiren, çok hareketli bir ahenk içinde söylemişti. Bu söyleyişin, Türkçenin incilerinden biri olduğu hemen hiç kimse tarafından belirtilmedi. Şiiri söyleyen asil Türk şâiri de onunla adını ebedîleştirmek kaygısında değildi.

Fakat Fransa’da vak’a böyle olmadı. Fransızlar Malherbe’in bu mısraını Fransız şiirinin beş mucizesi arasında saydılar. Malherbe, Fransızcayı da işleyip güzelleştiren bu mısrâıyla bir kere daha ebedîleşti. Çünkü Malherbe, bir dil nasıl güzelleşir? Bunun sırrım kavramıştı. Çünkü Malherbe Fransızcayı, Fransa kadar candan seviyordu.

Çünkü Malherbe, ana dili üzerinde sevgi ile, bilgi ile, şuurla ve sabırla işliyordu. Ona tek bir uyduruk kelime katmıyor, onu Fransız halkının kullandığı kelimelerin en güzellerini seçerek güzelleştiriyordu.

Bir cümle ile Malherbe, Türkçeyi yıkanlar gibi değil Fransızcayı yapanlar ve yaşatanlar gibi çalışıyordu.

*

Aynı şâirin, Dördüncü Henri İçin Duâ adlı bir başka manzumesinin son iki mısraı daha, Fransız şiirinin mucizeleri arasında yer almıştır. Bunlar:

La moisson de nos champs lassera les faucilles;
Et les fruits passeront la promesse des fleurs.

mısrâlarıdır. “Tarlalarımızın verdiği mahsûl oraklarımızı yoracak ve meyvalar çiçeklerin vâdettiğinden fazla olacak…” mânâsındaki bu söyleyişte de şâir aynı anlayışa uymuş ve bilhassa şiirin son mısraında u sesinden başka bütün sesli harfleri kullanmış ve mümkün olduğu kadar ses tenevvüüne dikkat etmiştir.

Bunun içindir ki aynı şiirin XIX. asırda “De la musique avant toute chose: Herşeyden önce mûsikî (yi gözet!).. diyen bir başka büyük şâiri, Paul Verlaine, hemen bütün şiirlerinde, Malherbe’in başladığı yolda gelişen Fransızcanın bu sırrını kullanarak, milletinin edebiyat sanatına ebedî şiirler kazandıran meslektaşları arasına girmiştir.

Onun, tanınmış bir şiirindeki:

Mon Dieu, mon Dieu la vie est lâ: “Tanrım! Tanrım! Hayat işte bu!” gibi mısrâlarda ve aynı şiirin:

Qu’as-tu fait, ö toi que voilâ
Pleurant şans cesse,
Dis, qu’as-tu fait, toi que voilâ
De ta jeuness?

mısrâlarıyla bitişinde, hep böyle işlenmiş bir lisânın mûsikî mucizeleri vardır.

Nihad Sami Banarlı

Kaynak: Edebi Fikir – Türkçenin Sırları, Nihad Sami Banarlı, Kubbealtı Neşriyat, 53. Baskı, İstanbul, Sayfa 37-43.

 

Yazan Editör - Haz 15 2019. Kategori Gündem, İktibas, Kültür Sanat, Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.