Bir Gazetecinin Gözüyle WW-3.0’a Nasıl Gelindi

Giriş

SSCB’nin mutlu bir genciydim. Ailem işçi sınıfındandı. Orta okul yıllarımda ise komünizm hiyerarşisinde bir piyoner. Sene 90’ların başı ailemin yaşadığı Sibirya’dan Çeçenya’ya taşınmıştık. Sibirya’nın o dondurucu soğuklarının olduğu Yamal-Nenets bölgesinden Karadeniz iklimi olan Çeçenya’ya gelişimiz beni sevindirmişti. Çeçenya’ya geldiğimizde SSCB parçalanma dönemleriydi. 1991-1992 yıllında biz bir şey anlamadan SSCB tarih olmuştu. SSCB parçalanırken, Gorbaçov kimisine göre kahraman, kimisine göre de hain ilan edilmişti. Benim için bir Rus lider, Rus halkı için sevinç, Çeçenler için ise, sürgün halkın özğürlüğüdü.1944 sürgünü Çeçen halkında büyük yaralara sebep olmuş, devlet özlemiyle yanıp tutuşan halk SSCB’nin dağılmasıyla şahlanarak ayağa kalkmış ve yeni bir direniş için Rus işgaline karşı Kuzey Kafkasya’da yaklaşık beş asırdır büyük direnişin lideri aynı zamanda da, bölgede bulunan ayrılıkçı hareketlerinde destekleyicisi olmuştur.

Saslanbek İsaev. Gazeteci-yazar. Luhansk-2015

Çeçenler karakter olarak geçmişte yaşadığı zulmü, nefreti ve intikamı unutmazlar. SSCB’nin onlara yaşattığı her şeyi silmeye hazır bir halkta değildi. Zorla sürgüne gönderilen bu halkın intikamını da mirasçıları alacaktır. Çeçenlerin genetiklerinde “devlet olmak” var olduğundan SSCB’nin yıkılışından bir yıl sonra 1991 yılında yapılan seçimlerde Çeçenistan bağımsızlığını ilan etmiş ve Rus birlikleri Çeçenistan’dan çekilmiştir. Rus ordusunda eski bir General olan Cevher Dudayev Cumhurbaşkanı olmuştur.Soğuk savaş yıllarında Rusya ve ABD şampanyalarını yudumlarken, Bizler SSCB’den kalanlari sobalarımızda yakıyorduk. O yıllarda WW3.0’ın şahitlerinden biri olacağımı söyleselerdi gülerdim. 90’larda Rusya-Çeçen savaşlarını yaşayıp göreceğimi de sanmıyordum. Yaşamım boyunca iki Çeçen savaşını da gördüm. Ukrayna, Suriye, Dağlık Karabağ.

WW3.0’ın İlk Kıvılcımları

Bu WW3.0 ne zaman başladı? Terörle mücadele adı altında başladı. Hibrit savaşının ilk kıvılcımları SSCB’nin dağılmasıyla başladı. ABD soğuk savaşta yendiği SSCB sonrası dünyayı kendine göre dizayn etme çabasına girdi. Demokrasi ihracatı adı altında yeni dünya düzenine şekil vermeye başladı. ABD iyi polis, SSCB kötü polis rolü ile Avrupa ülkelerinin de desteğini arkasına almıştı. Evet SSCB yıkıldı, yıkılınca da ABD’nin artık askerleri varlığının da geri çekilmesi gerekiyordu. Ne ABD askerlerini geri çekti, nede adil ve serbest ticaret oldu. SSCB dağılırken içindeki etnik grupları kullanan ABD onları oyuncak gibi yönlendirip, İslam’ı hedef göstererek toplumda korku ve sindirmek suretiyle şiddeti tırmandırıyordu. Bu dünya düzenini inşa ederken demokrasiyi kalkan olarak kullandı. Bunda hayli başarılı olan ABD yeni terör gruplarını kurarken, bunları dikta kuklaların eline vererek daha kullanışlı hale getirdi.

1994-2008 yıllarında Rusya Çeçenya halkına bomba yağdırırken, Çeçen direnişçiler ABD ve Avrupa’da terörist ilan edildiler. ABD ve Avrupa kontrol edemedikleri direniş ve gruplara rahatlıkla terörist ilan edebilmekte hatta bu gruplar Müslümansa haklı olup olmamalarıyla ilgilenmezler. Çeçen halkıyla ilgili dünya kamuoyunda öyle bir algı yaratıldı ki, ‘’kafa kesenler’’ olarak anılmaya başlandık. Çeçenya’da 1994–2008 yıllarında iki savaş yaşadı. Her ikisi de ağır sonuçları olan savaşlardı. Birinci savaşı Çeçenler, ikinci savaşı Ruslar kazandı. Bugün geriye bakıldığında ikinci savaşın bugünkü hibrit savaşlarının prototipi olduğunu anlamak mümkün. Ortadoğu, Gürcistan ve Ukrayna savaşları Çeçenistan savaşıyla başlar. WW3.0; biz Çeçenler o savaşın cephelerinde mücadele verirken dünyanın yarısı bizi terörist diğer yarısı da Ruslara karşı kullanılacak iyi bir enstrüman olarak görüyordu. Rus ve Çeçen sorunu detaylı anlamadan yazdıklarım biraz abartılı gelebilir ama Suriye’de savaş devam ederken, Rusya’nın Suriye’ye neden müdahale yaptığını ve Çeçenistan, Rusya arasındaki bağımsızlık savaşının artık bir hibrit savaşına nasıl dönüştüğünü, günümüzde de nasıl devam ettiğini daha iyi anlayacaksınız.

Ruslar Çeçenya savaşıyla hibrit savaşına karşı hayli önemler aldı ve bu savaştan galip çıkmayı da başardı. Öncelikle Ruslar Çeçenya’da dış müdahaleye izin verdi ardından yoğun propaganda ile iç kamuoyuna sert karşı hamle yaptı. Çeçenler Rusya’nın oyununu anladıklarında kaybedilmiş bir savaş, yıkılmış bir vatan, yorgun bir halk vardı. En acısı ise 1992’de çıktığımız yolun daha da gerisindeydik SSCB dağılmasıyla post Soviyet bölgesinde bir sürü anlaşmazlıklar yaşandı. Bunların çoğu kısa veya uzun savaşların geçici ateşkese dönüşmesiydi. Azerbaycan ve Ermenistan meselesi ile Gürcistan, Çeçen savaşları, Kosova, Irak işgali, 11 Eylül, Afganistan işgali ve bu ülklerdeki ayrılıkçı harekatlar ve post devrimler bunlara örnektir. 90’ların başından gümüzde kadar yaşanan Arap Baharı, Kırım’ın ilhakı, Gürcistan Rusya savaşı ve DONBASS sonrasında da Suriye bu savaşlar, devrimler o kadar hızlı yaşandı ki! Bir gün baktık 2. Dünya savaşından, soğuk savaşa, hibrit savaşlarından, bugün WW3.0 olarak adlandırılan savaşa geldik.

Bu tür savaşlara hibrit savaşı adı konulmasının nedeni ise, savaşın eskiden oldu gibi cephelerde değil, küresel güçler arasında yaşanmasıdır. Cephe savaşlarında, çatışmanın yaşandığı yerler bellidir. Hibrit savaşlarında ise cephe savaşları yaşanmıyor. Taşeron terör örgütleri üzerinden, kitleleri tetikleyerek kansız devrimler veye ekonomik darbeler üzerinden meşru hükümetleri düşürerek yapılmakta. Kanlı ya da kansız cephe çizgisi olmadan yaşana bu savaşlar devletlere ciddi zararlar vermekte. Cephe savaşlarında olduğu gibi bu savaşında bir tarafları vardır. Bunlar genellikle televizyon ekranlarında, gazetelerde kısacası ana akım medya üzerinden taraf olan uzman yorumcular, yazarlar, araştırmacı veya akademisyenler tarafından kitleleri yönlendirerek yapılmakta. Bu ana akım medyada komplo teorileriyle, hayatın gerçekleri tamamen karışmış hatta korkunun hakim olduğu bir ütopya yaratılmak istenmektedir.

Sosyal medyada ise bilgi akışı hızlı olduğu için algı operasyonları daha rahat yapılmaktadır. WW3.0 savaşları her ülkenin kapısını çalabilecek düzeyde bir savaş stratejisidir. Biz ve bizim gibi araştırmacılara düşen görevde bu savaşları anlayıp, araştırmak ve doğru olanı aktarmak düşüyor. Bu konuda başarılı olmak doğruyu aktarmak ayrıca önemli. Bu kitabın yazılış amacına gelirsek, kitabımda küresel güçlerin taraflarını detaylı ayırmak yerine, küresel iki büyük gücün doğu ve batı bloğu olarak görmekte fayda var. Bu iki büyük gücü küresel denge gücü olarak görüyorum. Küresel güçler ittifaklardan oluşmakta, ittifak dahilinde olan ülkeler zamanla safta değiştirebiliyor, bazende her iki blokta olabiliyor. Her iki güç içinde olan ülkeler çoğu kez denge siyaseti yürüterek kendi alanlarını genişletebiliyor. Hibrit savaşlarının en önemli özelliği herkes herkesle savaşıyor görünse de herkes dost veya ortak. Müttefikler arasında kim en iyi kimi satar ya da kazık atarak iyi dost olarak görünüyorsa o bu savaşın en iyi kazananı oluyor. Bu savaşta ekonomik, askeri, kitleleri yönlendirme, milis güç ve diplomasiyi en iyi kullananın üstün gelmesidir. Bazı devletler aç kalma pahasına ulusal çıkarlarından taviz vermeden sıkı pazarlık yaparak WW3.0 ayakta kalmaları mümkün.

Mart 2018 yılında RUSEN için yazılmış bir rapor.

Rusya’nın Çeçenistan’a müdahalesi ve Çeçen sorunun çözümü

Grozni, Çeçenya, 8 Mayıs 2019

Rusya’nın Çeçenistan ilişkileri üç yüzyıldan fazla devam ediyor. Bu süreç içerisinde Rusya ve Çeçenler arasında olan ilişkiler zebraya benzemekte. Siyah ve beyaz çizgilerle şekillenen bu ilişkilerin son durumu beyazın siyaha geçme aşamasını yaşanıyor gibi. 1999 yılında başlayan İkinci Çeçen savaşı olarak bildiğimiz sıcak çatışma süreci barış halini almış bulunuyor. Rusya’nın desteği ile Çeçenlerin başına geçen Kadırovların küçüğü Çeçenistan’ı harabe olmaktan kurtarmış adeta masal şehri ve ülkeyi yaratmışken Çeçenistan’ın sosyal sorunları çözülmemiş durumunda. Çeçen halkı son 16 yılda beyaz çizgi ne zaman bitecek beklentisini yaşamakta. Çeçen halkı bu düşünceyle yatıp kalkarken Rusya ve onun Çeçen müttefikleri dünya’ya biz terörü yendik ve bunu yenen olarak dünya da bizden başkası yok deyimle kendileri ile övünmekte. Peki Rusya Çeçen sorunu nasıl çözdü ve çözdü mü?

Kaos;

Çeçenistan 1991 yılında yapılan seçimlerde bağımsızlığını ilan etmesiyle, 24 yıl sonra Rus kamuoyunda tartışılan konu Çeçen Cumhuriyeti Rusya’ya ne kadar bağlı? En önemli üç konudan bir tanesi. Lakin Rusya bu konular üzerine tartışırken, Çeçenistan’da uyguladığı işgal stratejisi hedefine ulaşmıştı. Sonuçta Çeçenistan bugünkü Rusya’ya bağlı bir cumhuriyet ve Çeçen halkı bundan çok rahatsız değil. Bu stratejinin başarılı olmasının asıl nedeni kaostur. Rusya 1992 yılında SSCB’den kopan sınırlarını kesin düşman olarak kabul etmiş ve o ülkelerde kaos yaratarak korkuya neden olmuştur.

1994 yılında ise, Çeçenistan’ın bağımsızlık sürecinde Rusya yakından takip etmiş, askeri müdahalede başarılı olamayınca siyasi müdahalede bulunmuştur. Bugün bile Çeçenistan’da oluşan bütün siyasi güçlerin arkasında Rusya’nın varlığı görünmekte. Rusya Çeçenistan’da siyasi güçler üretirken bu güçlerin silahlandırmasını da yaptı. İlk başta Çeçen halkını silahlandırdı, sonra siyasileri silahlandırarak Çeçen devletinde kaosun tohumlarını atarken, direnişi de baltalamış oldu. Çeçenlerin ilk lideri Cevher Dudayev’in Yeltsin dönemi Rusya Savunma bakanı ile Grozni’de yaptığı görüşmelerin videosu hala Youtube’da bulmak mümkün. Bu videoda Rusya Savunma Bakanı Graçev ve Dudayev, Çeçenistan’da bulunan Rus üslerini Çeçenlere teslim etme sürecini konuşuyor. Graçev ve Dudayev yarı yarıya paylaşırız anlaşmasına varıyor ve bu şekilde Rusya’nın askeri birlikleri Çeçenistan’dan çekiliyor. Rusya’nın askeri varlığı diğer bütün bölgelerde devam ederken, Çeçenistan’da kısa bir dönemde Rus askeri varlığı sona eriyor.

Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan’da tam tersine askeri varlığını güçlendiren Rusya, bağımsızlığını kabul etmediği Çeçenistan’da ise çekilirken arkasında bıraktığı silahları Çeçen halkına bırakıyor. Cevher Dudayev’in yönetimi üsleri teslim alırken bu üslere yapılan provokatif saldırılar sonucu Çeçenistan’daki üsler halk tarafından yağmalanmaya başlıyor. İlk önce halkın içinde bilgi salan provokatörler daha sonra Ruslardan geri kalan herşeyin Çeçen devletinin değil, Çeçen halkına ait olduğunu yayıyorlar. Halk da kendine ait olanı almaya gidince az sayıda üsleri koruyan Dudayev’in askerleriyle karşılaşıyor. Kalabalıklaşan grubun içinden çıkan provokatörler halkı tahrik ediyor. Çeçen askerleri halka karşı silah kullanmayınca halkta depoları.

Aynı durum 22 sene sonra doğu Ukrayna’da yaşandı. Ukrayna askeri üslerine saldıran siviller özellikle yönlendiriliyor ve askerlerin sivillere güç kullanmayı ret edince halk ile asker karşı karşıya geliyor. Böylelikle doğu Ukrayna’daki Rus yanlısı ayrılıkçılarda kısa süre içinde silahlanmış oldular. Rusya’nın 1994’te başlattığı kamu düzeni kurma operasyona kaos yaratmanın temeliydi. Rusya askeri operasyonlarda hiçbir zaman Çeçenlere üstünlük sağlayamadı, bu nedenle Dudayev’ e karşı olanları hep destekledi ve Çeçenler içinde fitne çıkarıp bölmeye çalışsa da başarılı olamadı. Rusya’nın askeri operasyonlarının başlamasıyla halktan İçkeriya yönetimine büyük destek verildi. Rusya yanlısı olan bütün güçler ise hain ilan edildi. Dudayev ile başlayan Rusya savaşı bir kurtuluş savaşıydı. Halkın büyük kesimini de arkasına alan Dudayev Rusya’nın bir numaralı düşmanı olmuştu. Rusya’nın en iyi stratejilerinden ikincisi ise hapishaneleri boşaltmaktı.

Askeri üslerin ardından Çeçenistan’daki hapishanelerin önünde sivil eylemler sonrasında toplu firarlar. Bu firarların sonunda af çıkarmak zorunda kalan Çeçen hükümeti iyi kötü adamları ayıramadan tutukluları serbest bırakmak zorunda kaldı. İlk firar edenler Dudayeve karşı çıkan silahlı muhalif grup Lobazanov birliğiydi. Dudayev’e muhalif ve bir nevi Çeçenistan’ın Robin Hood’u olarak bilinen Ruslan Lobazonov daha sonra Rus istihbarat elemanı olduğu ortaya çıkmıştır. Lobazanov grubu özellikle Çeçenistan’da huzura ve kanuna karşı kullanılıyordu. Lobazanov ve çetesi Çeçen hükümetine karşı sürekli sorun teşkil eden ve Çeçen kuvvetlerine saldırılar düzenleyen bir çeteydi. Lobazanov çetesi Çeçenler arasında ilk nefret ve kine neden olacaktı.

