Tepede Beni Bulacaksın!
Rahmetli Harun ağabeyin vefat ettiği sabah, haberi alır almaz evine doğru yola çıktım…
Vefatına kadar olan son dört senede, birkaç kere ziyaret etmiş ve uzun uzun sohbet etmiştik…
Hani Kumandan’ın “bu saldırı İslam gençliğine yapılmıştır” dediği ve orada şehid olan Ünsal ağabey için de “ahirette komşu olmayı dilediklerimden” dediği Adımlar’ın bombalanması ertesi hastanede koluma girmiş, “gel bakalım buraya gazi Cem, Ünsal’ın şehadetinin ve senin geride kalmanın bir anlamı olmalı” demişti gülerek… Bu anlam, hayat ile ortaya konulur, “küfrün başına bela olmadan ölmemek ezel ebed duamdır ağabey” demiştim…
Felsefe (ve elbette bilim de) hayatı açıklamak için çabalar. Din ve sanatın gâyesi ise hayata bir anlam vermektir. Gerilim; açıklamaların doğru ama sıkıcı, anlam denemelerinin ise rahatlatıcı ama tek başına iş görmeyici olmasındandır. Ve neticede halkın derdi huzur, siyasetin derdi her türden talan, aklın derdi ise hakikattir.
Neye sebep olacağına bakmadan, derdi hakikat olan akıl sahipleri için birkaç kelam etmek isterim… Derdi sadece huzur (yani kafa konforu) ve talan olanlar için ise Bâkî’nin “koyup tesbih-i mercanı seni kim dinler ey vâiz / mufassal kıssa başlarsın garib efsane söylersin” beyti kâfidir…
Sabah saatlerinde eve vardığımda Kumandan’ın orada olduğundan haberim yoktu. İçerisini de kalabalık görünce, Kumandan’a selam verip, aşağıya inmiştim. Bir müddet sonra telefon geldi; çağırıldığıma dair… Tekrar çıktım…
Kumandan “neredesin?” diye sorunca, “Efendim kalabalıktı, kalabalık etmek istemedim” dedim. “Ali Osman nerede?” diye sordu. Ben gülerek “Efendim antrede” dedim… “Çağır gelsin” dedi tebessüm ederek. Çağırdım…
Bir müddet sorular sordu Ali Osman ağabeye. Bazı isimlerden bahsetti Metris’te yatmış olan gönüldaşlardan. İsmen de Ethem ağabeyi hatırlıyorum, ondan sitayişle bahsetti Kumandan.
O sıralarda odada, Mevlüt Koç ağabey, A. Kiracı, Güven Yılmaz ağabey, Mehmet Yüksel ve Kemal Şişmanoğlu ağabey de vardı.
Kumandan bana, “nasılsın, neler yapıyorsun?” diye sorunca fırsat bu fırsat başladım konuşmaya…
İslam geometrisi ve mimari figürlerin manaları üzerine katıldığım bir çalışmadan bahsettim. Matematik ve geometri ile ilgili sorular sordum. Yaklaşık 2 saat kadar anlattı Kumandan. Orada öğrendiklerim bu yazının mevzuu değil lakin katıldığım çalışmada bulunan uzmanlara bu hikmetleri söylediğimde ağızlarının açık kaldığını belirtmem gerekir. Adresi de gösterdim elbet. Ki fotoğrafta görülen sahne de, Kumandan’ın giderken elini omzuma koyup, “beni iki saat konuşturdun, boşa gitmesin, senden bu konuda bir şeyler bekliyorum” dediği sahnedir.
Sohbet boyunca, zamanın dairevi hikmetine matematiksel zemin hazırlayan Fibonacci de geçti, neticede her şeyin bir inanç mevzuu olduğunu isbatlayan Gödel’in tamamlanmazlık teoremi de, tarihselcilik saçmalığını koordinat düzlemiyle tarihe gömen Minkowski de, Mısır’a ticaret için gidip geometrinin babalarından olan Thales de, nihayet Ömer Hayyam ve Nasîruddin Tûsî de.
Bir ara bir cesaret bulup söyledim; “Efendim, İbn Sînâ mantık ve felsefesini çok seven ve meşrebim de bu yola ayrıca uygun olarak ben, bu meşreb ile size bağlı olarak ekstra bir efor içindeyim” dedim.
Ne demek istediğimi anladı ve yine tebessüm ederek “hiçbir halta yaramayan ruhçuluktansa hükemanın tavrını evla bulurum” dedi.
