Yedi Cevapta Çeçenya ve Kafkasya (2)

SORU: Diğer bir sorum “Birleşik Kafkasya” hayali. Malum Kafkasya birçok etnik yapıyı bünyesinde barındırıyor, çok uluslu ve çok kültürlü bir bölge. “Denizden denize”( Hazar’dan Karadeniz’e) bir devlet kurma hayali bana kalırsa içinde birçok soruyu barındırıyor. Kurulacak bu birliğin dili, başkenti, yapısı vs. bütün bunlar askıda kalıyor. Malum, Gürcistan’ın ilk devlet başkanı Zviad Gamsahurdia Rusya’ya karşı milliyetçi bir söylem takip etmiş ve bu söylem kendi ülkesinde de bir kargaşa yaratmış ve Gürcü- Abhaz savaşı yaşanmıştı. Size göre böyle çok uluslu bir ortamda Kafkasya’da bir birlik olması, birleşik bir devlet kurulması mümkün mü?

CEVAP: Birleşik Kafkasya derken Kafkasya zaten hep birleşikti; bu gerçekliği peşinen başa koyarak ve sorunuza Türkiye’yi örnek vererek bir giriş yapayım. Bakın, örneğin Türkiye’nin halk oyunları türlü türlüdür, bölgelerde ve hatta illerde bile dilin şiveleri, lehçeleri vardır, toplumsal alışkanlıklar ve yaşam tarzları başka başkadır. Örneğin kuzeye doğru çıkarsınız, Laz diye tanıdığımız Türkleri görürsünüz. Diğer bölgelerde Türkmen, Yörük, zeybek, Kürt, Zaza, Çerkes, Balkanlı vb. isimli Türkleri görürsünüz. Hepsinin yaşam tarzı ve kabile, boy, soy vb. özellikleri diğerinden biraz farklıdır. Ama neticede bir bayrağın insanlarıdırlar ve ayrılıkçı terör hareketlerini  saymazsak, bir ulusal bilinç ve kimlik hepsini birbirine bağlar. Peki Kuzey Kafkasya’nın farkı ne? Allah’ın yarattığı ve binlerce yıldır aynı toprağı paylaşan, aynı şeye üzülen, aynı şeye sevinen insanların kaderine Rusya mı karar verecek?

Bakın tam bu noktada şu kadarını söylemek bile yeterli olacaktır aslında; alın önünüze Osmanlı Devleti öncesi beylikler dönemi haritasını ve dikkatle bakın. Sadece bakın. Sonra da Kuzey Kafkasya haritasını önünüze alıp bu kez de ona bakın. Birkaç dakika sonra ben size “Kuzey Kafkasya halklarının birleşebilmesini imkânsız bir hayal kılan, birkaç tane  ‘mutlak ayrıştırıcı’ husus sayın” desem sayamazsınız. “Sayarım” diyorsanız, bugünün Türkiye’sinin de aslında var olmadığını iddia etmiş olursunuz.

Bu mesele, dünyanın her yerinde olduğu gibi Kuzey Kafkasya’da da bir uluslaşma ve devletleşme süreci meselesi halinde ele alındığında sağlıklı değerlendirilebilir. Yoksa Rusya gibi, ayrıştırma uzmanı bir işgal devletinin dayattığı şartları esas alarak insanları birbirinden ayırmaya başlarsanız, Kuzey Kafkasya örneğinde olduğu gibi, sadece “sizin ayrı durmanız lazım çünkü burası çok uluslu bir coğrafya” demenin çok daha fazlasını da yapabilirsiniz. Çok kolaydır bu. Örneğin mahallede iki spor kulübü kurarsınız, insanlar da aynı mahallede iki takımın taraftarları olarak ikiye ayrılır değil mi? Fert fert her insanın ne renk giyindiğini esas alıp ayrıştıracak kadar “makro veya mikro ölçekte” başarabilirsiniz bunu ve bu defa yaşam, bu sorunlar üzerinden sürecektir. Bu defa da bu durumlar üzerinden politika yürütebilecek, çatışma çıkarabilecek, bölgeler kurabilecek, hatta devletçikler(!) bile inşa edebileceksinizdir; bundan sonrası sizin projeniz, amacınız ve kadro meselesi de dâhil gücünüzle alakalıdır. Buna da, örneğin Arap yarımadası çok net bir örnektir. Ulus değilseniz, hiçbir şey değilsinizdir. Siyasi manada ümmet bile değilsinizdir. Kâbe’yi Amerikan silahlarıyla korurken, birbirinizin kanına ekmek doğrayacak şartlara kadar varır iş.