Lobazanov’un yarattığı kaos Çeçenistan’da siyasi çatışmalara neden olmuş ve iktidar için kan dökülmesine kadar gitmiştir. Bu kaos Çeçen bağımsızlığına ve Çeçen hükümetinin kurulmasına gölge düşürerek siyasi bir istikrarsızlığa neden olmuştur. İlerleyen zamanlarda bu kavga Sufi ve Selefi kavgasına dönüşmüştür. Rusya Çeçenistan’da güçlü bir devlet yapısını hiçbir zaman desteklememiştir ve Çeçenistan’da oluşacak kontrol dışı istikrarı da istememektedir. Sufi ve Selefi kavgasının öncesinde yaşanan bu çatışma, daha sonra Sufi ve Selefi kavgasına dönüşecekti. Suriye’deki Kürtler bu devletleşme aşamasını Suriye’nin eski devlet yapısı dağılmadan PYD unsuru üzerinden ilerletti. Çeçenistan’da ise bu şekilde devletleşmeyi Rusya Çeçen olmayan ama Çeçen grupların içine kontrol edebileceği örgütler yerleştirdi. Bu da Çeçenler arasında anlaşmazlıklara neden oldu. Çeçenlerdeki bir diğer sorun ise seküler komünist sistemden hızla İslam’a dönüşün yaşanması. Bu dönüşü ise kullanan güç batı oldu. Beş asırdır İslam dinini doyasıya yaşayamayan Çeçenler, SSCB’nin dağılmasıyla devletleşme yolunda ilerlerken, İslam dinini de özgürce yaşamak istediler ancak Rusya ile olan savaş sırasında Arap ülkelerinden gelen farklı ideolojiye sahip grupların etkisi altında kaldılar. Daha sonra devletleşmek için büyük adımlar atılmasına rağmen içinde bulunan farklı islami grupların anlaşmazlıklarını Rusya ve Batı kontrol ederek, Çeçenlerin kendi içinde bağımsız devletleşmesine izin vermeyecektir.

Cevher Dudayev zamanında bu oyunu anlıyor ve farklı İslami grupların Çeçen İslami anlayışını bozacağını ve ilerde büyük sorun haline geleceğinden endişe ediyor. Rusya devlet yapısı olarak kaostan beslendiği için Çeçenistan’da kendi kontrolü dışında devletleşmeye izin vermedi ve Dünya kamuoyuna vahşi, zorba ve radikal Çeçen imajını oluşturdu. Rusya’nın elinde artık yeni bir kaos kozu vardı, Sufi- Selefi kavgası. Bu kavga Rusya’nın Çeçenistan üzerindeki kontrolünü daha da sertleştirmek için iyi bir fırsattı. 1996 ve 1999’da Çeçen halkının tam bağımsızlık fikrinden caydıracak bir sürü bahane ile Çeçenistan’da sürekli söz sahibi olacaktı. Rusya’nın kaostan beslenme fikrinin güçlenmesiyle Çeçenistan’ın birinci savaştan kazandığı ekonomi tamamen çöktü.

İkinci savaşta ise Rusya Çeçen imajını zedelemeye ağırlık verdi. İkinci savaş başlarken Çeçenistan’da bir devlet otoritesi yoktu sadece otoriter sahibi birkaç lider vardı, onların arkasında da binlerce asker. Çeçenya’nın o günkü hali, bugünkü Libya gibiydi. Rusya Aslan Maskhadov hükümetiyle imzaladığı anlaşmayı kabul etmiş ama bir yandan da kendisine karşı itibarsızlaştırma çabası içindeydi. Çeçenistan hükümeti bir yandan ekonomiyi kalkındırmaya çalışıyor, bir yanda da Rusya’nın uyguladığı ambargoyla mücadele etmeye çalışıyordu. Ekonomisi yıkılmış ve ambargo altında olan Çeçenistan’da, para kazanmanın bir kaç yolu vardı. Petrol kaçakçılığı, silah kaçakçılığı ve insan kaçırma. Bu işlerle uğraşanlar para kazanabiliyordu. Vergisini bile toplayamayan Çeçen hükümeti insanların sosyal ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuş ve ülkede kaos hakimdi. Rusya da açık açık Çeçenlere gayri meşru yollarla para kazanma imkanı sağlamıştı. O dönem Rus medyasında çıkan haberlerde; Rusya’dan kaçırılan, zengin Rus iş adamlarının, Çeçenya’da ortaya çıkmasıydı? İlginç olan ise, Çeçenistan’da selefi birliklerin bazıları mürted olarak belirledikleri yerli iş adamlarını da kaçırmaya başlamasıydı. Klan toplumu olan Çeçen halkı bu tarz eylemleri hiçbir zaman desteklemedi ve bu bir iç savaşa sebep olmasa bile, şiddetli çatışmalara neden oluyordu. Rusya’nın oligark isimlerinden olan, Berezovski ise Çeçenistan’a korumasız gelip gidiyordu. Burada tutulan rehineleri ise büyük miktar para karşılığı kurtardığı söyleniyordu. İlk başlarda güçlü cemaatlerin yaptığı insan ticareti daha sonra küçük güçlerin sömürgesi haline dönüşmüştü. Çeçenistan’da insan kaçırma olayları, halkı çok rahatsız ediyordu. Bugün DAEŞ’in yaptığı anlatılan insan pazarı. 1997-1999 yıllarında Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de yaşanıyordu. Grozni pazarlarında çalıntı araba, silah ve köle insan satın alma imkanın vardı ve bu durum o kadar normalleşmişti ki, insanlar bunu saklamadan yapıyordu. 1999 yılının Eylül ayında, savaş öncesi muhabir olarak gittiğim Çeçenistan’da bir grubun araçlarını çalıntı araba pazarından aldıklarını gördüm. Silahlarını ise yine aynı yolla Zelenıy Rınok olarak bilinen merkezi pazardan, köle ticareti ise Birja denilen ve döviz alım satımı yapılan kara borsadaki sokakta yapılıyordu.

Rusya Çeçen İçkeriya Cumhuriyetinin kurulmaması için yarattığı kaos ortamı ile halkta korku hakimdi. Ayrıca Rusya’nın 1992-1999 yılları arasında Çeçenistan’a uyguladığı ambargo ile askeri ve ekonomik olarak Çeçenistan’ı bitirmişti. Ekonomik zorluk çeken Çeçen halkı ise İllegal yaşamaya başlamıştı. Rus istihbaratın (FSB) ise, Çeçenistan’da yapılan bütün illegal işler de parmağı vardı. Hatta 1999 yılında Rus-Çeçen savaşı sonrası Rusya için çalışan Çeçen ajanların arasında Çeçen İçkeriya yönetime yakın ve Çeçenistan’da söz sahibi olan isimler vardı.

Burada en masum isim ise, Çeçenistan Müftüsü Ahmed Kadırov’du. Ahmet Kadırov’un Rusya’ya yanaşması tamamen dini sebeplerden idi. Kadırov Rusya’yı arkasına alıp Selefilere karşı mücadele etme çabasındaydı. Çeçenistan’da otorite olarak bilinen başka Rus yanlısı isim Yamadayev kardeşlerdi. Yamadayev kardeşleri daha sonra Rusya’nın askeri istihbarat özel timi Vostok olarak ortaya çıktı. FSB’ye bağlı Movladi Baysarov’un birliği Gorets de ifşa olanların bir kısmıydı. Başka bir çok haydut birliği ise Rusya tarafından kullanılmış ve savaşta öldürülmüştü. Bir kısmıda Çeçenler tarafından temizlenen bu haydutlar, Çeçenistan’daki bir çok kaos ortamı için kullanılmıştı.

Askeri operasyon;

Rusya Çeçenistan’da iki defa askeri harekat yapmıştır. Ancak Rusya’nın tek güç kullanma açısından bakıldığında başarılı sonuçlanmamıştır. Rusya’nın Çeçenistan’ı çökertme çabaları ancak siyasi, askeri, insani ve istihbari çalışmalarını aynı anda yürütülmesi ile sonuç vermiştir. Rusya Çeçen sorununda Çeçenlerin Rusya’ya bağlı kaldıkları, itaat ettikleri sürece istediklerini ve haklarını verdi. Bu ikna etme süreci ile Çeçen halkında da çözülme sürecini başlamıştır.

Günümüzde Çeçenistan tamamen Rus yanlısı fakat yerel unsurlar tarafından yönetilmektedir. Her defasında Çeçenistan’a askeri operasyonda bulunan Rusya,1994-1996 yılları arasında birinci operasyon, 1999-2007 ikinci operasyon olarak gerçekleştirmiştir. Rusya ve Çeçenistan arasındaki bu iki savaş Çeçen halkına ağır bedeller ödetmiştir. Rus askerlerinin Afganistan savaşı sonrası Çeçenistan savaşı en zor ve çok kayıp verdiği savaşları olmuştur. Her iki taraf için de ağır bedelli olan savaşlar her iki tarafın barış istemesiyle durulmuştur.

Rusya’nın askeri operasyonları anlatması kolay fakat yaşanmış en acımasız savaşlardan biri olmuştur. Rusya Çeçenistan arasında yaşanmış birinci savaşta askeri acıdan kaybedeni Rusya olmuştur, ikinci savaşta ise Rusya hazırlıklıydı. Rusya ikinci savaş sonrası Çeçenistan’ın yerleşim merkezlerini yerle bir etmiş ve kesin zafer kazanmıştı. 1999 yılının Eylül ayında ise askeri operasyon başlamıştır. Rusya 2000 yılının yazında bütün cephe savaşlarını bitirmiştir. Gürcistan ve Çeçenistan sınırı da kontrol altına almıştır. Rusya 1994-1996 yılında yaptığı operasyon ile askeri ilerleyişini ovalık bölgelere kadar ilerletmiş ve Çeçenistan’ın şehir, ilçe merkezlerini kontrol altına almıştır. Rusya ve Çeçenistan birinci savaşında, Çeçenlerin başarılı olmalarındaki sebebi ise Çeçen birliklerinin başında Cevher Dudayev ve Aslan Maskhadov gibi SSCB’nin rütbeli askeri isimlerinin olmasıydı. Rusya ve Çeçenistan’ın ikinci savaşında çeçenlerin başarısızlığın nedeni merkezi cephe yönetiminin olmaması ve çeçen birliklerin Selefi- Sufi kavgasından dolayı farklı merkezlere ayrılmış olmasıydı.

Selefi birlikleri Maskhadov yönetimini kabul etmeyip, savaşın ilk aylarında Rusların üstünlük sağlamasına yardımcı olmuştur. Rusya’nın Çeçenistan’a yapmış olduğu ikinci savaşta, Çeçen birliklerinin kaybetme nedeni fitneydi ve bu nedenle Çeçenistan hızla toprak kaybetmiş ve halkı da hayal kırıklığına uğramıştı, bununla beraber halkın çeçen birliklerine lojistik desteği de azalmıştı. Rusya ve Çeçenistan’ın birinci savaşında Çeçen birliklerin lojistik merkezler oluşturmasına ve gıda depolamasına ihtiyaç yoktu. Çünkü istedikleri köylerden istedikleri kadar gıda ve mühimmat yardımı alabiliyorlardı. İkinci savaşta ise bu destek kısıtlıydı ve bir çok köy selefi grupların girişine izin vermiyordu. Bu köylerde köylüler koruyucu birlikler oluşturmuştu ve köylere silahlı grupların girişleri engelleniyordu. Selefi grupların lojistiği sistemleştirilmişti ve dağlarda bu gruplara ait depolar yapılmıştı fakat Rusların istihbaratı bunlarını çoğunu tespit etmiş ve ele geçirmişti.

Birinci savaşta Rus askeri birlikleri yeterli top atışı ve hava desteği olmadan yerleşim merkezlere girerken dünya kamuoyunu rahatsız edici bombardımanlardan kaçınmaya özen gösteriyordu. Bu sözde titizlikte savaşan ruslar tarafından onlarca toplu katliam yapılmıştı. İkinci savaşta Rusya Çeçenistan’da taktik nükleer ve kimyasal silahın dışında elinde olan bütün imkanları kullanıyordu. Çeçenistan’da ilerleyen Rus askeri birlikleri, Rus birliklerine karşı olan yerleşim merkezlerini ağır bombardımana tutuyordu. Bu bombardıman sonrasında ise Rus birlikleri bu köy ve kasabalarda kalan enkazı temizlemek için giriyordu. Her iki savaşta da en ağır çatışmalar Çeçenistan’ın başkenti Grozni içindi. Rus birlikleri birinci savaşta Grozni’ye girişi kuzeyden olmuştu, kuşatma yaşanmamıştı. Grozni’nin Güney tarafı Çeçen birlikleri tarafından sıkıca korunuyordu. İkinci savaşta ise Çeçen birliklerinde merkezi yönetim olmamasından dolayı Grozni savaşın ilk üç ayında kuşatılmıştır. Grozni’yi savunan Çeçen birlikleri en ağır kayıplarını bu kuşatmadan çıkarken vermiştir.

Ruslar tarafından çevrilmiş olan Grozni’den Çeçen birliklerin ayrılması sırasında komutan Şamil Basayev de mayına burada basmıştır. Rusya’nın kuşatması ve Çeçenlerin başarısız Grozni savumasından sonra binlerce şehit vermesiyle sonuçlanmıştır. Grozni’yi terk eden Çeçen birlikleri yaralılarıyla birlikte dağlardaki üslerine ulaşmaya çalışıyordu ancak mevsimlerden kış olması üslere ulaşmayı zorlaştırıyordu. Binlerce Çeçen askeri hastalanmış veya donmuştu. Rusların Grozni’yi kuşatma opersyonunda Gürcistan sınırını kapatmış, dağ bölgesine komando birliklerini yığmış ve yüksek yerlerdeki kontrol noktalarında da birliklerini yığmıştır. Böylece Grozni’ye takviye ekibinin işi daha da zorlamış ve Grozni’den çıkan çeçen birliklerin dinlenme imkanı olmadan sürekli savaşmasına, yorgun ve yıpranmış çeçen askerlerin kayıp vermesine neden olmuştur. Bu her detayı ustalıkla hesaplanmış operasyonla Rusya Çeçen birliklerine karşı her açıdan üstünlük sağlamıştır. Yaşanılan bu acı kayıplardan sonra, bir çok Çeçen komutan cephe savaşına dönme imkanı bulamadılar ve Çeçenler 2000 yılın Şubat ayından sonra geri kalan birlikleriyle gerilla savaşına odaklandılar.

Birinci Çeçen Rus Savaşında; Çeçenlerin uyguladığı strateji ise cephe savaşı ve gerilla savaşını aynı anda yürütmekti. Cevher Dudayev ve Aslan Maskhadov’un tecrübesi ile Ruslara karşılık başarılı savaş yürütülmekteydi. Çeçenlerin birinci savaşta başarılı olmalarının sebebi, cephe savaşlarıdır. Cephe savaşlarında askerin dinlenme şansı vardır, yedek askeri birlikler vardır. İkinci savaşta ise Rusya lojistik kısıtlamalarla Çeçen birliklerin koordinasyonunu bozmuştur. Sonrasında Rusya gerilla savaşıyla devam etmek isteyen Çeçen birliklerinin direnişini bitirmek için askeri operasyonlarına hız kesmeden devam etmiştir. Bu operasyonları hayli başarılı olan Ruslar Çeçenistan’ı yakıp yıkmıştır.

2000 yılında gerilla savaşında da başarılı olamayan Çeçenler dinlenmeye ve geri çekilmeye başladılar. Yaşanılan kayıplar sonrası Çeçenlerde anlaşmazlıkların bedelinin ağır ödenmesinden dolayı 2001 yıllı yazına kadar geri çekilme devam etti. Daha sonra merkezi gerilla savaşına odaklanıldı.Yeniden Çeçenler Ruslar karşında üstünlük sağlıyorlardı ki, 2004 yılında Grozni patlamasında Ahmad Kadirov’un ölümü ile Rusya’nın Çeçenistan siyasetinde değişim yaşandı ve Ramazan Kadirov dönemi başladı. Ruslarda yeni dönemde Ramazan Kadirov ile daha ılımlı yol izleyerek, kontrol altındaki Grozni’yi Ramazan Kadirov’un yönetimine bıraktılar. Böylece Çeçen-Rus savaşı Çeçenleştirilmiş olup Çeçen sorunu oldu.

