Kafkasya Notlarım: Batumi
Türklerin sevilen istikameti Batumi, Gürcistan’nın Karadeniz kıyısında bulunan bir şehir. Bu şehre akın eden turistlerin günü birlik geliyor olması, burada var olan doğal güzelliklerle yetinmesine sebep oluyor. Fakat bu şehirde biraz kaldığınızda bir çok eksiğin farkına varıyorsunuz. İlk eksiği Türkofobi. Rusça konuştuğunuz herkes Türklerden şikayetçi bu şehirde.
Gürcistan’nın Rusya ile savaşmış olmasına rağmen, işgal korkuları Türk kökenli. Türkiye tarafı da buranın insanından çok memnun denilmez. Ama bu kadar birbirlerinden rahatsız olmalarına rağmen, ticarette sorun yaşanmıyor.
İş ticarete gelince bu sorunlar biraz arka planda kalıyor. Böylece bölge insanları dinlediğinizde, rahatsızlık beyanları duymak mümkün, fakat her iki taraf sınır ötesi ticaret ve insan göçünden para kazanmakta ve memnun. Başta zikrettiğimiz rahatsızlıklar, daha çok devletlerin resmi veya üstü örtülü propagandalarından dolayı oluşmakta. Elbette komşuluk sorunları, anlaşmazlıkları da vardır ama öne çıkanlar onlar değil. Halk, rahatsızlığını beyan ederken klişeleri kullanıyor.
Uzak merkezlerden yapılan fitneci propagandanın halen etkili olmasının sebebi ise farklı ideolojik merkezlerin geçmişte örmüş olduğu duvarlar. Diğer sorun, bölgesel halkların farklı ekonomik sistemlerde yaşamış olmaları. Sovyet modeli ile batılı kapitalist modellerin çatışma noktasında bulunan Batumi, bu örneklerden bir tanesi. Sovyet devi dağılınca, post Sovyet devletlerde (Gürcistan dahil) yükselen milliyetçilik dalgası, yine bölgedeki tansiyonun düşmesini sağlamamış. Dini farklılık da burada sınırların aşılmasına engel oluyor. Özellikle her iki tarafın din konusunda cahil olması ve klişeler ile dine bakışın yaygın olması, bu durumu daha da zorlaştırıyor. Türk halkı Gürcülerin dinini bilmez, Gürcüler ise Türklerin İslamiyetini. Her iki taraf ne kadar dini kimliği öne çıkarsa da aslında aynı ölçüde dinlerinden uzaklar.
Bu durumda, modernlik ve laiklik ölçüsü ile birbirinden farkları olmayan bölge halkları, sırf ideolojik olarak dinsel duvarlar örmüş bulunuyorlar. Sadece dinsel değil, etnik milliyetçilik de içi boşaltılmış ideolojik bir kavrama dönüşmüş bulunuyor. Dinlerini milliyetçi kimliklerin, kültürlerin bir parçası olarak algılayan bölgesel halklar, aslında hem kendi başkentlerinin ideolojik yayınlarının etkisi altında kalmış, hem de küresel güçlerin.
Bu durum, bölge insanların komşuyu anlamak yerine devletlerin veya küresel güçlerin yaptığı ideolojik propagandaya veya kışkırtmaya kulak vereceği ihtimalini güçlendirmekte. Bölgeyi karıştırmak isteyen güçlerin her zaman ve her an kullanabileceği ipler de buralara serilmiş bekliyor.
Yeter ki bu ipleri kullanacak olan güç olsun.
Saslanbek İSAEV