Hemen anlayacağımız üzere, eğer tüm sosyal, kültürel, tarihsel, askeri, siyasi vb. şartlar varsa, bir ulusal projeniz varsa, kadronuzu kurabilirseniz, boş sesleri fikir ve aksiyon planında eze eze tarih sahnesinden silebilirseniz; irade ve kararlılıkla iktidarı ele geçirerek ve ulusal bilince sahip dinamikleri harekete geçirerek, bu ayrıştırmanın tam tersini de yapabilirsiniz. Bundan sonrası teknik işlerdir ve inkılapçı bir kadronun tabiri caizse “işi bitirmesi” diyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti böyle inşa edilmedi mi?

Şimdi Birleşik Kafkasya meselesinin “enine boyuna” ve hayal olup olmadığına gelecek olursak…

Aslında ilk söylenecek sözlerin, bağımsız Çeçenistan’ın bir hayal olup olmadığı hakkında söyleneceklerden pek farkı yok.  Birleşik Kafkasya elbette bir hayaldir.

Ama…

Bu hayal zaten gerçekleşmiş, yaşama geçirilmiş, tecrübe edilmiş, tecrübelerden ders çıkarılmış bir hayaldir. Yani hayali aşmış, ulusal bir hamle olarak hayata geçmiş, gerçekleşmiştir. Demek ki buna gerçekleşmesi imkânsız bir hayal diyemeyiz. Artık hayalin ötesinde, bir milli meseledir. Benim gözümde bu böyle. Hayal? Hayal yoksa zaten fikir de yoktur ki.

Şimdi siz bu milli meseleyi, meselelerin enini ve boyunu, nasıl ve niçinlerini, “farklılıkları” esas alarak düşünmeye(!) başlayan kronoloji papağanlarıyla ve esen rüzgâra göre çene çalan “aktivistlerle” konuşmaya başlarsanız, bu size de gerçekleşmesi imkânsız bir hayal olarak görünebilir. Niçin? Çünkü duyduklarınız hep aynı şeylerdir. Otokton halklar… Federasyon… Konfederasyon… Hâlihazırda, kişisel hazları tatminden başka bir şeye yaramayan kahramanlık hikâyeleri… Falan filan… Bunların dışında duyduğunuz neredeyse hiçbir şey olmayacaktır; buna eminim. “Ama şimdi bunlar konuşulmayacak şeyler midir?” Elbette konuşulacak şeylerdir. Ama bakın, bugün maalesef orijinal bir şey söylüyormuş gibi görünmek için, Kuzey Kafkasya’yı Asya’nın binlerce yıllık tarihinden, sosyolojisinden, kültüründen ayırıp, bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz yarı insan yarı robot bir mutant yaratık topluluğu gibi ele alarak sayfalarca saçmalayıp, söyleyecek bir şey kalmadığı için en sonunda da “arkadaşlar hepimiz otokton halklar olduğumuza göre, konfederasyon kurulması gerekir” diyen tiplerle varılacak bir adım bile yol yoktur. Sizin gibi arkadaşların da bunlardan devşirebileceği bir fayda yoktur. Bunlar, Rusya’nın yaptıklarından daha azını (bilerek veya bilmeyerek) yapmıyorlar. Suret-i haktan gibi görünüp, insanların zihinlerini, idraklerini iğdiş ediyorlar, ufuklarını karartıyorlar, tarihlerini, akrabalıklarını, bağlarını ve bakın sizin tabirinizle “hayallerini” yok ediyorlar. Hayali olmayan bir insan ne yapabilir ki?