Kadirov Demokrasisi;

Ruslar Çeçenistan’da sert güç ve yumuşak güç kullanmıştır. Askeri müdahalede sert güç, demokraside ise yumuşak güç. Rusya’nın son dönemlerde geliştirdiği ve bütün büyük güçlerin uyguladığı yumuşak güç baskısına demokrasi denilmektedir. Rusların öne çıkardığı demokrasi kavramı ise Vladimir Putin’in Başdanışmanının kavramı olan; “суверенная демократия” yani egemen demokrasidir. İlk Çeçenistan’da uygulanmıştır. Çeçenistan’da uygulanan Rus demokrasisinde halkı bağımsızlıktan bezdirip, Rusya’ya yarı gönüllülükle bağlı kalmasını sağlamıştır.

Çeçen halkına verilen seçim hakkı 2003 yılında referandum ile başlamıştır. 23 Mart 2003’te yapılan referandum ile Çeçen halkı Rusya egemenliğinde yaşamayı seçmiştir. Referandumda oylanan Rusya ile yaşama arzusu değildi lakin bu bir seçenek olmaktan çıkmıştı. Çeçenler Özerk Cumhuriyet Anayasalarını oylarken, Ruslara olan bağlılıklarınıda oylamış oldular. Bu anayasada Çeçenistan’ın Rusya’dan ayrılmaz bir parçası olduğu yazıyordu. Halk kendi anayasasını oyluyor olsada, Ruslara olan bağlılıklarınıda resmileştirmiş oldular. Sonuçta Rus birliklerinin altında yapılan referandumda özgür irade olamazdı. Bu şartlar altında bu anayasa Çeçen halkı tarafından kabul edildi.

Çeçen halkı aynı anayasada parlamento seçimi ve Cumhurbaşkanını da seçmiş oldu. Rus tarzı demokrasi ile Çeçenlere öz yönetim imkanı verildi. Kısacası bugün Kremlin tarafından uygun görülen bir Çeçen lider seçilebilir. Kadırov bu Rus demokrasisini totaliter rejime çevirmiş olsada değişen bir şey olmamıştır. Rusya federal merkezin dayattığı demokrasi Kadirov rejiminin yönetimine evrilmiştir. Sadece Rusya Federal merkez burada olası Çeçen seçimlerinde itaatkar adayların belirlenmesinde söz sahibi fakat Kadirov’un istemediği adayın çıkması mümkün değildir. Farklı seçeneklere Kadırov şiddetle direnecektir. Rusya bundan sonra Kadırov’un isteği dışında da burada bir yönetim atamakta zorlanacaktır. Kadirov ve Putin ilişkileri azımsanmayacak kadar güçlüdür. Bu nedenle hayli güçlenmiştir Kadirov yönetimi. Kadirov çevresinde topladığı genç ekip ile geçen 20 yılı iyi analiz etmiş ve Çeçen halkını da yönetimi bırakırsa cumhuriyetin ortadan kalkacağına inandırmıştır. Halk için ise özerk de olsa Çeçen devleti hayati önem taşımaktadır.

Kadırov Çeçenistan’ı kendisi yönetecek veya yakın akrabası bunun dışında kimseye devretmeceği açıktır. Buna karşı Rusya federal merkez Çeçenistan’da kendi demokrasisinin devamını istemekte. Kadirov’un yerel yönetimi tekelleşmişken, Rusya federal merkezden aldığı demokrasi dahilindeki hakları kullanıyor. Kadırov Rusya’da geçerli olan yerel yönetim haklarını, Çeçen halkına sanki onun becerisiymiş gibi göstermekte. Ana dilde eğitim, etnik Cumhuriyetlerde yerel dilde ve resmi yazışma hakkı, din serbestliği, çeşitli kültürleri yaşatma hakları gibi aslında Rusya’da yaşayan etnik gruplarada bu haklar eşit şekilde verilmiş ve anayasalarında da yazılı. Kadırov’un siyasetinde ise ‘’Selefiliği’’ bitirmek için milliyetçilik ve geleneksel İslam serbestliği üzerine yürütülmektedir. Rusya demokrasinin yönetici olarak kendine verdiği hakları kullanan Kadirov Çeçenistan’da İslami Çeçen milliyetçiliği tabanını güçlendirmekte bu tabandan beslenen olası rakip siyasilere engel olmaktadır. Rus demokrasisini hiçe sayan Kadirov çoktan kırmızı çizgileri aşmış bulunuyor.

Bu metodlarlar Çeçen halkına Rusya’nın demokrasisinden onları kurtarıp, kendi demokrasisiyle daha özgürlükçü olduğunu benimsetmiş olmasıdır. Vladimir Putin’in sıkı dostu ve tartışılmaz sadakatiyle Kadirov’un bu uygulaması Rusya’nın askeri kanadı tarafından kabul görmüyor hatta sert tepkilere neden olmaktadır. Kadirov yönetimi Çeçenistan’da muhafazakar kitleyi barkasına almış, muhalifleri ise korkutmuş veya devre dışı etmiş bulunuyor. Muhafazakar kesimin olası ağımsızlık direnişe karşı desteğini de böylelikle bitirmiştir. Marjinal bağımsızlık taraftarı ve İslamcı grupların dışında halkın ılımlı olan çoğunluk desteğini alan Kadırov savaşın kazanan tarafı olmuştur.

Rus askeri kanadı Kadirov’u onların zaferlerini çalan, eski Çeçen direnişçi sonuçta yaşatılmaması gereken bir düşman olarak kabul etmektedir. Çeçen güçlerin Rusya ile anlaşanı da düşman olarak görmeye devam eden rus askeri kanat Kadirov’un da bir numaralı düşmanı olmaya devam etmektedir. Rus askeri kanada göre en iyi çeçen ölü çeçen olmaya devam ediyor. Bu şahin kesimin gözünde Çeçen savaşı ise devam etmektedir. Kadirov Rusya’nın anayasal demokrasisini uygulamamaya devam ederse, Rusya Çeçenistan’daki Miliyetçiliğin güçleneceğinden, İslamiyetin güçleneceğinden ve asimilasyon politikalarının zarar göreceğinden endişeli dir. Kadırov yönetimi biraz daha uzarsa Rusların uyguladığı kaos ve askeri çabaları boşa çıkmış olacaktır. Çeçenistan siyasi olarak İçkeriya dönemine dönmüş olacaktır ve Rusya’nın da 24 yıl sonra Çeçenistan’da yenilgi kabul etmese de tam başarılı olduğunu ilan edemez. Bu durumu takip eden rus araştırma merkezleri ve istihbaratı basında bağıra bağıra bu durumu duyurmaya çalışmaktadır.

İstihbarat;

Çeçenistan’da istihbarat toplamak ve istihbari faaliyetleri yürütmek Rusların en çok önem verdiği faaliyettir. Ruslar Çeçen halkının içinden istihbarat toplamak için başvurduğu yöntemlerin başında Çeçenleşme (Çeçen gibi görünen Rus ajanlar) vardır. Çeçenlerin en önemli özelliği kapalı bir toplum olması ve dışarıya fazla bilgi vermemesidir. Fakat halkın içinde çok fazla gizli konu yoktur. Çeçenlerin içerisinde konuşulan konular Çeçen olmayan insanlara aktarılmaz. Çeçen toplumunda devlet kurumlarına birini şikayet etmek veya ihbar etmek hala çok büyük ayıp sayılır. Lakin bu bilgiyi elde edebilmek için Çeçenleşmiş olan bir ajan yeterlidir. Bunun dışında Çeçen toplumunda bilgi sahibi olmak çok zordur.

Başka bir değişle Çeçenlerin güvenine sahip olmakla Çeçen halkı o kişiyle bilgi paylaşımında bulunur. Rus istihbarat birimleri ise bu tarz insanları kullanarak Çeçenlerin içinden bilgi toplamaktadır. Ayrıca Çeçenistan’da Ruslar teknik imkanları geniş çapta kullandıkları halkın büyük kısmı dinlendiği bilinmekte. Çeçenistan’da çok özel konular iletişim araçları kullanılarak konuşulmaz. Çeçenistan’da en iyi istihbarata sahip olanlar yine Kadirov’un istihbaratıdır. Kadırov Ruslarla bu bilgi paylaşımı sınırlı yapmaktadır. Rusların Kadırova karşı olan tepkisinin bir nedeni de budur. Çeçen asıllı bilim insanlarının yaptığı araştırmalar, Rusya’nın araştırma enstitüleri tarafından kullanılıyor. Ayrıca Çeçen toplumun içinde yaşayan Çeçen olmayan ama asimile olmuş diğer etnik gruplarda Rusların istihbari ihtiyaçlarını karşılamakta.

Rusların Çeçenistan’da kullandıkları en yaygın istihbarat toplama yöntemi ise işkencedir. Bu şekilde halk içinden bilgi toplayan Ruslar çoğu zaman Çeçenistan’da başarıya ulaşmakta zorlanıyorlar. Ruslar bu tür başarısızlıklarını örtmek için katliam ve savaşa başvururlar. Dünya’nın hızla dijitalleşmesi Rus istibaratının işini kolaylaştırmıştır. Çeçenlerin lüks yaşam tarzı kullandıkları dijital aletleri her aileye girmesine sebep olmuş ve Rus istihbaratınında işini kolaylaştırmıştır. Özellikle sosyal medya da paylaşılan bilgiler Çeçen toplumun içinden bilgi toplamasını kolaylaştırmıştır. Çeçen direnişinin başlamasının ana nedenlerinden biride Rusların Çeçen halkının kapalı yapısını bozmak ve değiştirmek istemesindendir. Çeçenler bu adımları kendilere karşı asimilasyon baskısı olarak görür ve karşı tepki verirler. Bu tepkinin sonucu yeni bir direniş olur.

Ne kadar kapalı bir toplum olsada da Çeçenlerin içerisinde de zayıf halkalar mevcuttur. Bu halkalardan akan bilgi akışı değerli ve sürekli hale getirmek için Rus istihbarattı özellikle çalışır. Rusya ve Çeçenistan arasında yaşanan iki savaşta da bu bilgi açığını Ruslar çok iyi kullanmıştır. Çeçenler çoğu bilgiyi Ruslara doğru aktarmamışlardır. Rusların toplumları detaylı analiz etme merakı Çeçen halkı içinde geçerlidir. Çeçen halkını bilimsel incelemiş ve araştırmıştır. Çeçen halkının tepkilerini ölçmüş, eylemlerini ve tahrik unsurlarını en ince ayrıntısına kadar incelemiştir. Çeçenlerin en bellirgin özelliklerinden biride inatçı bir halk olmaları, bunu bilen Ruslar bir çok kez yumuşak gücü kullanarak Çeçen halkın vereceği tepkileri ölçmüşlerdir. Rusya’nın Çeçenistanda sivil araştırma merkezleri dahil polis, askeri ve istihbarat büroları mevcuttur.

Göç ve Kalkınma;

Ruslar Çeçen sorunu çözerken kullandığı yöntemlerden biriside göçtür. Çeçenista’nın tarihi sürgün ve göçlerle doludur. Bunlardan en son ve en önmelisi Orta Doğu’ya askeri göçtür. Elbette Avrupa’ya da sivil göçler olmuştur. Her iki göçü Ruslar teşvik etmiş tır. Avrupaya yapılan göç Ruslar tarafından fonlanmaktadır ve Rus propagandasıyla yapılmaktadır. Orta Doğu’daki askeri göçün sebebi ise Kafkasya’da direnişin zorlanması ve Şam toprakların’da yaşanan savaşın sözde kutsallığı olmuştur. Rusya’da Kafkasya’dan savaşçı akışını teşvik etmiştir. Bu göç Rusları sosyal sorumluluktan ve askeri sorunlardan kurtarmıştır.

Avrupa’ya giden 300 bin Çeçenin çoğu Çeçenistan’daki akrabalarla sürekli irtibatta kalıyorlar ve Avrupa’dan onlara maddi yardım desteğini sağlıyorlar. İşsizlik ve başta sosyal güvence yükünü hafifleten Ruslar aynı zamanda nüfus kontrolü de yapmış oluyorlar. Rusların bu politikası bir zamanlar Çarlık Rusyasındaki etnik grupları Osmanlı topraklarına göçe zorlayarak yapmıştır. Bu nedenle Rusların bu politikası yeni olduğu söylenemez. Rusya bu göç teşviki ile kendisine karşı ayaklanma yaratabilecek grupları uzaklaştırmakta dır.

Geri dönüşüde zorlaştıran Rusya bu şekilde dışardan gelebilecek tehditleride aza indirgemiş olmaktadır. Özellikle kalkınma programları ile Çeçenistan’ı paraya boğan Rusya, hem göçü kontrol altına almakta hemde kalkınma programları dahilinde Çeçenistan’da inşa ettiği okulları ve üniversiteleri takip ederek buralardan ayrılıkçı düşüncelerin kontrol altına almaktadır.

Çeçenistan’da resmi okullarda ve yüksek öğretim kuruluşlarda hiç bir şekilde resmi ideoloji veya propaganda harici faaliyetlere izin vermemektedir. Bunu dikkatlice takip eden Rusya ve Kadirov yönetimi yeni yetişen nasillerin Rusya’nın var olan şartlarına uygun “vatan sever” nesiller yetişmesini istemektedir. Rusya’nın kalkınma ve ekonomik destek programlara ayırdığı ödeneklerin, hibelerin ve yerel bürokratların kurduğu yolsuzluk sistemi rağmen Çeçen ekonomisine yatırım olarak kullanılmaktadır. Rusya Çeçenista’nın tam bağımsız ekonomi kurmasına izin vermezken Rusya’ya bağlı ekonomi sistemi ile hızla gelişmesine destek vermektedir.

Özellikle Turizm sektöründe Rusya’ya bağlılığını artıran sektörlerin gelişmesine destek verilmektedir. Bu şekilde iç turizmi Çeçenistana akmasını sağlamaya çalışan Rusya bu durumu asimilasyon politikalarına da faydalı olacağını öngörmektedir. Rusya bu politikalarla iç göçü de tetikleyen ve destekleyen unsurlarında önünü kesmektedir ve ayrıca Rusya Çeçenistan’da hızla büyüyen genç nüfüsü Uzak Doğu bölgelerinde taze iş gücü olarak kullanmayı da planlamaktadır. Rusya’nın desteklediği bir başka sektör ise tarım ile hayvancılık. Bu sektörlerin gelişmesi Rusların gıda ve et ihtiyacını karşılaması ve Çeçenlerinde Rusya ekonomisine bağımlı hale gelmesini amaçlamaktadır. Bu şekilde Rusya’ya bağlı olan yerel ekonomi gelecekte bölgede yaşayan insanların Rusya’ya karşı isyan etmesini önlenecektir.

Sonuç;

Rusya Çeçen sorununu çözerken, Rusya 1996 yılında Çeçenlerle olan sorunu, Çeçenlerin iç savaşına dönüştürerek ‘’Çeçenleşme’’ kavramının çözülmesine neden olmuş ve kendine yakın itaatkarlarada güçlü destek vermiştir. Böylelikle Çeçen halkı içinde hedef şaşırtma sistemiyle, askeri müdahale olmadan Çeçenlerin kendi içlerinde kaos yaşamalarına zemin hazırlamıştır. Ruslar böylelikle kendilerinden olanlara iyi adam olmayanlara kötü adam diyerek Çeçen halkı içinde de hedef şaşırtmıştır. Bu kaos ortamında müdahale etmek gereği duyan Ruslar Çeçen iç savaşı sırasında dost görünen yardımlarıyla Çeçen halkına ‘’biz sizin öz yönetiminize karışmıyoruz’’ diyerek kötü adamlara müdahale ediyormuş gibi göründü.

Bu normalleşme süreci dahilinde sürekli Kadirov yönetimine para aktaran Ruslar SSCB’nın dağılımından bu güne kadar Çeçenistan’da yaşayan Çeçenlere emekli maaşı dahil bütün sosyal güvence haklarını sağlamıştır.

Rusya Çeçenlere bugün sağladığı şartlar, bağımsız devlet gibi görünen kendi para birimi, pasaport ve dış politika dışında her türlü özerkliğe sahip olmaları dır. Çeçenler için önemli olan özerk devlet statüsü değil, kendi topraklarında kendi yönetimleri ile yaşamak. Bugünkü Çeçenistan’da bu imkan sunulmuş olsa bile Çeçenler de, Ruslar da bu durumun geçici bir anlaşma olarak görüyorlar. Rusya’nın yavaş yavaş Çeçenleri asimile etme çabaları artarken, Çeçenlerinde bağımsızlık istekleri artmakta. Çeçen sorunun kökten çözülmüş olduğu söylenmez ama federal merkez ve yerel yönetim dialog halinde olduğu sürece her iki tarafında istekleri dikkate alınmaktadır. Böylelikle Çeçenistan’da olası sıcak çatışmalarında önüne geçmek mümkün.

