Sürgün Faciasından

1923 yılında doğdum. Babam Çarlık Rusyası’na askerlik yapmamak için Türkiye’ye kaçmış ve orada üç yıl yaşamıştı. Üç yıl sonra Türk pasaportu alarak Kırım’a dönmüş. Kırım’da 1929 yılında ailemiz “Kulak” yani zengin ilân edilerek mallarımıza ve eşyalarımıza el kondu. Altı yaşındaydım ve eşyalarımızın arabalara doldurulup götürülmesi gözümün önünden hiç gitmez. Babam kaçak olarak Moskova’ya gitti ve Türkiye Büyükelçiliği’nden Türk vatandaşı olduğumuza dair belgeler getirdi. Böylece mallarımıza ve eşyalarımıza Sovyet hükümetince el konulamayacağını söyleyerek mallarımızı geri talep etti. Yalnızca bir ineğimizi geri alabildik. Bu olaydan sonra babam çok yaşamadı. İki yıl sonra 47 yaşında öldü. Biz üç çocuk yetim kaldık.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman işgaline giren Kırım 1944 baharında Kızıl Ordu tarafından geri alındıktan sonra, Akyar’da savaşan askerler dinlenmeye köyümüze gelmişlerdi. Bazıları bizim evde yaşıyorlardı. İçlerinde subay olanı bir Kazan Tatarı idi. Ben genç olduğum için onunla oturup uzun uzun sohbet ederdik. Adı Zakir’di. O günü akşam üzeri eve geldi. Sıkıntılıydı. Köyde askerler evleri dolaşıp tespitler yapıyorlardı. Önce bu yazıcılardan söz açtı, sonra, “Sana bir sır vereceğim. Çok gizli bir şey söyleyeceğim. Sizi yarın sabah erkenden Kırım’dan çıkaracaklar, sürgün edecekler” dedi. İnanmadım. Evdekiler de inanamadı. O gece nöbeti olduğunu ve gece evden ayrılacağını, bizim uzun bir yolculuğa hazırlanmamızı söyledi. Gece üç civarında evden ayrılırken yine hazırlanmamızı, yola dayanabilecek gıdalar almamızı söyledi ve çıkıp gitti. O gittikten bir-bir buçuk saat sonra, tam derin uykuya dalmak üzereyken kapımız dövülmeye başlandı. Kalkıp kapıyı açsak, iki asker karşımızda. “Hazırlanın! Çabuk hazırlanın! 5 dakika mühlet size!” diye bağırdılar. Uyku sersemi bir şey anlayamadık. Bunun Sovyet Hükûmeti’nin kararı olduğunu, sürgün edildiğimizi, Kırım’dan kovulduğumuzu söyledi askerler.

Evimizin yanında bir mezarlık vardı. Bütün köy halkını oraya topladılar. Daha sonra kamyonlara doldurarak Bahçesaray’daki Süren istasyonuna getirip, hayvan vagonlarına yüklediler. Vagonlar yetmeyince, tahtalarla vagonları bölerek ikinci bir kat yaptılar. Kapıları kapatıp, üzerine de tahtalar çaktılar. Vagonlar pislik içerisindeydi. Vagonlar yola çıkınca, köyümüzden Meryem adlı bir genç kız yır söylemeye başladı. Yırın sözleri, Meryem’in sesi, sesindeki acı ve isyan, korku ve endişe, vatan sevgisi ve vatana dönüş ümidi, halkımızın hislerini dile getiriyordu. O ses ne zaman sürgünü hatırlasam, sadece kulaklarımda değil, kalbimde beynimde tekrar tekrar söylenir durur. Meryem’in yırıyla ağladım, vagondaki herkes ağladı, halkımız ağladı.

Tam 24 gün yol gittik hayvan vagonlarında. Bizleri Semerkand şehrinin istasyonuna getirip döktüler. Yolda ölenlerimizi gömemedik. 24 gün değil 24 yıldı o yolculuğumuz. Sonra köylere, kolhozlara dağıtıldık. İşe yarayanlarımız, esir pazarındaki gibi seçilip, çalışmaya götürülüyordu. Ahırlarda, toprak altlarında, kovuklarda yaşadık. Bir taraftan karın tokluğuna çalışıp, yaşamımızı sürdürürken, diğer taraftan evlerimizi kurmaya başladık. 22 yıl çalıştım, 22 yıl hizmet ettim Özbekistan’a. 1959 yılından itibaren millî hareketimize iştirak ettim. Şehirlerde, köylerde kasabalarda çeşitli vesilelerle toplanır, Vatan’a dönmek, uğratıldığımız haksızlığı gidermek için neler yapmamız gerektiğini konuşur, halkımız arasında Millî Hareket’in güçlenmesi için çalışmalar yapardık. Özbekistan’da kazandığım her şeyi Vatan yolunda harcadım. 1975 yılında Kırım’a döndüm. Kendi adımıza aldığımız evlerin mülkiyetini resmen üstümüze almamıza izin vermedikleri için, bir komşum adına ev aldım. Anamla kızımı getirdim ve kendim de iki yıl sonra Kırım’a göç ettim. Bizlere yıllarca Kırım’da oturma ve çalışma izni vermediler. 1979 yılında eşim, ondan yedi ay sonra da 31 yaşındaki oğlum vefat etti. Küçük kızımın çocukları ilkokula başladığında halâ oturma izni vermemişlerdi. Torunlarımı okuldan çıkarıp, kızımı üç gün tutukladılar. Daha sonra onları polis nezaretinde Kırım dışına sürgün ettiler. Altı defa Moskova’ya gittim, müracaatlar yaptım. Söyledikleri, “Siz Kırım Tatarısınız, sizlerin Kırım’da yaşama hakkınız yok” idi. Evimize sürekli polis gelir, tutanaklar tutar, sorgular, Kırım’ı terketmemiz için baskı yapardı.

Şükür şimdi Vatan’da 250,000 kişi olduk. “Niçin bu kadar sıkıntı çektiniz, mücadele ettiniz?” diye sorarsanız, Vatan sevgisi derim, Vatan borcu derim. Aksi halde çocuklarımız, torunlarımız bizden hesap sorarlardı. “Suçsuz olduğunuza, haksız yere sürgün edildiğinize göre, neden hakkınızı aramadınız? Neden Vatan’a dönmek için mücadele etmediniz?” derlerdi.

Anlatan : Rıdvan MUSTAFA – Hazırlayan: Neşe SARISOY

Kaynak: surgun.org

 

Yazan Editör - May 18 2019. Kategori Dünya, Gündem, Politika, Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.