Bakın çok kısaca özetleyeceğim. Teferruatına girmiyorum; vaktiyle Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti, tüm devlet organlarıyla birlikte, resmen kuruldu ve tanındı değil mi? Evet… Peki, bugün neden hayal diyoruz? Size bunun hayal olduğunu düşündüren sebep(ler) ne? Biraz düşününce, çorap söküğü gibi, ipin ucundan ama doğru ucundan tutup çekince söke söke problemlerin başına gelirsiniz. Şimdi ben burada canlı, kanlı duruyorum ama siz birkaç kişiden duyduklarınıza dayanarak, bana benim hayal mi yoksa gerçek mi olduğumu soruyorsunuz. İddia ettiğiniz şey benim varlığım veya yokluğumla alakalı değil; bu aslında sizin hayaliniz olmuyor mu? Oysa ben varım ve buradayım değil mi? Birleşik Kafkasya da böyle bir şey. Bunun izahı aslında bu kadar basit ve nettir.

Uzatmayayım; ne olduğumuzu, kim olduğumuzu doğru tespit etmezsek bunları tekrar eder dururuz.

Uluslar, az önce dediğim gibi bilim kurgu filmlerindeki, laboratuvarlarda üretilmiş yarı makine ve yarı insan yahut yarı hayvan yarı insan kökenli mutant topluluklar veya tek hücreli canlılar değiller. Onların bir tarihi, mazisi, bağları var. Onların tohumları laboratuvar şişelerinde yeşermez, ait oldukları medeniyetin beşiğinde toprağa düşer;  filizlenirler ve boy verirler. Sonrası kendi “tabii düzeni” içerisinde yürür; siz sadece devletleşerek bunun sürekliliğini muhafaza eder, önlemler alır, şartların sağlıklı olmasını sağlarsınız. Süreç ilerledikçe, baskın olan topluluklar kendilerine benzeyenleri toplarlar; biraz kendilerine benzetirler, biraz kendileri benzeşirler. Ortak kültürleri oluşur. Zenginleşir, gürleşir, çoğalır, tarih sahnesine çıkarlar. Sonra? Kısa kısa geçiyorum… Sonra yaşama ve varlığı sürdürme ihtiyacı, onlara “birlik” olmayı dayatır. İşte milli mesele dediğimiz “şey” de tam bu noktada kendini gösterir.

Bu noktayı esas alarak her meseleyi konuşabilir, çözüm arayabilir, fikir arz edebilirsiniz. Ki tarihte bu milli meseleye önderlik etmiş insanlar, düşüncelerini bu noktaya nisbetle dile getirmiş, mücadelelerini bu noktaya nisbetle gerekçelendirip, yürütmüşlerdir.

Örneğin az önce bir federasyon, konfederasyon lakırdısına, doğrusu hafife alarak dikkatinizi çekmiştim. Ama işte bu noktada konuşmaya başladığımızda hafife alınacak söz olmaktan çıkar bunlar. Örneğin Cahar Dudayev de birçok konuşmasında bunlara vurgu yapmıştır. Adıgey’in Sesi gazetesine verdiği bir röportajdaki şu sözleri çok dikkat çekicidir. Şöyle demiştir Dudayev: “Konfederatif prensipler temelinde oluşturulmuş bir Birleşik Kafkasya’nın zorunluluğuna inanıyorum. Birleşik Kafkasya içerisinde tüm haklarımız kendi devletlerini ve bağımsızlıklarını koruyabilecekler; eşit haklar ve vatandaş yükümlülüklerine sahip olacaklar. Kafkasya’daki tüm sorunların bu yolla aşılabileceğine dair kesin bir kanaatteyim…” Ne kadar güzel değil mi? Ancak bakın bu sözleri hiç anlamadan, derinlik ve genişliğini kavramadan, gazete yazısı olarak ezbere tekrarlamanın hiç kimseye faydası da yoktur, politik fayda olarak ta hiçbir manası yoktur; hatta ciddi bir ulusal projeye bu sözlerle karşı çıkarak, zarar bile verebilirsiniz. Dudayev burada, az önce dikkat çekmeye çalıştığım tipler gibi “otokton, motokton, federasyon” falan diye geveleyip, peşinden de “haydi bari bir konfederasyon kuralım” demiyor. Konfederatif prensipleri örnek göstererek, kendi milli birlik projemizi inşa etmemize vurgu yapıyor. Nedir bu konfederatif prensipler? Dikkat edin, konfederasyon demiyor; prensipler diyor. Dudayev’in vurgu yaptığı “konfederatif prensipler” ile tantanacıların vurgu yaptığı “konfederasyon” aynı şeyler değil. Dudayev, aslında meseleyi kafasında çözmüş ve bir şablondan bahsetmiyor. Halkımızın uluslaşma ve devletleşme sürecini muhafaza altına alıp, belki onlarca belki de yüzlerce yıl sürecek tabii gelişim şartlarını oluşturacak bir milli devlet gerekliliğine dikkat çekiyor. Bu kesinlikle böyledir ve tartışmam bile.