Çeçenlerin bağımsızlık istekleri beş asır önce başlamıştır.Rusya’nın saldırgan davranışlarına karşı bir isyandı. Tarih boyunca Çeçenler Rusya başlatmadığı sürece Ruslarla savaşmamıştır. Rusya’nın sürekli Çeçenlerin yaşam şekline yaptığı müdahaleleri sonucu Çeçenlerde isyan etmiştir. Günümüzde de aynı sorunu yaşayan Çeçenler Rusya’nın yaşam şartlarına karışmaması halinde Rusya’la savaşmayacaktır. Gelecekte bölgede yaşanacak savaşların sebepleri ya İslami hareket ay da Rusya’nın yönetim değişimi ile değişecek Çeçenistan siyaseti. Rus ve Çeçen ilişkilerine kısa bir gezinti yaptık. Yukarıda okuduğunuz rapordan anladığımız gibi hibrit savaşı sırf askeri güçle yapılmıyor.

Küresel devletlerin elinde sanat kültür, sosyal medya, kitle yönetimi, basın ve bir çok enstruman daha var hibrit savaşı içinde. Propaganda ise bu savaşın en önemli aracıdır. Şimdilik Ruslar Çeçen sorununu 2007’de bitirmiş gibi görünüyor. Rusya için sorun olmaktan çıkmıştır. 2008’de Gürcistan savaşı çıktığında, ben o zaman Çeçenya’da iş adamıydım. Medya sahibi bir iş adamı olarak magazin dergisi çıkarıyordum. Rus birliklerinin Çeçenya’da bulunan Hankala üssünden Gürcistan’a gittiği geceyi merakla izledim. Hatta Grozni’nin dibinde bulunan Hankala üssünden çıkan bu askeri konvoya Çeçen’ya sınırına kadar eşlik ettim. 1999 ile 2000 yılları arasıda Çeçenya’da savaş muhabirliğine özeniyordum ama Gürcistan’daki savaşa gidecek kadar bir hırsım yoktu. Gitmedim de.

Memleketim diriliyor ve kalkınırken ben de iyi kazanan bir iş adamı olarak daha savaş muhabirliği yapmak istemiyordum. Dürüst olmak gerekirse para her zaman bir etkendir. 2008 yılındaki Gürcistan savaşı Çeçenya’dan sonra Rusya’nın ikinci WW3.0 cephesiydi. Rusya WW3.0 savaşı sözde kendi topraklarından dışarıya taşımıştı. 2000 yılında da Vladimir Putin’in devraldığı Rusya’nın batıya ilk baş kaldırmasıydı. Gürcistan’da yaşanan savaş aslında Gürcistan’ın haklı olduğu fakat zamanlama ile sunum açıdan başarılı olamadığı cephede ise kaybettiği bir savaş olmuştu. Rusya Çeçenya’yı zorla federasyonda tutma hakkını kendinde saklı olduğunu beyan ederken, 2007 yılında Gürcistan’da da aynı hakkı kullanmak ve iki ayrılıkçı bölgeyi kontrol altına almak istedi. Gürcistan’ın hesap etmediği Rusya’nın tekelci tutumu Rusya’nın Gürcistan’a barışa zorlama operasyona neden olmuştur. Bu zorlamanın sebebi ise ABD’nın Rusya’nın sınırlara fazlasıyla yaklaşması idi.

ABD yanlısı politika izleyen Mihail Saakaşvili Gürcistan’ı NATO’ya sokma çabasından dolayı Rusları hayli kızdırmıştı. Saakaşvili’nin Rusya’nın tepkisine rağmen NATO hevesi ABD’ye duyguduğu güvenden kaynaklanmaktaydı. Rusya tepkisini sertleştirip Saakaşvili’yi sıkıştırınca ABD Saakaşvili’yi sattı. ABD ulusal çıkarlarına ters düşen her durumda böyle davranmayı sever, Rusya ise kontrol edemediğinde yok etmeyi sever. Burda PKK/YPG gibi terörist unsurlarında ABD’nin çıkarlarına ters düşmesi sonucunda devletlerin arkasında durmayan ABD’nin terörist PKK/YPG’nin arkasında durması zaten beklenemez kolay piyon olmanın ötesine gidemezler.

Batı taşeron (proksi)güçlerinin başına getirdiği liderleri böyle seçiyor.

Sonuçta Gürcistan’da ABD’ye güvenerek toprak bütünlüğünden olmuştur. 2008 yılında bölgeye yerleşen ABD,Batı ve Nato Rusya’ya karşı yeni bir WW3.0 cephesi açmıştır. Gürcüler ise bunun demokrasi harekatı olduğunu sanarak, seçim bahanesiyle göz ardı edilmektedir. Ancak bunlar Rusya ve Batı kavgasının diğer yüzü asıl mesele Gürcistan’da açılan cephe ile Rusya ve Batı arasındaki sessiz savaş devam etmekte. Zaman ve strateji en önemli unsur. ABD senatosunda yükselen sesler ise, Karadenizde Rusya’ya karşı daha sert müdahale edilmeli tarzında bu açıklamalar savaşın askeri güce dönüşme ihtimalinin yaklaştığını ve Gürcistan’ın ciddi zarar göreceğine işarettir. Rusya’nın Gürcistan’ı dize getirmek için 2008 yılındaki müdahalesiyle Rusya ve ABD’nın hibrit savaşı dünya kamuoyuna yansımıştır.

Çeçenya’da ise 1999-2007 yıllarında yaşanan savaş da hibrit savaşın bir parçasıydı. O zamanlar Rusya’nın gücü bugünkü kadar güçlü değildi ve Putin de sessiz kalıyordu. Aslında ABD’nin hibrit savaşındaki ilk yenilgisi Afganistan’a girmek için Çeçenistan’ı takas etmesiyle başladı. Putin ilk o zaman masaya kabul edilmişti. O günden itibaren Putin masada güçlendi ve masadan ayrılma niyetinde de değil.

Rusya ve Çin’i kontrol etmek için Afganistan’a giren ABD’nın Rusya’nın Çeçenistan cephesinde oyalanmasını fırsat bilerek Gürcistan’a yerleşmesi Rusya’nın sonuçta Gürcistan’a sert müdahalesine neden oldu. ABD Gürcistan ve Afganistan için Çeçenistan’ı gözden çıkarmıştı. Böylelikle ABD Rusya’yı sıcak denizlerden ve Arap yarımadasından izole edeceğini sanıyordu. Gürcistan’dan Ukrayna’ya uzanan devrimlerle ve devlet yönetim değişiklikleriyle Rusya sınırında Ukrayna üzerinden Baltik ülkelerine uzanan bir halka oluşturuyordu. Ukrayna’daki turuncu devrim ile hibrit savaş cepheleşmesi, Kırım’ın ilhakına sebep oldu. Böylece Karadeniz bugün Rusya’nın askeri limanına veya Rusya’nın iç denize dönüşmüş oldu. ABD ve Batının istenildiği gibi Karadenizde deniz kuvvetleri oluşumuna izin verilmedi. Gerçi Türkiye’nin söz sahibi olduğu karadeniz tam olarak rus gölü değildir.

Ukrayna’daki hibrit savaşında ise, Rusya’nın asıl hedefi ABD’nin piyonları olan ve çoğu zaman kaos için kullanılan örgütlerin karşısında tamamen kontrol edilebilinir yönetimlerin kurulmasıydı. ABD’nın stratejisi farklı örgütler ve siyasi güçleri oluşturmak bu örgütler ABD istediğinde meşru yönetim veya terör örgütü olmakta. Dünya kamuoyuna ise ABD terör örgütlerle mücadele ediyor mesajı vermekte. Meşru olarak adlandırılan örgütler devlet yönetime atanıyor, terör örğütleri ise ABD’nin istediği zaman, istediği bölgede ortaya çıkan ve ABD’nin müdahalesiyle dağılan unsurlar olmanın ötesine geçemiyor. En önemlisi ABD bu oluşturduğu örgütlerin içerisinde kendince iyilere destek verir ve kötülerle savaştırır. Bu savaşta ABD iyi olanı kendine devasa borçla bağlar. ABD Rusya ile olan hibrit savaşının cephesini Kuzeye doğru ilerletip, Gürcistan ve Ukrayna hattı kapatarak Rusya’yı çevirmek istiyordu. ABD rus sınırında yeni kalesi olan Ukrayna’da kitleleri demokrasi ve adalet için sokaklara dökmeye başlamıştı. Ukrayna’da 1992’den beri görev yapan Avrupa Birliği ve ABD’nin Sivil Toplum Kuruluşları Ukrayna halkını devrime inandırmışlardı. Batının bu tür faaliyetleri hayli yaygındır. Küçük bir kıvılcımla başta kansız sonrasında kanlı kaoslarla ellerini kana bulamadan uzaktan kontrol ettikleri devlet karışıklıklarını hayli severler. SSCB dönemi aydınların post SSCB nesillerine yaptıkları en büyük kötülük yeni ulusalcı nesillerin yetiştirilmemesidir. SSCB cumhuriyetlerinde oluşan bu ulusalcı boşluk yüzünden dış müdahaleye ve toplum mühendisliğe müsait toplumlar oluştu. Batı bu müsaitliği kullanırken Rusya SSCB’den kalma muhafazakar ve solcu mirası kullanmaya devam ediyor.

Dağılan SSCB’nın kaynaklarını elde eden kapitalizm ulusalcı anlayışıda yok etti. SSCB sonrası dağılan genç cumhuriyetleri kendilerine ait beylikler gibi algılayan post SSCB yöneticileri ülke içinde yetişen yeni nesillere ulusalcılığı aktaramadılar. Para ile gelen iktidarın sarsılmayacağına ve fazlasıyla güce sahip olduklarını sandılar. Fakat gerçekler çok farklı ve onlar için de felaket olduğunu farketmemişlerdi. Post SSCB cumhuriyetlerin yönetici elitlere değişim sinyalleri Ukrayna’dan geldi. Eski elitler ile yeni elitler arasında yaşanan bu yönetim kavgaları, eski sovyet cumhuriyetlerde halkların demokrasi talebi bu halklara hizmet etmediği gibi tam tersine bu değişim talebiyle çıkan kavgalar küresel hibrit savaşına dönüştü. Değişim toplumlar da ne olduğu anlamadan hibrit savaşın askerleri oldu.

Kırım cephesi

Kırım’ın ilhakı sırasında Anadolu Ajansında serbest çalışan bir gazeteciydim. Kuzey Kafkasya ise benim sorumluğumdaydı. Kırım’a kendi isteğimle gittim. 18 Mart referandum günü Kırım’a yeni ayak basmıştım ve Kırım’ın yeni sahipleri bütün gazetecilerin kaldığı oteli basmış ve gazetecileri toplamıştı. Böylece dünya basını engellemeye çalışan ruslar bir nevi haber akışı tekelleşmeyi becermişti. Neredeyse benden başka kimsenin olmadığı otelde kaldığım için, 18 Mart 2014’te kimsenin dikkatini çekmeden Kırım’ı bir turist gibi gezip, referandumu takip ettim. Sandık başlarında çekim yapma imkanım olmasa da insanlarla sohbet etme imkanım olmuştu.

Ruslar Kırım operasyonuna iyi hazırlanmıştı. Sert güç, yumuşak güç ve siyaseti iyi kullanan yerel halkın tarihsel bağlarını da iyi kullanan Ruslar referandumda çoğunluğu elde etmeyi başarmıştı. Sandık başına gelenlerin gerçekten Rusya yanlısı olduğu gözden kaçmıyordu. Tatarlar referandumu boykot etmeseydi bile nüfus azınlığından dolayı referandumun sonuçlarını etkileyemezlerdi. Stalin tarafından sürülen, SSCB döneminde geri dönüşlerine izin verilmeyen Kırım Tatarlarının en büyük korkusu Rusya’nın Kırım’a dönüşüydü. Ukrayna ordusu ise Kırım’da hazırlıksız yakalanmıştı, 2008’de hazır olan Gürcü birlikleri bile 4 gün anca direnmişlerdi. Ukrayna ordusunun Rusların karşısında Kırım’da şansı yoktu. Kırım ilhakından sonra birkaç defa daha Kırım’a gittim. Kırım Tatarlarının durumu Türkiye tarafından da yakından izlenmekte oldu için Kırım ile ilgili çalışmalarım oldu.

Kırım Tatarlarının talihsizliği 21yy da istemeselerde küresel savaşın ortasında kalmaları. Hibrit savaşında cephelerin geçtiği bölgelerde ve orada yaşayan halkların durumu içler acısı. Kırım’ın ilhakında Tatar nüfusu çoğunlukta olsaydı, bu ilhakın kansız olması mümkün olmayacaktı. Tatarların kurban edildiği bu ilhakta Rusların Kırım’daki nüfusun çoğunlukta olması rusların başarılı olmasına neden oldu. Sonuçta Ukrayna’da ve Gürcistan’daki gibi bir cephe yoktu. Kırım’ın ilhakını yakından izleyen bir gazeteci olarak, Kırım’ın ilhakı Rusya’nın hibrit savaşındaki en büyük başarısı olduğunu söyleyebilirim. Kansız askeri operasyon yapan Rusya daha sonra Tatarların üstüne yürüdü. İşin gerçeği Kırım’da kaybeden taraf Tatarlar oldu. Fakat Tatarlar da bu durumda yaşama devam etmek zorunda ve siyasi olarak farklı taraflarda var olduklarını gözetmek mümkün. Kırım çalışmalarımdan bir yazı da Tatarların durumu analiz etmekte. Aşağıda yer alan çalışma aslında küresel siyasetin etnik azınlıklara yansımasını anlatmakta.

Kırım: Bir Halkın Zorlu Vatan Mücadelesi;

“Kırım yarım adasını ilhak eden Rusya buranın kararlı bir şekilde kendine ait olduğunu savunurken, bu topraklar için bir damla kan bile akıtmayan Ukrayna ise kendine ait olduğunu ve Kırım’ı geri alacağını her fırsatta dile getirmekte.”

Kırım yarım adası ve bu toprakların bugünkü ülke menşesi uluslararası hukukta tartışmalı bir konudur. Kırım yarım adasını ilhak eden Rusya burayı kararlı bir şekilde kendine ait olduğuna savunurken, bu topraklar için bir damla kan bile akıtmayan Ukrayna kendine ait olan Kırım’ı geri alacağını her fırsatta duyurmakta. Bu iki slav devletin bir türk toprağı olan Kırım üzerinde yaşadıkları çatışma gerçeklerden hayli uzak. Kırım tatarların vatanı olan Kırım yarım adası Kırım tatarları için 1783 yılından beri zorlu vatan mücadelesidir. Rusya 1783 yılında Osmanlı’dan kopardığı Kırım’ı nüfus politikalarıyla izlemiştir. Bu politikaları tarihçiler uzun uzun anlatatırlar ancak tarihten bugüne bu durum hiç değişmedi. SSCB’nın Kırım Tatarlarını Sibirya’ya sürmesi, Ukrayna’nın da Kırım Tatarlarının dönüşünde yaşattıkları zorluklar ve Rusya’nın da bugün izlediği Kırım Tatarlarını Kırım’dan göçe zorlama siyasetinin tek amaca hizmet ettiği görülmekte.

Kırım’ı Kırım Tatarlarından temizlemek. Kırım Tatarlarını asimile etmek sorunu çözmeyeceği gibi sorunu daha da büyütecektir. Bugün Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan Kırım yarım adası kavgası Kırım Tatarların haklarını savunmayı amaçlamıyor. Bu kavganın asıl sebebi Batı ile Rusya çekişmesi ve NATO’nun doğuya genişlemede başarısız olmasıdır. Ukrayna, Batı ve Rusya kavgasında günah keçisi Kırım Tatarlarıdır. Küresel güçlerin etnik grupların tepkisini kullandığı günümüzde Kırım Tatarları da Rusya’ya karşı kullanılmaktadır. Hiçbir küresel güç etnik grupların sorunlarını çözmez ya da çözmek istemez. Kırım Tatarlarının asıl sorunlarından biride Kırım’a dönüştür. Dönüş sonrası Kırım’da ciddi Tatar nüfusunda azalma olmuş ve çoğu Tatar dönmemiş ya da istememiştir. Şu anki Kırım’daki nüfus da Rusya’ya karşıdır.