Sonra elleriyle, sanki ellerinde lego parçaları varmış gibi üst üste koyma hareketleri yaparak, “her nerede derinleşirsen derinleş, hakkını verdiğin takdirde tepede beni bulacaksın” dedi.
Oh ne âlâ, henüz dayak yemiş değilim; biraz daha zorlasam mı şansımı diye düşündüm…
“Efendim” dedim, “siz Üstad’a neden bu kadar bağlısınız?”
Şimdi yazarken bile ürperdim, demek cesareti veren oymuş, yoksa şu an düşününce ben de şaşırıyorum… Yine tebessüm ihsan etti ve “bak ben 15 yaşında iken bilmek istedim, bilmek isteyince yapmak istedim. Üstad’ı görene kadar İslamî ideolojiyi kendimin örgüleştireceğini düşünürdüm, baktım ki Üstad zaten yapmış, bağlanmak benim için bir vazifeydi” dedi.
Sonra diğerlerinin de katılımıyla başka mevzulara da geçildi. Ve elbette Telegram’a.
Kemal ağabey, Ali Osman ağabey, Aydın Alkan ve bana hitaben, “bakın ben yakınlarımı kaybettim, önce Nuray, sonra Ünsal, şimdi de Harun. Telegramcılar ve içimizden olanlar da bana sizin hakkınızda durmadan fısfıslıyorlar.”
(Evet aynen bu tabiri kullandı; fısfıslıyorlar)
Kemal ağabey için dediklerini söyledi, Aydın için dediklerini söyledi, benim için dediklerini söyledi… Ben de kendimce muziplik yaparak “efendim, Ali Osman ağabey için neler dediklerini söylemediniz” dedim. Bu sefer epey gülerek, ağabey hakkında atıp tutulanları da söyledi, elini sallayarak…
Sonra birden ciddileşip “ne demek istiyorlar biliyor musunuz, “bak senin yakınların zaten öldü, kalan yakınların da böyle böyleler” demek istiyorlar… Ben kimin, neyi, ne niyetle uydurduğunu biliyorum, siz kendinize ve kiminle ne konuştuğunuza dikkat edin, herkesi dost bilmeyin” dedi…
(Bu arada cidden uçuktu fısfıslayanların söyledikleri hakkımızda… Ki şu da hatırdan çıkmamalı, Kumandan hayatta iken bunları söyleyemez idik, çünkü nasıl bir cenderede olduğunu kestiremeyebilir ve “bakın biz Kumandan’ın yakınıyız he” yollu artistlik yapmış olur ve O’nu zor durumda bırakabilirdik… Bugün bu dilden kim anlar acaba? Orası da meçhul… Ha merak eden varsa, oradaki bütün konuşmanın video kaydı da mevcut bizde, lakin bazıları için fena yıkıcı olur o videoyu izlemek; ben burada bazı şeyleri yazmadım çünkü… Neyse…)
Bu arada, dün değil ondan önceki gece Mehmet Yüksel ile Ali Osman ağabeyin evine gittik… Orada Mehmet’in bazı tipler için anlattıklarını konuşmanın yeri gelecektir elbet te, ben şimdilik orasında değilim. Bunun tasarrufu da bana ait değildir… Ali Osman ağabey, Harun ağabeyin evinde, ben İbn Sînâ ile ilgili bir şey sorduğumda Kumandan’ın bana “ne aradın da bulamadın?” dediğini söyledi. Böyle şeylere inanmayalım arkadaşlar… Nükte de bir yana… Evet, Kumandan ona benzer bir cümle kurmuştu ama o cümle doğrudan bana hitaben ve o mevzua cevaben değildi. Ben neticede, Kumandan dövmese Kemal ağabey, hadi ondan yırttık Ali Osman ağabey döver şeklinde akıbetimi beklerken, Kumandan’ın müşfik tavrı neticesinde kurtulmuştum.
Akıl ve vicdan sahibi herkese hitaben derim ki;
Benden varsa bir beklentiniz, bize insan gibi yaşamayı öğreten Kumandan’ın, gücüm yettiğince portresini çizmem yönünde olmalıdır… Ben kendim adına anlam ve hakikatin peşindeyim… Ennetice; ilmi kibirden, aşkı tahakkümden, fedakârlığı yatırımdan, imânı kafa konforundan ayıranlara selam olsun.
Cem TÜRKBİNER
Adımlar Dergisi sözcüsü Cem Türkbiner’in sosyal medya heabından iktibas edilmiştir.