“Federasyon” veya “konfederasyon” dediğiniz şey, Rusya gibi işgal devletlerine baktığınızda “ayrılığın barışçıl(!) düzeni” dir. Yani sen Rus değilsin ama benim çıkarlarım için benim hakimiyetim altında yaşayacaksın” demektir. Bu durumda federasyondan çok kölelik söz konusu olmuyor mu? Dudayev, şuncağız şeyi bilmeyen bir adam mıydı? Değilse, neden kendimize “o zaman kast edilen ne?” diye sormuyoruz? Neden düşünmüyoruz? Madem sürekli tekrar ediyoruz; o halde bizim “ayrılığın barışçıl(!) düzeni” olmayan federasyon projemiz ne? Prensiplerimiz neler? Tarihsel, siyasal, sosyolojik, etnik vb. gerekçeleri neler? Nasıl? Niçin? Bir sürü soru var ama garsona seslenir gibi “çek oradan bana bir buçuk federasyon, abime de konfederasyon” diye fingirdemekle olmuyor bu işler. Rahmetli Mirzabeyoğlu’nun tasvir ettiği, şen sıpa insan tipinin tabiatıdır bu.

Gürcistan ve milliyetçi söylemler örneğini verdiniz ve Abhazya-Gürcistan savaşına dikkat çektiniz ama bunlar çok normal ve ileride de yaşanacak şeyler. Çünkü bütün sınırlar, başta Stalin olmak üzere bir düzine vatansız ve milliyetsiz komünist tarafından çizildi. Abhazlar Gürcü değil, Gürcüler Rus değiller, Abhazlar Rus değiller, Gürcüler Abhaz değiller. Ama hepsi Rusya vatandaşıydı ve bu dayatılmıştı. Bölgeler boşaltılıp, sürgün politikaları uygulandı. Zaman içerisinde bir çok insan bu sınırları benimsedi, bir çok insan da hala karşı çıkıyor. Bu şartları oluşturan Rusya’ydı; çatışmalar bu yüzden yaşandı ve “adalet” hüküm sürene kadar da yaşanacak. İstemesek te durum bu. Ama Kuzey Kafkasya’nın geleceğini, bu şartların meydana getirdiği çatışmalar belirlememeli; zaten bunu dert edinmiyor muyuz?

Bir de Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti örneğimiz var. Bu cumhuriyetin kuruluş bildirisinin hiçbir maddesinin bile altı boş değildir. Doğru okuyabilenler için, bir ulus devlete giden yolun işaret taşlarıyla doludur bu bildiri. Bakın yüzlerce sayfa konuşulabilecek bir konudur bu ama sıkmamak kısa kısa cevaplarla geçtiğim için yine kısaca özetlemek istiyorum ki, sadece devletin dilinin Kumuk Türkçesi olarak belirlenmesi bile, halkımızın hangi medeniyetin parçası olduğuna dair çok şey anlatmakta ve mücadelenin nasıl ve niçinlerine cevap niteliğinde, mükemmel bir örnektir.

Sizin sorunuzdaki dil, başkent gibi meseleler de zaten Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti döneminde çözülmüş meselelerdi. Ama haklısınız; bu meseleleri yüz yıl önce çözen ve devletleşen Kuzey Kafkasya, bugün o noktadan bir adım ileriye gitmeyi bırakın, o kadar geri kaldı ki, “potansiyeli” bilmeyen herkes için şimdilik imkansız gibi görünüyor. Ama sadece öyle görünüyor ve ben şahsen bunu anlayışla karşılıyorum. Bunun da altını çizeyim. Bunları nasip olursa daha geniş şartlarda uzun uzun konuşuruz. Hatta halen üzerinde uğraştığım bir çalışmamda bu konularda çok geniş duracağım. Şimdi müsaade ederseniz diğer sorularınıza geçeyim.

Şamil İGDE

Devam edecek…

 

Yazan Şamil İGDE - Şub 6 2021. Kategori Dünya, Gündem, Politika, Türk İslam, Yazarlar. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.