Kırım’da görev yapan Ukrayna askerleri dahil bütün yöneticilerin Rusya tarafından satın alındığını ve Kırım’ı bu yüzden hiç silah kullanmadan teslim aldığını hatırlatmamız yerinde olur. Kırım ilhakının yaşandığı 2014 yılında yapılan referandum süresince hapse atılan, baskı gören ve göçe zorlanan yine Kırım Tatarlarıdır. Ukrayna vatandaşı olan Kırım bürokrasisi ve diğer halklara nedense hiç dokunulmamıştır, hatta bu halklar Rus yanlısı duruşlar ile Rusya’nın Kırım’ın ilhak etmesine de yardımcı olmuşlardır. Kırım Ukrayna döneminde de çok rahat bir eyalet olmamıştır. Ukrayna bürokrasisi Kırım’ı adeta yağmalamış, kiralık bir araç gibi kullanmış, halkı hizmetten yoksun bırakmış, jeopolitik konumundan dolayı elde edilen gelirleri ise ceplerine indirmekle meşgul olmuşlardır.

Bu bürokrasi 2014 yılında Rusların verdiği rüşvet ile koltuklarını korumak suretiyle Kırım’ın ilhakına yardımcı olmuşlardır. Bu sorun Kırım Tatarları tarafından da dile getirilmekte. Rusya’nın kanunlarına göre Kırım Tatarlarına yapılması gereken iadei itibar. Bu kanuna göre sürülmüş halklara onların mal, mülk ve hakları iade edilmeli. O zaman Kırım’ın her yerinde bir çok vatandaşın kendine ait bildiği, Tatarlara da ait olan evleri iade etmesi gerekecek. Hala Orta Asya’da ve Ukrayna dahil olmak üzere Kırım dışında yaşayan Tatarların Rusya vatandaşlığına kabul edilmesi ve onların Kırım’a ikametlerine izin verilmesi de mecburidir. Tatarların hızlı nüfuslarındaki artış, burada yaşayan diğer etnik gruplar ve Rusya için ciddi sorundur.

Kırım Tatarlarının hızlı nüfus artışı, Tatarların kendi vatanlarına sahip olmasına neden olacaktır. Bu gözden kaçmayan ayrıntıları ve ince hesaplamaları yapan yerel bürokrasi, federal merkez ve Batı destekli güçler rahatça okuyabilmektedirler. Bu gün Kırım Tatarlarının Rusya’ya karşı duruşu hem Rusya’nın işine gelmekte hem de Batı çemberindeki Ukrayna’nın Rusya’ya karşı Kırım Tatarlarını kışkırtmak, onların ayaklanmasını sağlamak Rusya’nın Dünya kamuoyunda imajını zedeleyecektir. Ancak Rusya’da yumuşak güç ile karşı hamlelerde bulunup, Kırım halkına baskı yerine diğer etnik grupların gözünde hain olarak gösterecek ve Kırım Tatarlarını göçe zorlayacaktır. Özellikle Ukrayna’nın Herson bölgesinde Kırım tatarlar için özerk bölgesi kurulması için Rusya’nın planları arasında. Bu özerk bölgesi Rusların ilerde Kırım Tatarlarını Kırım’da haklarını iade etmemek içinde bahane olacaktır.

Rusya Çeçenistan’dan Suriye’ye kadar yaptığı insan hakları ihlalleri ve katliam suçlamalarını kabul etmeyerek, kendi kamuoyunada kendini haklı göstermiştir. Özellikle Batı’da yükselen İslamofobiyi kışkırtan ve destekleyen Rusya her seferinde “islam terörürü” ile mücadelesi adı altında kendisini ayıklamıştır. Kırım Tatarlarının sorunları nasıl ki, Ukrayna döneminde çözülmedi gelecekte de çözülecek gibi görünmüyor. Tıpkı Gürcistan’daki Ahıska Türklerinin sorunun çözülememesi gibi. Kırım Tatarlarının da düştükleri en büyük yanılgı diğer etnik gruplar gibi (Kürtler) vb. Batıya sorgusuzca güvenmeleri ilerde kullanılma riskini de arttırmaktadır. Siyaset bir ustalık işi ise bugün Kırım Tatarlarının da iyi usta olmaları lazım ki, haklarını koruyabilsinler. Bu hak arayışında Türkiye’nin Kırım Tatarlarına ciddi desteği gerekmektedir. SSCB’nin kendilerine uyguladığı sürgün sonrası ellerinden alınan haklarını SSCB varisi olan Rusya’dan istemeliler.

Rusya’nın kendilerine dayattığı “İslami terörist” kimliğinden kurtulmalılar. Rusya Kırım Tatarlarının hak istememeleri için kendilerini “İslami örgütler” adına başka bir tartışmaya sürüklediğini anlamalılar. Buna karşı Tatarların kendilerine uygulanan bu siyasetin karşısında ve özellikle Rus yanlısı Tatar örgütleri üzerinden haklarını meşru hale getirmeliler. Kendilerini hedef olmaktan çıkardıkları an, baskı siyasetinin yerine karşılıklı anlaşma siyasetine dönüştürmeliler. Kırım Tatarları nüfus planlamasından kaçınmalı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın Türkiye halkından istediği gibi 3 çocuk isteğini benimsemelilerdir. Kırım Tatarları nüfus artışını sağlayarak adımlarını daha temelli atabilir. Kırım’ın hızlı Tatarlaşması buna bağlıdır. Kırım Tatarcası resmi yazışmalarda kullanılmalı, ana dilde eğitim ve dinlerinde siyasi baskı olmadan yaşamaları için bunlar gerekmektedir. Bunların gerçekleşmesi için Rusya’nın Kırım’dan çekilmesiyle mümkün olacak gibi gözüksede Kırım üzerinde küresel güçlerin planları hiç bitmeyecektir.

Rusya Kırım’ı ilhak ettiği günden itibaren yaptığı yatırımlarla savaş zoruyla Kırım’ı kurtardığını sanıyor. Rusya’nın en iyi ihtimalle Kırım’ı özel statü halinde bir bölgeye dönüşmesi de mümkün. Kırımı ve Kırım Tatarlarını ezip geçen cephe hattı kuzeye doğru ilerledi. Kırım’ın hemen arkasından hareketlenen Donbas’ta ise Ukrayna ordusu çuvallamıştı. Ukrayna ordusunda Batının hazırladığı yeni nesil ordunun olması Ukrayna’yı böyle yenilgiye uğratmıştı. Bazı Ukraynalı oligarklar ve Milliyetçi halkın ortak davranması ve desteğiyle Ukrayna ordusu çabuk toparlandı.

Gürcistan ve Kırım da düzenli ordu ile müdahale eden Rusya Doğu Ukrayna’da ise ordu yerine milis güçlerini kullandı. Batı basını ise Rusya’nın Donbas ve Luhansk’te düzenli ordu kullanıldığı iddia edilmiştir.Savaş devam ederken, 24 Ağustos 2015 yılında ben de İstanbul’dan THY uçağı ile Kiyev’e uçtum. Anadolu Ajansının serbest gazetecisi olarak gittim. Borispol havalimanında içeriye alınmadım. Ukraynalı sınır muhafızları Çeçen oluşum, Rusya vatandaşlığım ve AA’da çalışıyor olmamdan dolayı zorluk çıkarmakta kararlıydılar. Sınır muhafızlarına gerçekten savaş muhabiri olduğumu anlatmam bir kaç günümü aldı. Yeni devrim olmuş eski Ukrayna’yı, yeni Ukrayna’ya değiştiren harekatın Borispol’den ulaşılmadığını anlamam gerekiyordu. Borispol eski Ukrayna’da kalmıştı ve rüşvet vermiş olsaydım hiç sorun olmadan çıkmış olacaktım. Borispol’de sınıra takılmıştım. Ukrayna’ya girmeden Moskova’ya uçtum.

Rusların hibrit savaşlarında sıkça kullandıkları ve Donetsk ve Luhanska’daki tatbikatlarındaki insani yardım adı altındaki operasyonu aklıma gelmişti. Hibrit savaşlarının ustası olan Putin bu operasyonla gurur duyuyordu. Milis gücü, düzenli ordu ile Afadı aynı anda kullanarak kurtarma operasyonu gibi dünya kamuoyuna propangada yapıyordu. Ben de insani yardım adı altındaki birliklerle Donbas’a gitmeye karar verdim. Borispol sınır muhafızlarına karşı 1-0 öndeydim. Rusların Donbas’a gönderdiği Afad insani konvoylarından birine binecektim fakat Donbas’a gitme hayallerim suya düştü. Rus Dışişleri yetkilisi yaptığım başvuruyu ret etmişti. Ukrayna’ya gazeteci göndermeleri mümkün değilmiş. O nedenle ben konvoyla gedemecektim. Rostov’da bulunan Afad konvoyuna başvuruda bulunursam şansımın olabileceği söylendi. Ben de Moskova’dan Rostov’a gittim. Rostov’da umutsuz bir şekilde Rus Afad’ını aradıktan sonra Luhanska girmenin yollarını aramaya başladım. Hayatımda ilk defa komünistler bu kadar işime yaramıştı. Hatta komünistleri sevmeye başlamıştım. Hayalimin şehrine beni ancak Luhansk’da onların organize ve finanse ettiği milisler götürebilirdi.

Rusya’nın Luhansk sınırında bulunan Donetsk’e yolla çıktık. (Ukrayna’nın Donetsk şehri değil) Şehrin kırsalında SPA oteli olan fakat aynı zaman da milislerin transit kampı olarak kullandığı bir yere gittik. Telefon defterimde Rus ayrılıkçıların kod adlarını ekledim. İki gün bir gece sınırda bekledikten sonra beni Luhansk’a götürecek bir ayrılıkçı ile tanıştım. Transit kampta kod adı olmayan ilk adamdı ve benim yoldaşımdı. Tanıştığımız akşam sözleşip, ikinci gün sabahı erkenden yola koyulduk. Ayrılıkçıların ve Ukrayna ordusunun karşılıklı cephelendiği siperlerden geçerken, tuhaf bir duygu içindeydim. Savaş korkunç bir şey. Luhansk’a ulaştığımızda mutlu mutlu parlayan AA’nın muhabirini karşısında gören ayrılıkçı basın odası yetkilisi Borispol muhafızlarının şokunu farklı bir versiyonu yaşıyordu. Savaşın tam merkezinde ayrılıkçıların olduğu Ukrayna ordusunun da dışarıdan kuşattığı bir şehirdeydim.

O gece konakladığım evin, yürüme mesafesinde Rus basından mensuplar öldürülmüştü. Öyle meşakkatli bir yoldan gelmiştim ki, o gece derin bir uyku uyudum ve sabaha kadar bölgenin grad füzeleriyle vurulmasını duymadım bile. Sabah uyandığımda konakladığım müstakil evin sahibi, beni Luhansk’a getiren adamın eşinin aynı sokakta öldürüldüğünü, hatta daha dün arka komşusunun da ölümüne şahit olduğunu anlattı. Konakladığım evin yakınındaki birkaç yaralının olduğu yere gittik. Hayatımda tekrar yaşadığım acı tabloydu ama görevim gereği bunları haberleştirmem gerekiyordu. Geçmişte Çeçenistan’da yaşadığım savaşın benzeri bir savaşın içindeydim fakat bu sefer ölen biz değil bizi öldürmek için gönüllü olan Ruslar idi.

Görev gereği Anadolu Ajansına göndermek için bolca fotoğraf çekiyordum. Hibrit savaşı uzmanların kaos çıkarmada ne kadar başarılı olduklarını anlamış oldum. İdeolojik olarak ayrılıkçı olan Rus milislerle görüş farklılığım olmasına rağmen Ruslarla aynı cephede aynı riski paylaşıyordum. Daha dün Rus tanklarının ezip geçtiği benim vatanımın Çeçenistan’ın bağımsızlığıydı. Şimdi Ukrayna paletleri altında ezilen ayrılıkçı Ruslar. Luhansk’ta edindiğim tecrübe, Dağlık Karabağ’da ve Suriye’de de işime yaramıştı. Ukrayna Luhansk’ta yaşanan hibrit savaşının en ön cephesindeydim. Savaştakilerle yaptığım röportajlarda, kendileri için önemli olan değerlerini savunduklarına inanıyorlardı. Bunun için öldürüyor ve ölüyorlardı. 20 güne yakın Luhansk’ta kaldım ve Minsk anlaşmasının yürürlüğe girmesiyle oradan ayrıldım. Hibrit savaşın cephe sınırları çizilmişti ve Donbas bölgesi sıcak çatışmalardan uzun ve yorucu cephe savaşlarına teslim olmuştu. Beni ise bekleyen başka bölgeler vardı.

Luhansk’ın da yaşadıklarım hem araştırmacı olarak hem de bir gazeteci olarak çok faydasını görmüştüm. İki çeçen savaşının yaşadığım için Luhansk’taki savaşı bağımsız gözlemleyebildim. Burada yaşayan insanların ellerindeki silahların nasıl devlet propagandası ile yıkıcı bir güç haline geldiğini daha net görebiliyordum. Aynı aile fertleri “ukrop” ve “vatnik” olarak ötekileştirilmişti. Kendi aralarında konuşup, anlaşabilecek bu insanların medya propagandasıyla nefret ile doluydular. Bir de namlunun öteki ucunda paralı askerler vardı. Böylece devletlerin ürettiği yalan haberlerle korkmuş, sindirilmiş ve inandırılmış insanların kendilerini savunmaları gereği ellerine silah almışlardı.Luhansk’ta görev yaptığım tarihten iki yıl sonrası RUSEN tarafından araştırmacı gittim.

Bölgede artık o savunma iç güdüsünün yerini, yine devlet propagandasıyla başka inançların oluştuğunu gördüm. Artık Donbas’ta büyük Rusya’nın korucusu olarak görev yapan sözde bağımsız halk Cumhuriyetlerinin düzenli orduları vardı.Kocaman Rusya’yı korumak için Rus ordusu yetmiyor, Rus vatandaşı olmadan da faşist Batı’nın gözardı ettiği Rusya’nın koruyucuları olmuşlardı. Donbas’a döndüğümde artık o acemi savaş muhabiri değildim. Suriye ve Dağlık Karabağ’ı da gezmiştim. Türkiye’de de 15 Temmuz gecesi Donbas halkı ile aynı inançla lakin Türkiye için sokağa çıkmıştım. Artık Batı karşıtı, Avrasyacı siyasi görüşüne sahip bir uzman olmuştum. Avrasyacı görüşüm, günümüzde var olan Avrasya ideolojilerine benzemiyordu. Avrasya’da yeni bir demokrasiyle alternatif İslam dini tabanına adaletine ve ideolojisine ihtiyaç olduğuna inanan bir Avrasyacıyım. Bunun farkında olmam olaylara bağımsız yaklaşmama yardımcı oluyor.

Aslında herkesin sevmediği bir gazeteci tanımı bu. Çünkü biz gazeteciler her şeye muhalif ve her şeyi sorgulayanızdır. Tabi ki ben de araştırdığım toplumunun gömleğini giymeden, o toplumunun isteklerini, taleplerini, sorunlarını anlamakla sorgulamakla hükümlü bir araştırmacıyım/gazeteciyim. Empati yaparak, araştırdığım toplumun gömleğini kesinlikle giyerim. İdeolojiyi anlamaya çalışırım ve en önemlisi onların doğrularına yanlışlarına da iyi çalışırım. Hatta saf tuttuğum tarafı bile sorgularım ama karşı tarafı da araştırmak onları incelemek toplum psikolojisini de anlamalıyım. Rusya’yı iyi okuyabilen bir araştırmacı olmamın sebebi aslında Rusları yakından tanıyıp empati yapabilen biri olmamdır. Aynı şekilde Türkiye’yi ve Türkleri de iyi bildiğimi söyleyebilirim. Donbas izlenimlerimde Rusların, o dönem hibrit savaşında ne kadar geliştiklerini anlamak için önemli olduğunu düşünüyorum.

Donetsk: Savaşın Gölgesinde Yaşam;

“Ortada bir sorun varsa, çözüm de vardır”

Donetsk – Saslanbek İsaev

Ukrayna’nın doğusunda yaşanan ayrılıkçı isyanın mutlaka bir çözümü vardır. Lakin bu çözüm orada yaşayan halkın iradesiyle olacak gibi durmuyor. Rus yanlısı olarak bildiğimiz ayrılıkçıların hayatını incelemek ve bölgeden çözüme halkın bakışını anlamak için gittiğim Donetsk şehrinden izlenimlerimi paylaşacağım.

Birinci Gün Yolculuk

Donetsk’e gitmek için iki yol var. Biri resmi olarak Ukrayna’dan geçiyor diğeri ise Rusya ile ayrılıkçıların kontrolündeki sınırından. Ukrayna’dan Rus vatandaşlarının ülkeye giriş yasak. Benimde Rusya’yı güzergah olarak seçmeme sebep oldu. İstanbul’dan Rusya’nın Kuzey Kafkasya bölgesine uçtum. Rostov-na-Donu şehirden taksiyle Ukrayna sınırına gittim. Sınırı geçmem biraz uzun sürdü, Rus güvenlik güçlerinin uzayan kontrol işlemlerinin bitmesiyle Rus sınırını geçtim. Ayrılıkçıların Donetsk için tanınmamış cumhuriyet dediği ama resmi olarak Ukrayna’nın Donetsk ve Lugansk şehirlerine ait ve kontrol edilemeyen bölgesinden giriş yaptım.

Giriş yaptığım Rus yanlısı ayrılıkçıların kontrol noktasında kimlik kontrolündeki memur, 5 dakika da kimlik bilgilerimi bilgisayara girip salıverdi beni. Bu kimsenin tanımadığı butik devlet oluşumuydu. Sınırı geçtiğimde beni bekleyen DNR Enformasyon bakanlığı çalışanı vardı. Luhansk’ta daha öncede çalışmıştım ama orasının ayrı bir butik devlet adı daha vardı kısacası LNR. Donetsk’te beni karşılayan ayrılıkçılar burada bulunduğum süre içinde beni yalnız bırakmadılar.

Hatta akreditasyon dahil her konuda yardımcı da oldular. Kendileri ile bolca geleceği de konuştuk. Tabi o da başka bir yazının konusu. Sınırı geçtiğimde Uspenkaya gümrüğünden Donetsk’e yarım saatte vardık. Donetsk’te yol boyunca dikkatimi çeken yenilenmiş temiz yollar oldu. Belli ki burada yönetim de olan Rus yanlısı ayrılıkçılar azami hizmetle ve buradaki halkın gönlünü kazanmaya çalışıyorlar. Özellikle gıda, elektrik, su gibi temel ihtiyaçların karşılandığını söyleyebilirim.

Savaş;

Ukrayna’da Avro-meydanı adıyla bilinen ve krizin ortaya çıktığı yerde yakın takipteydim. Kırım’ın ilhakında da Kırım’dan daha sonra Kiev’e gittim. Luhansk’ta savaş muhabiri olarak görev yapmıştım ama Donetsk’e ilk gelişimdi. Ukrayna krizinden sonrası ortaya çıkan iç savaşın en ağır çatışma yeriydi Donetsk. Özellikle Donetsk havalimanı Rus yanlısı ayrılıkçılar ve Ukrayna askeri birlikleri arasında savaşın en ağır yaşanılan yeriydi. Ukrayna’nın yeni tarihinde çok önemli yer bulacaktı. Ukrayna’nın silahlı birliklerinin savundukları Donetsk havalimanı, Ukraynalıların Çanakkalesi denilebilinir. Doğu Ukrayna’da ise bir çok başarısız kayıp veren Ukrayna ordusu Donetsk havalimanında büyük bir başarı gösteriyordu.

Donetsk havalimanı ayrılıkçılara bırakılmış olsa da ”Minsk” anlaşmalarıyla iki tarafıda ayıran bölge sınırının hemen yanından geçiyordu. Doğu Ukrayna’da ise sıcak savaş dondurulmuş ama hala bir çatışma vadı. “Minsk” süreci bugün çıkmaza girmiş gibiydi. İki tarafı ayıran cephe hattının oluşmasına sebep olan “Minsk” süreci, daha fazlası için yetersizdi. Ukrayna ve onun destekleyicileri Batı’yı ve Rusya’yı suçlarken, Rusya ise bu savaşta aracı olduğunun altını çiziyordu ve muhatabı olarak Kiev’e ayrılıkçıları işaret ediyordu. Lakin Kiev ne zaman güç kullanmaya kalkışırsa Rus yanlısı ayrılıkçıların arkasında onları destekliyordu. Bu destek sayesinde Ukrayna’nın Donetsk ve Luhansk şehirlerinin bazı bölgeleri kontrol altına alma çabaları başarısız oluyordu.

Bu durum bölgede savaşın bitmesine izin vermediği gibi her gün burada yaşayan insanlarında çatışmanın ortasında yaşamlarını sürdürmelerine neden oluyordu. İnsanların bu durumdan yorulduğu bıktığı ve korktuğu gözlerinden okunuyordu.

Yaşam;

İnsanoğlu her türlü zor şartlara alışıyor. Bu sözü en iyi Donetsk’te anladım. Suriye’den, Dağlık Karabağa, Çeçenistan’dan Doğu Ukrayna’ya kadar çatışma bölgelerde görev gazeteci olarak görev yaptım. Donetsk savaş öncesi 1 milyon nüfusa sahip bir şehirdi. Donetsk şehri Sovyet döneminin en gelişmiş sanayi bölgesi idi. Burada yaşayan insanları anlatan Rus yanlısı ayrılıkçıların Basın ve Enformasyon Bakanlığın Dış haberler analiz birimi başkanı Petr Mizernıy şu ifadeleri kullandı. “Bizler burada yaşayan insanlarız, sanayileşmenin çocuklarıyız. Hayatımız Sovyetler döneminde çok iyidi. Sabah sekizde işe gider akşam altıda işten çıkardık. Sistemimiz düzenliydi. Bizler savaşçı değiliz ama buna zorlandık.

Değerlerimizi korumak için elimize silah almak zorunda kaldık.” Donetsk’in sanayileşmesi Stalin döneminde SSCB’nin endüstriyelleştirmesi döneminde başlamıştı, Sovyetler ülkenin dört bir yanından, genç işçileri bu bölgeye göç etmeye zorlamıştır. Buraya yerleşesen kadın erkek ve bunların genç torunları kendi etnik kimliklerine önem vermeden bir Sovyet insanı olarak yetişmiştir. Sovyetler dağıldıktan sonra bütün Cumhuriyetlerin etnik kimlikleri öne çıktı.

SSCB dağılırken orada yaşayan insanlar Rus kimliğine sığınmıştı. Günümüzde de bazı gruplar hala bu kimliklerini ölümüne savunmaya hazır olduklarını dile getiriyorlar. Ukrayna’nın 25 yıllık bağımsızlık döneminde iç farklılıkların giderilmesi için adımlar atılmamış hatta Ukrayna’lı siyasetçiler bu farklılıkları hep siyasi rant olarak kullanmıştır. Odessa’dan Kharkov’a kadar Rus kimliğine sahip çıkan kitle, hep belli bir siyasi tercihe destek vermiştir. Avrupa-Meydanı adı altında ülkede çıkan siyasi kriz ile onların seçtiği bir devlet başkanını alaşağı edilmesinden sonra marjinal gruplar Rusya’dan aldığı destekle isyan etmiş ve bu isyan iç savaşa dönüşmüştür. Rusya’nın desteği ile belli bir bölgeyi kontrol altına alan ve Rus kimliğini savunan ayrılıkçılar elde ettikleri bölgeleri yönetmek zorundalar. Sıcak savaşın hemen akabinde Luhansk ve Donetsk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını ilan etmelerine rağmen tanınmamışlar ve sonucunda bu butik devletler iç çatışmalarla gündeme gelmiştir.

Bu iç çatışmaların hedefinde radikalleri temizlemek ve yeni oluşan devlet oluşumlarını hizaya getirmekti. Bu çatışmanın sonucu radikal unsurların bir silahlı birlik oluşturmalarını engellemekti. Ancak İgor Girkin-Strelkov, Rusya’ya kaçtı ve orada “twitter paşası” olarak yaşamakta. Elbette onun gibi şanslı olmayanlar da vardı. Kimisi Ukrayna’nın güvenlik güçlerini operasyonuyla öldürüldü, kimisi iç çatışmalara kurban gitti. Bu çatışmaların bittiğini de söylemek ise mümkün değil. Bölgede başta kömür gibi bir çok yer altı zengin yer altı kaynakları var. Bu kaynaklar hala ekonomik rant meselesi ve bu rant için hayatları pahasına savunulacak bir gelir olmaya devam ediyor. Donetsk nüfus yoğunluğu hayli fazla olan bir şehir ve çatışmalardan kaçıp Ukrayna’ya veya Rusya’ya gidenler bile evlerine geri döndüler. Bu dönüşün sebebi gittikleri yerde oluşan şartların buradakinden daha kötü olmasıydı. Kaldığım otelin resepsiyonunda çalışan bir hanımefendinin anlattıklarına göre; savaşın yoğun olduğu zamanda Rusya’ya ailesiyle beraber sığınmışlar.

Rusya’da mülteci kabul programı ile bu hanımefendi ve ailesi Sibirya’da mülteci kampına yerleştirilmişler. Sibirya’nın eski lojmanın bir odasına yerleştiklerini anlatan hanım; ‘’üç kişilik aile olarak tek odada yaşıyorduk. Yaşam şartları çok zor ve her şey çok pahalıydı.’’ Kışın bitmediği Sibirya’da çatışmaların dinmesiyle hemen evlerine Ukrayna’ya dönmüşler. Ukrayna’da maaşlarımız az ama çalışmak isteyene iş var, buluyoruz diye geri döndük. Kocasıda araba ustasıymış. Şu anda üç kişilik ailede karı koca çalışıyor ve oğullarınında okula gittiğini, mümkün oldukça kendi evlerinden ayrılmayacaklarını, ‘’sonuçta, burada aç kalmayız’’ ve bir daire’de de oturduklarını ama şehirin dışında “daça” (yazlıklarının) olduğunu rezil olmaktansa evimde ölmeye tercih ederim dedi.

Sığınmacı merkezlerini gezerken mülteci olarak gittikleri yerde alabildikleri yardımları kendi evlerine de alabildiklerini gördüm. Burada yaşayanların söylediklerine göre Donetsk’e hem Rusya’dan, hem uluslararası yardım kuruluşlarından gıda ve diğer insani yardımlar ulaşıyordu. Sığınma merkezlerinde ise Kızılhaç örgüttünün logosunu taşıyan koliler gözüme takılmıştı. Ayrıca Rusya’dan ve Avrupa’nın genelinden hatta aşırı sağ görüşlü örgütlerden yardımlar ulaşıyordu. Donetsk ve Luhansk’taki yardımlarında ise yolsuzluk şikayetleri vardı. Gelen yardımların bölgeye girişinde tekelleştiğini ve insanlara dağıltılmadan pazarda satıldığı söyleniyordu. Elbette yaşlı insanlarında şikayetleri vardı. Donetsk’te oluşturulan mülteci kampındaki merkezlerin birinde söyleşi yaptığım yaşlı bir teyze ölen kocasının ölüm parasını alamadığından yakınıyordu.

Ölüm parası olarak söz ettiği para devletin verdiği destek. Rusya’da ve yine ayrılıkçıların kurduğu bu butik devlette ölen bir insanın cenaze giderleri kısmen devlet tarafından ödenir. 2015’te vefat eden kocasının cenaze parasını alamadığını söyleyen Luba (Lubov) mülteci barınma merkezinde savaşın acımasız yanını anlattı. Donetsk havalimanın yakınlarında oturduğunu söyleyen Lubov teyze; ‘’bir gün uyandığımda savaş evime kadar gemişti ve evimide aldı. Hiçbir siyasi görüşümde yok diye ekliyor Lubov teyze. Hayatım boyunca o havalimanında çalıştım, emekli oldum. SSCB dağılınca zaten havalimanı parça parça satıldı ve biz de işimizden olduk.’’ Kocasıyla müstakil bir evde yaşadığını söyleyen Lubov teyze, ilk önce eşimi hastalıktan kaybettim. Sonrasında savaşta evim bombalandı, hayatta kaldığım için şanslıydım. Şu anda kız kardeşim ve onun kızlarıyla buraya sığınmış yaşıyorum, gelirim de yok. Eşimi borçlanarak defnettim ve bana 2015’ten beri hakkım olan para ödenmiyor. 2016 yıllı ve 2017 yıllarında ölenlerin parası bile ödendi ama bana eşimin vefatından dolayı para ödenmedi’’ diyen Luba teyze sıkıntılarını böyle aktardı. Savaşın öteki yüzüde bu kadar acımasız ve umursamazdı. Luba teyzeye, emekli maaşını soruyorum. ‘’Evet burada ayrılıkçı yönetim (DNR) asgari maaşımı ödüyor ama 2600 ruble (45 dolar civarı bir rakam) ve ekliyor hiç bir şeye yetmiyor.’’ İsyan ediyordu.

Ukrayna vatandaşı olan Luba Teyze, neden Ukrayna’dan maaş almıyorsun diye sorduğumda. Ukrayna merkezi yönetimin kontrolünde olan bölgedelerde ödendiğini ve maaşı almak için Mariupol’e gitmesi gerektiğini söylüyor. Mariupol’e kadar gidip gelene kadar alacağı maaştan fazlasını harcayacağını söylüyor. Bir de evi yandığından bütün evrakları da yanmış. Ayrılıkçıların verdiği maaşı alabilmek içinde onların çıkardığı DNR kimliğini aldığını ve artık Ukrayna’da ayrılıkçı olarak tutuklanmaktan korktuğunu söylüyor. Donetsk’te yaşayan insanların emekli maaşları 2600 ruble (45 dolar). Bu maaşla aileler çocuklarını ne kadar bakabilir siz düşünün. Bu maaşla bir ay bile geçinmek mümkün değil, o nedenle Kızılhaçın ulaştırdığı yardımlar burada yaşayan insanlar için çok önemli. Bunun dışında buradakilerin tek şansı herkesin bir Daça denilen bölgede yazlıklarının olması.

Sovyet Birliğinin bir merası olan Daça yazlığı, Sovyetler dağıldıktan sonra bir çok ailenin zor günlerini aşmak için yaşam merkezi olmuş. 2-3 dönüm şehir kırsalında olan bu yer, ailelerin patates ve sebze ihtiyacını karşılıyor. Donetsk’teki insanların yine hayatta kalmalarının tek imkanı burası. Benim gibi dışarıdan gelen misafirlerede, burada yaşayan yeni güç sahibi baronlarda, az da olsa esnafın ve ayrılıkçı hükumetin çalışanları ve bürokratlarda buradan alışveriş etmek istediklerinde gidebilecekleri süpermarketler ve pazarlar var.

Donetsk’in merkezinde pazarda uğradığımda burada her türlü gıda ve giyim malzemenin olduğunu gördüm. Fiyatlar ise o kadar uçuk değil. Benim gittiğim her yerde bir fiyat endeksi vardı, o ölçümlere göre fiyatlar belirleniyordu. Kahve seven biri olduğum için bende bir kahve endeksi oluşturdum. Donetsk’in merkezinde güzel bir kapuçinoya 4 Türk lirası 60 ruble ödedim. Bugüne kadar içtiğim en ucuz kapuçinoydu. Beni şaşırtan fiyattan çok ölçümün şaşırtıcı ucuzluğuydu. 4 Türk lirasına yarım litre kahve içtim.

Çatışmanın, savaşın bitmediği ama savaşın izlerini silinmeye çalışan bir devlet sistemini oluşturulmaya yönelik adımlar atılıyordu. Savaşın en çok zarar verdiği yollar ve köprüler hızla onarılıyordu Donetsk’te. Özellikle şehrin Rusya’ya bağlanan sınırları, yolları, asfaltlama işleri ise çoktan yapılmıştı. Onun dışında şehrin bütün köprüleride onarılmaktaydı. Alt yapı çalışmaları devam ederken, ayrılıkçıların yönetiminde zarar gören evlerinde tespiti yapmıştı. Rusya, Donetsk’te yaşayan insanların savaştaki zararlarını karşılıyor gibi görünüyordu. Rusya’dan gelen yardım konvoyları artık gıda yerine inşaat malzemeleri taşıyordu. Silah taşıyan konvoylarda vardı ama bana denk gelmedi.

Çatışma bölgesinde olmayan yerleşimlerinde ise zarar görenler evleri yavaş yavaş onarıyordu. Evlerine dönme imkanı olmayanlara ise yeni evlerin verileceği söyleniyordu. Rusya, Donetsk’te SSCB’den kalma binalarıda restore ediliyordu, böylecede evsiz kalanları ve evi hala cephe hattında olanlarıda buralara yerleştirecekti. Donetsk’te yatırımcıların savaş nedeniyle bitiremediği konutlarda vardı. Bu konutların da gelecekte asgari masrafla emlak fonu oluşturmak için kullanacaklarını düşünüyorum. Elbette savaşın uzaması yatırımcıların dönmesinide uzatır.

Sonuçta kamulaştırma devrimcilerin kullandığı iyi bir enstrüman. Donetsk’te hayat akşam saat 23:00’da duruyor adeta. Çünkü 23:00’dan sabah 06:00’ya kadar sokağa çıkma yasağı var. Yasağın temel nedeni devam eden savaş. Bu yasak butik devletlerin bürokratları ve özel izinli olanlar için geçerli değildi. Donetsk’in sakinlerine göre bu yasağın başka bir nedeni vardı. O da savaşın duraklamasıyla ortaya çıkan ayrılıkçıların kendi aralarında yaşadıkları silahlı sarhoş kavgaları engellemek. Gerçi sokaklarda silahlı ayrılıkçı da kalmamıştı artık. Cephe ve kışla arasında gidip geliyorlardı ve başta çete tarzı olan bu oluşumlar disiplinli bir orduya dönüşmüştü. 2014-2015’te sırtlarında kalaşnikoflarla gezinen çeteler halindeyken ayrılıkçılar içki satan, bar ve restoranlarda aralarında çatışmalara giriyor olması ve bununda sıkı yönetime neden olduğu söyleniyordu.

İç savaş öncesi Donetsk bölgenin eğlence mekanlarının olduğu nezih bir şehri olarak tanınıyordu. Şimdi ise sadece Ramada otelde bir diskosu var. Bu diskoya gidenler saat 23:00’da girip, sabah altıya kadar eğleniyorlar. Onun dışında gece hayatı diye bir şey yok. Spor salonları ise gençlerle doluydu. Yasaktan mıdır? Bilemedim. Şehirde genç nüfusun varlığı ise azımsanmayacak kadar fazla. Eğitimlerine devam eden enstitüler ve üniversiteler gençlerle dolu. Ukrayna’dan yüksek okul için gelen gençler vardı, bunu ilginin nedeni ise eğitimde buranın ucuz olmasıyla açıklıyorlardı. Ayrılıkçıların verdiği diploma ise Donetsk ve Rusya’da geçerliydi. Eğitim sistemleri ise Ukrayna’nın aynısı olduğunu söylediler.

İdeoloji

Savaşın başında Dugin önderliğinde ‘’Yeni Rus Dünyası’’ hayalini kuran “Novorossiya” ve bu hevesinde isyan eden ayrılıkçılar şimdi daha çok Ukrayna’nın federalleşmesini savunuyordu. Burada yaşayan ayrılıkçı insanlarla ideolojilerini konuşurken bir nevi beynim durdu. Çünkü onları anlamak mümkün değildi. Ne istediklerini anlamakta da zorlanıyordum.

Ortodoks din tabanlı SSCB mi istiyorlar yoksa Rusya’nın bir parçası mı olmak mı ya da Federal Ukrayna’yı mı savunuyorlardı? Anlamak gerçekten zordu. İdeolojik olarak kafaları iyice karışmış olan ayrılıkçıların, fikirleri ise tek bir konuda birleşiyordu. Sovyet insanı olarak yetim kaldıklarını düşünüyorlardı ve Rus kültüründen, ana dilinden vazgeçmek istemiyorlardı. Net olan bir şey vardıysa o da ana dilde hem fikir olduklarıydı. Burada yaşayan herkes Doğu Batı savaşının bir parçası olduklarının bilincindeydiler.

Kimisine göre Batı eşittir Kiyev. Kimisine göre de ise Ukraynalı aşırı sağcıların Doğu olduklarıydı. Sorunun çözümünün ne olduğunu sorduğumda federalleşme ile Kiev’i almak isteyenler vardı. Lakin asıl çözümünün Moskova ile Washington’unun anlaşması olduğununda farkındaydılar. Moskova ise burada farklı ideolojiler kullanıyordu.

Ukrayna, Donbas önemli bir cephe hattı olduğu için Rusya’nın da kolay yönettiği bir bölgeydi. İdeolojik ve etnik yapı Ruslara yardımcı oluyordu. İnanışları gereği ortodoks cihadına inanlar için ayrıca önemli bir bölgedi. Ruslar ise bu imkanları boş bırakmıyor ve hatta kullanıyorlardı. Rusya’nın cephe hattı Donbas’tan Suriye’ye kadar uzanan üçüncü dünya savaşıydı. Ukrayna’daki halkını kullandıkları ideolojilere inanmayı mecbur bırakıyorlardı.

Çünkü Suriye’de de sadece Rusya ve Batı savaşı yaşanıyordu ve Suriye’de Doğu ve Batı blokları savaşı iyice karışmış durumdaydı. Burada oynanan oyunları, sahaya çıkan takımları, oyuncuları ve oyuna devam eden transferleri görmek gerekiyordu. Bir de bakıyorsun ki, 11/11 ile başlayan oyunun zamanı 16/6 veya 8/14 formatında devam ediyor. Bazen takım kaptanına kızan kaleci öz kalesine golleri durmadam saydırıyor, bazense takım kaptanı biz oyundan çıktık demesine rağmen takım için bir şey ifade etmiyordu. Her iki takımın maç sonucu ilan edince, asıl oyun o zaman başlıyordu. Böylece tribünler kim kimin safında bilmediği için maça başlandı mı yoksa bitti mi anlamakta zorlanıyorlardı.

Suriye savaşı başladığında Çeçenya’dan yeni ayrılmıştım. Uluslararası gazeteciliği ve savaş muhabirliği için bir yıl nasıl ve nereden başlayacağımı bilmeden devam ettim. Gazeteci mi yoksa blogcu mu olmam daha yararlı olacaktı, bunun kararını vermek için her iki kavramın artı ve eksiklerini araştırıyordum. Savaş muhabirliği iyi bir seçenek olsa da, serbest çalışan bir gazeteci olarak devam etmek daha mantıklıydı. Bana kalsa hemen Suriye’ye giderdim fakat Arapça yerine Rusça biliyor olmamın avantajlarını kullandım. Bu avantaj beni Ukrayna’ya götürdü. Ukrayna Rusya ve Kafkasya’da işimin daha başındayken, hep Suriye’ye gitmeyi hayal ettim.

Çünkü savaş muhabirliğin ustalığı burada tescilleniyordu. Özellikle Esed karşıtı çalışan gazeteci ve blogcuların yeterli bilgiye sahip olmamalarına rağmen buradan kazandıkları ün hayli hızlıydı. Bizim meslekte ise iyi para kazanmak için isim yapmak, tanınmak şarttı. Suriye savaşı bunun için en uygun savaştı. Anadolu Ajansıyla çalışıyor olmam, Suriye’ye gitmemin önünde engel oldu. AA Arapça servisi ise güçlüydü ve bölgede çalışan arkadaşlarımda gerçekten deneyimliydi. Kısacası çırak bile olamayacaktım. Bunun için AA’dan ayrıldım ve serbest çalışmaya başladım.

AA’dan ayrılarak daha küçük bir haber ajansına geçtim. Ajans Kafkas’ta çalışmaya başladım. Zaten daha öncede çalıştığım bir ajanstı. Ajans Kafkas ile çalışmamı sağlayan arkadaş daha önce ajanstan ayrılmıştı, bana da onun koltuğuna oturmak nasip oldu. Artık Ajans Kafkas’nın haber müdürü olmuştum. Ajans Kafkas da çalışmaya başladığım o dönemde, Rusya ve Türkiye uçak krizi patlak verdi. Rus savaş uçağı Türkiye tarafından düşürülmüştü. Büyük haber değeri olan bu olay bir yandan da üzücüydü. Rusya Türkiye ilişkilerini başka boyutta taşıyacaktı.

Ruslar eğer bu savaş uçağını gözardı etmişlerse, kesin bu işin içinde bir tezgah vardı. Uçağın düşürülme haberlerini yakın takibe aldık. Rus basının bu olayı nasıl işlediğini gözlemliyorduk. Bu savaş uçağının Ruslar tarafından yem olduğuna çalışma arkadaşlarımı inandıramadım. Kriz daha yeni olduğundan Türkiye tarafından mektup yazılmamıştı. Osmanlıdan bu yana Türkiye Rusya arasında ilk savaş çanları çalmaya başlamıştı.

Bu kriz Rusya ve Türkiye çatışmasına dönüşmeden, Türkiye ve Rusya arasında barış sağlandı. Uçak krizi analizi yapmak gerekirse; tam bir komplo teorisi. Hibrit savaşları da komplo teorilerinin savaşıdır. Bu savaşlar sürekli malzeme üretir. Örneğin; Gezi Parkı, FETÖ ve siyasi baskı. Bunlar “batı hibritinin” en çok kullandığı unsurlardır. Rusya’nın da bundan eksik bir yanı yoktur.

Uçak krizindeki hibrit görüşüm ise; Rusya Türkiye’yi diz çöktürmek için ekonomik, siyasi ve sosyal olarak zorlamaktı. Rusya siyasi ve ekonomik olarak Türkiye’yi hayli zorlasa da, iki ülke sulhu bulmuştu. ‘’Rusya’nın bir NATO üyesi ülkeyi böylesine zorlaması da ayrıca üzerine düşünülmesi gereken ciddi bir konudur.’’ Herkesin anlaması gereken en önemli konu ise bir ülkeye resmi olarak savaş ilan etmeden nasıl zorlarsın. Bunları sırasıyla anlatmaktı.

Hibrit savaşlarına Türkiye’yi cekmeye çalışan küresel güçler, başta yönetimi diktatörleşmeyle suçlayıp, meşru yönetimden gayri meşru yönetim ile yönetilen ülke sınıfına taşımaktı. Bu durum ülkenin kaosa girmesine ve dış müdahaleye daha elverişli duruma getirmekti. Aynı anda Türkiye’nin lokomotif ekonomi sektörü olan turizme de balta vurmaktı. DAEŞ ve PYD/PKK saldırılarını hatırlamayan yoktur. Sultanahmet’te Almanlara bombalı saldırı, Rus uçağın düşürülmesi, PYD/PKK saldırıları, Avrupa’nın ve Rusya’nın Türkiye’den Rus ve Avrupalı turistleri jilet gibi kesmesi gibi.

Uzak Doğulu turistleri ise Doğu Türkistan kampanyası ile marjinal gruplara dövdürtmeler. Bunların hepsi bir ülkede kaos nasıl yaratılıra örnektir. Türkiye içerden ve dışardan istikrarsız ve güvensiz bir ülkeye dönüştürülüyordu. Dünya kamuoyuna da böyle lanse edildi. Türkiye’ye seyahat uyarısı getirilirken, artık yabancı ülkelerin vatandaşları bunun siyasi baskı olup olmadığını sorgulamayacaktı. Hatta dış güçlerin müdahalesi doğru algılanacaktı. Gezi parkından, 15 Temmuza kadar Türkiye aslında kurtuluş savaşı mücadelesi veriyordu.

Kurban olarak belirlenen Türkiye ise neredeyse, kendini kurban görenleri kurban durumuna getirdi. O dönem Türkiye’de olmak ve her anı yaşamak ayrı bir mutluluktu. Ancak uçak krizi döneminde, kurtuluş savaşının en sert dönemiydi. Türkiye’nin kurtuluş savaşı Suriye savaşı ile bağlantılıydı. Tam da o dönem Suriye’ye gitme zamanıydı. Suriye’nin Esed tarafı veya muhalif tarafı ilgimi çekmiyordu. İlgimi çeken taraf ABD ve Batı’nın öncülük ettiği fıratın Doğusuydu. Çeçenlerin olduğu bir bölgeye gidecektim. Çeçen dediklerim bu bölgeye gelen yabancı savaşçı değil, bölgenin asıl unsuru olan Suriye vatandaşları olan Çeçenlerdi.

1864 ve sonrası Rusya’dan Osmanlı’ya hicret eden Çeçenlerin yanına gittim. Bölgede DAEŞ’le devam eden savaş vardı. Dünya basını da Türkiye DAEŞ’e destek veriyor algısını yaratmaya çalışıyordu. DAEŞ’in başında da sanki Çeçenler varmış algısı da yine aynı basın tarafından anlatılıyordu. Hatta Gürcü olan Abu Umar Şişani (Tarkhan Batıraşvili) bilinçli bir şekilde öne çıkarılmıştı. Abu Umar Şişani aslında Gürcistan doğumlu Gürcü. Doğma olarak Ortodoks dinine mensup biri ve Çeçenlerle ilgisi 2008 Rus Gürcü savaşı sonrası, silah kaçakçılığından yattığı hapishane de başlıyor.

Çeçenlerle Gürcistan hapishanesinde tanışan Abu Umar Şişani din değiştirip Suriye’de El Kaide saflarında savaşmaya başlıyor. Suriye’de de bir yılını doldurmadan fitne yaptığından dolayı dahil olduğu gruptan silahları alınarak kovuluyor. Kendisiyle beraber 25 – 30 kişilik grup da gidiyor ve Bağdadi’ye biat ediyorlar. Tarkhan Batıraşvili’nin nasıl Abu Umar Şişani’ye dönüştüğünü detaylı olarak BBC’de yazmıştı (8 haziran 2014 “Как грузинский сержант стал лидером джихада в Ираке”) başlık altında BBC Rusça servisin yayımlarında bulabilirsiniz. Beni rahatsız eden iki unsur vardı.

Birincisi Suriye savaşını kontrol edenler, Çeçenleri bu bizim olmayan savaşa götürmekle kalmıyor, bir elle bizi götürüyorlar diğer elle ise terörist olduğumuzu yazıyorlardı. Ayrıca sadece genç erkekler değil, kadın ve çocuklarımız da bu güçlerin kurbanı oluyorlardı. Batı’nın başlattığı bu cihatçı transferine Ruslar da katılınca Çeçenistan’da Rusya’dan memnun olmayan kim varsa Suriye’ye kanalize ediliyorlardı. Türkiye, İrak, Suriye ve Ürdün’de de yaşayan eski muhacirlerimiz de senelerce burada huzur içinde yaşamışken, bu cihat transferlerinden dolayı riske girmekteydi. Böylece Kürt nüfusünün yoğun olduğu Rasül Ayn kasabasına ve çevresinde bulunan köyleri ziyaret ederek, bölgede yaşanan mağduriyetleri anlayabilirdim. O zaman asıl oyunun Türkiye’ye yönelik olduğunu bilmiyordum. Suriye’ye giderken orada DAEŞ ve PYD/PKK arasında kalan Çeçenlerin sesini duyurmak niyetim vardı. Dönüşümde ise şok olmuş haldeydim.

Şok olmamın sebebini ise şöyle izah edeyim; Suriye’de devrim başladığında devrimin sonucundan pek umutlu değildim ama Suriye’de Batı ve Türkiye ortak diye biliyordum. Evet sorunlar vardı, çıkar çatışmaları da ama ortakların çıkar çatışmaları normaldir diye düşünüyordum. Mısır’da Mursi devrildiğinde Türkiye’de de Erdoğan’ı devirmek istiyorlar diye düşünüyordum. Batı’nın Türkiye Cumhuriyetine karşı olduğu aklıma gelmemişti açıkçası. 2015 yılının Aralık ayında Batı’nın asıl sorununun Erdoğan değil, Türkiye olduğuna emindim. Suriye devrimine bakışım da bu tarihten itibaren tamamen değişmişti.

Rojova

Suriye’nin Kuzey Bölgesini Rojova olarak adlandıran, PYD/PKK ve Batı. Aslında Kürt nüfüsünün yoğun yaşadığı bölgeye verdikleri isimdir. Orada on günden fazla kaldım ve buraya gelmemin tek sebebi burada yaşayan Çeçenlerin durumunu duyurmaktı. DAEŞ’e katılan Çeçenlerin olması, diğer Çeçenleri nasıl etkilediğini görmek ve incelemek istiyordum. Suriye’nin Kuzeyine giderken yine serbest çalışan bir gazeteciydim. Ajans Kafkas ve AA ile o günlerde bütün bağımı koparmıştım. Türk basını için çalışıyor olmam hem benim güvenliğimi hem de orada beni misafir eden yerli Çeçenler için tehlike arz edebilirdi.

Bölgeye Türkiye üzerinden girmiş olmam zaten beni Türk ajanı yapıyordu. Benim giriş çıkış yaptığım yerden yakın zamanda başka kimsenin geçmemiş olması da bu algıyı güçlendiriyordu. Bana Türk makamları izin vermiş, PYD/PKK’lılar da kabul etmişti. Böylece her iki tarafta da kendilerince benden fayda sağlayacaklardı. Bu durumun normal olduğunu söylersem abartmış olmam. Donbas’ta Rus yanlısı ayrılıkçılar ve Ukrayna askerleri de aynısını yapıyordu.

Her iki tarafta seni kendi propagandası altında bırakıp, sen istemesen de onların ağzıyla konuşmanı sağlamaya çalışırlar. Ben de her iki tarafın bana sağladığı imkanı kullanarak burada yaşayan Çeçenleri ziyaret edip, dünyaya Çeçenlerin DAEŞ’li olmadığını hatta Kuzey Suriye’de DAEŞ’e karşı savaştıklarını duyuracaktım. Hibrit savaşının kurallarını kavramıştım artık ve ona göre de oynamaya başlamıştım. PYD/PKK’nın sözde istihbaratı ile uzun sohbetlerimiz olmuştu. Onlar komünizmi ve sosyalizmi savundu, ben ise anlatılanların tek kazananın sahne arkası güçler olduğunu söyledim. Bana göre Müslüman nüfusunun çoğunlukta olduğu bölgelerde radikal bir şekillenme vardı, burada komünizmi aşılamak ise yarınlar için mayın döşemek demekti.

Çeçenya’da biz bu dersi iyi çalışmıştık. Rusya’nın komünizmi aşılaması ve iskan politikaları SSCB’nın çöküşü ile sıcak savaşa dönmüştü. Stalin’nin 1940’lı yıllarda yerleştirdiği mayınlar 90’lı yıllarda ard arda patlamıştı. Bunu anlatmaya çalışsam da ikna edemedim. Onlar da beni ikna edemedi. Stratejileri çalışmayınca da yeni strateji uyguladılar ve Türkiye’ye döndüğümde rapor yazıp yazmayacağımı direk sordular. Böyle bir soru beklemiyordum gercekten. Belki bana ajan yakıştırması yapıp harcarlar diye tedirgin olmadımda değil. Korkup geri adım atsaydım eğer Çeçenliğimden utanırdım. Evet yazmaya düşünücem ama şimdilik öyle bir talep olmadığından ilerleyen zamanlarda kesinlikle yazarım diye ekledim. O zamanda bizim terörist olmadığımızı yaz dediler. Ne görürsem onu yazarım dedim. Orada anlaştık. Ondan sonrası Amuda’da basın odasınıdan bana izin verdiler, akreditasyon kağıdını almış oldum. İşte o zaman PYD/PKK’nın kontrol ettiği bütün bölgeyi gezdim. Bana belediyelerinin nasıl çalıştığını, seçimlerin nasıl yapıldığını, kültür evlerini, askeri üslerini gösterdiler ve gitmediğim yer kalmamış gibiydi.

PYD/PKK levhası altında yerel yönetimler kurulmuştu. Belediye eş başkanları seçilmişti ve üç eş başkandan biri kadındı. Aynı sistemle yerel savunma birlikleri de kurulmuştu. Sözde halkın gönüllü katıldığı birliklerdi bunlar. Gördüklerimin gerçekleri farklıydı. Yeşil uniformalı insanlar vardı, belediyelerde. Bu insanlar temiz Türkçe biliyor ve konuşuyorlardı. Çoğu Türkiye’den gelmişti ve Türk üniversitelerinde eğitim almıştı, burada bilgi birikimi edinmiş daha sonra PYD/PKK’ya katılmış insanlardı. PYD/PKK Irak’tan buraya elit kadrolarını aktarmıştı ve yerel eş başkanların elinde hiçbir şey yoktu. Onlar burada yaşayan insanlar için tabelaydı.

Artı Türkçe Arapça bilmeyen PYD/PKK’lı kadronun diliydi. Ben oradayken ABD askerleri henüz bölgeye intikal etmemişti. İstihbaratın varlığı hissediliyordu. Sivil danışmanlar olarak görev yapan batılı unsurlar da vardı, ben onlara Amuda şehrinde sözde hükümet binaların bulunduğu güvenli bölgede rastladım. Tabiri caizse gözüme çarptı bu danışman arkadaşlar. Burada yine hızla devletleşmişlerdi. Devlet kurumları oluşturuyorlar ve bu çalışma son derece modern olarak yapılıyordu. Aynı çalışmaları Ruslar Ukrayna’nın doğusunda da yapmıştı ama Rusların işi biraz daha kaba idi burada ise tam batılı düzen gözden kaçmıyordu. On gün misafir olduktan sonra bölgeden ayrılırken, kameranın SD kartları dolmuştu.

Türkiye’ye girişte bunlara el konulur diye ben de MİT ile tanışırım diye bekledim ama beklentilerim boşa çıktı. Ne SD kartlarına el konuldu ne de MİT’i tanıdım. Rapora da para veren olmayınca benim gezi parası da çıkmadı. Çeçenlerle ilgili Kafkasya mecralarına yazdığım yazılar ve sosyal medya hesaplarımdan paylaştığım videolar, Çeçenlerin ilgisini çekti ve Batı’ya karşı anti propaganda yapmamıza yardımcı oldu. Rasül Ayn’da yaşayan Çeçenlerin tek şansı buradaki PYD/PKK tarafından çok ezilmemeleri olmuştu.

Suriye’yi her daim takip ettim ve hiç vazgeçmedim. Bundan sonra ise Suriye konusu benim için Rusya’nın buradaki varlığıydı. Rusya uzmanı olarak, Suriye ile bir çok tutarlı analizim yayınlanmıştır. İlki radikal.com.tr de blogda yayımlandı. 2015 Ekim ayında yazdığım ilk Suriye yazım ise bugünlerde geriye bakarak yazılmış gibi ama yazı Rusların Suriye’ye ilk adımlarını attıklarında yazmıştım. Yazıyı okumakta fayda var.

Rusya’nın Suriye Stratejisi;

Son üç gün dünya Rusların Orta Doğu çıkarmasını izledi. Çoğu şaşkınlıkla Putin’i anlamaya çalışırken, diğerleri sizi uyarmıştık diyorlardı. Peki Rusya neden Suriye’de?

Rusya’nın Çıkarları

Rusya’nın Suriye’deki bilinen ulusal çıkarlarını sıralarsak, ilki Rusya’nın bölgede SSCB zamanından kalma Savunma Bakanlığına ait 702 no’lu Rus donanmasının tamir ve dinlenme tesisiydi. Bu Tartus limanında 100’ü aşmayan personeli ile küçük bir üs. İkinci olan Akdeniz’in bu bölgedeki doğal gaz yataklarını ve bu enerji kaynaklarını işletmek isteyen Gazprom’du.

ABD’nin Irak işgali sonrası Rus enerji şirketlerinin bu ülkede var olan kontratları iptal edilmişti, yenileri imzalanmamıştı. Aynısı Esed sonrası Suriye’de yaşanır diye korkuyordu Ruslar.Üçüncü bölgenin silah pazarı ise Arap Baharı ile yönetime gelen Batı destekli yöneticilerdi. Genel olarak Rus silahlarının yerine batıdan silah almayı tercih ederlerdi. Ruslar ise hem uzayan savaşa hemde eski SSCB silahlarını satmak için gelecekte bu pazarları kaybetmek istemiyorlardı.

Rusların bölgeden çekilmesine rağmen NATO daha öncede olduğu gibi Rusları tahrik etmekten vazgeçmemişti ve Rusya sınırına doğru genişlemeye devam etmişti. NATO bunu yaparken, Batı’nın yardımı ile karışan Orta Doğu’dan Rusya’ya terör tehlikesi artmaktaydı. (Suriye’de Esed zulmüne karşı savaşan gruplara yardım etmek için giden Kafkasyalılar oradan Rusya’ya dönüp Kuzey Kafkasya’yı özgürleştireceklerini düşünüyorlardı). Rusların terör dediği her şey terör değildi. Günümüzde devletlerin kendilerine olan her tehlikeye terör demesi normalleştiği için küresel güçlerin terör anlayışlarıda bir o kadar farklıydı. Devlet yönetimine karşı olan herkesi bu baskıya dahil ediyorlardı.

Suriye ve Filistin bunun için çok iyi bir örnektir;

Suudilerin petrol fiyatları üzerinde yaptıkları hamleler ise, Rusya’nın ekonomik bütünlüğüne tehditti. Tabi bu konuda Suudilerin ne kadar etkili oldukları tartışılır ama Suudi yetkililer ve Rusya Esed üzerinden bir çok defa görüşme yapmışlar ve taraflar anlaşmadıkça petrol fiyatlarında da düşüş devam etti. Ukrayna krizi, batının uyguladığı yaptırımlar ve petrol fiyatlarındaki düşüş, Rusları endişelendirmişti. Bu strateji zamanında SSCB’nin çökmesine de neden oluğu için Ruslar da ciddi korkuya neden olmuştu.

Yeltsin zamanında da Rusya Batı’ya karşı direnemezdi hatta Batının Rusya’yı yönettiği zamanlardı. Bu kuralı Putin değiştirdi. Putin yönetilmek yerine, diplomasi ve karşılıklı anlaşmayla ilişkilerin yürütülmesinden yanaydı. Putin’in bu istediği Batı’dan karşılık bulmadı. Bu çekişmeler devam ederken, Putin’in uçakları Suriye’ye kadar indi. Daha önce Gürcistan ve Ukrayna’da da, bu sürecin ne kadar zor gittiğini ve Batı ile Putin’in pazarlıklarının da ne kadar başarısız olduğu biliniyordu.

Putin Ne İstiyor?

Arap Baharıyla üçüncü dünya ülkelerindeki değişikler ve özellikle demokrasisi olmayan ya da zayıf olan ülkelerdeki halk ayaklanmaları, ABD’nin ve Batı’nın da buralarda jandarma görevini üstlenmesi, Ruslar tarafından ciddi bir tehdit olarak algılanmıştı. Arap Baharından önce Gürcistan’da Gül Devrimi ile başlayan ve değişen yönetimler Ruslar tarafından kaygıyla izleniyordu. Sonuçta, Ruslarda halk ayaklanmalarını polis ve askeri güç kullanarak bastıran bir ülke.

Rusya muhalif liderleri temizleyerek bu devrim fırtınasını durduramayacaklarını anlamışlardı. Devrim ile gelen Saakaşvili ve Poroşenko’yu bir şekilde indiren Ruslar, Arap Baharı sonrası Mısır’daki yönetim değişikliğine ise temkinli yaklaşmış sonrasında ise desteklemişlerdi. Sonuçlardan memnun olsalar da Suriye ve Ukrayna sonuçları Rusya için tehlikenin boyutlarını anlamak için iyi bir örnekti.

Rusya’daki sıcak çatışmalar Kafkasya’da devam ederken, Moskova’da devrim olması Rus devletinin dağılmasına sebep olacaktı. Yani Putin tahtını kaybedecekti. Uluslararası arena’da Batı ile saygı kavgası yaparken, ülkesinden olma riskini göze alamazdı Putin. Batı’dan bildiği devrim fırtınasına karşı adımlarını temkinli atmaya başladı. Suriye’de ise Esed’in gitmesine direnen Putin, Ukrayna’da ise işgale kadar gideceğini mesajını vermişti.

Putin’in bu sert tutumuna karşılık veren Batı, yaptırımlarla Rusya’yı zayıflatmaya başladı. Ülkeye yaptırımlar yaparken, Putin’e karşıda onu izole eden adımlar attılar. Batı liderleri Avustralya’da yapılan liderler zirvesinde Putin’e yüz vermediler. Batılı liderlerin bu tutumuna kırılan Putin ise, Batılı liderlere kendisine saygı göstermeye zorlayacaktı. Yani ikinci Soğuk Savaş başlamıştı.

Soğuk Savaşın Rusya için dış tehditlerle beraber, iç tehditlerinin de olduğunun farkında olan Ruslar. Bu tehditlerin risklerini azaltmak için adımlar atmaya başladılar. Rusya’nın iç tehditlerden birisi Kuzey Kafkasya’da devam eden direnişti ve bu direnişi bir türlü bitiremedi ama risklerini en aza indirdi. Dağda kalan bazı direnişçilerin DAEŞ’e biatları Rusların işlerini hayli kolaylaştırmıştı. İç tehditlerden ikincisi ise yolsuzluktu.

Rusya’nın en büyük belalardan bir tanesi ve Rus halkın ayaklanmasına sebep olabilecek husus buydu. Ukrayna’da ayrılıkçıları destekleyen Ruslar ‘Yeni Rusya’ kavramını ürettiler ve bu kavramı ideolojik olarak halka dayattılar. Böylelikle Devlet Putin’e Çar sıfatını verdi. Artık Rus halkı Putin’e karşı iç ve dış tehditleri tam bir düşman gözüyle bakıyordu. Putin ise iç tehlikeyi besleyen yolsuzlukları, üstteki bürokratları temizleyerek başladı. Bu temizlik ilk Kafkasya’dan başladı ve Rusya geneline yayıldı.

Devletin atadığı valiler yaptıkları yolsuzluklarla adeta birer oligarşi olmuşlardı, halkta bundan çok rahatsızdı. Devletin ve zenginliğinin verdiği güç ile halka baskı yapan bu bölgesel yöneticiler kendilerini dokunulmaz saysalar da çok yanılmışlardı. İçerideki ikinci tehdidi yavaş yavaş yok eden Putin, halkına da ne kadar iyi bir lider olduğu algısını yaratmıştı. Dışarıdan Rusya’yı yıkmak isteyen devletlere dimdik direnen Putin, içeriden halkının kanını emen parazitleri temizleyerek cevap veriyordu.

Artık halk bu lider için Suriye dahil her yerde ölmeye hazırdı, en azından halkta böyle bir algıyı oluşturmuştu. Tabi ideolojinin önemli parçalarından biri ise genç ve dinamik bazı Rus siyasetçilerinde halka iyi örnek olmaya çalışmalarıydı. Böylece Putin’in gözüne giren bu siyasetçiler makamlarını korumayı umuyordu. Mesela Kadırov, daha dün Rusya’ya karşı savaşan bir halkın “lideriyken” “ulu lider” söylemleriyle, Putin için ölmeyi hayal ettiğini beyan ediyordu. Putin’e inanan Rus halkı ise böyle bir şeref için sıraya girecek olmalarıydı.

İçerideki riskleri azaltan Putin tahtın düşmemesi için işi garantiye almış gibi gözüküyor. Putin artık dışarıdaki riskleri azaltarak, ona uygulanan izole siyasetini de yıkmak istiyordu. Çünkü dünya devi olan bir ülkenin lideri (“ulu lider”) ona yapılan bu saygısızlığı yanıtsız bırakmazdı. “ulu lider” içeride olduğu gibi dışarıda da saygı ile karşılanmalıydı. İstediği saygıyı son BM genel kurulunda, Japonya başbakanı Abe gösterdi. Putin ile görüşmeye koşarak giden Japonya başbakanı Abe belkide böyle algılanacağından habersizdi ama Rus ulusal kanallarının en çok yayına verdiği yabancı liderin başındaydı. Putin’in elini öpseydi belki senelerce almaya çalıştıkları adaları verirdi Putin.

Bir başka örnek ise, Türkiye’de Putin’in karşılanması. 2015 yılının başında Ankara’yı ziyaret eden Putin gördüğü ilgi karşısında Türkiye’ye kendince büyük jestler yapmıştı. Putin şahsiyetine saygının dışında uluslararası arenada da eşitlik istiyordu. O nasıl ABD veya AB’nın iç siyasetine karışmıyorsa onlar da onun ülkesinin iç siyasetine karışmayacaktı. Rusya’nın dev ulusal şirketlerinin çıkarları ihlal edilmeyecekti. Rusya yokmuş gibi veya bölgesel bir devletmiş gibi muamele yapılmayacaktı. Yapılırsa Batı’ya küsmüş ve üçüncü dünya devletlerini arkama alırım ve bu tek kutuplu bildiğiniz dünyayı başınıza yıkarım mesajını veriyordu. Dikkat edilirse Putin kendisine yüz gösterilmediği takdirde, uluslararası siyasette aşağılanır algısını oluşturan görüşmeler sonrası da daha radikal ve daha sert tutumlar sergiliyor. Suriye bunun çok iyi bir örnektir.

Rusya’nın Suriye Stratejisi.

Rusya’nın Suriye stratejisi son 20 senede, katıldığı savaşlardan çok farklı olmayacaktı ama Ruslar her savaştan edindikleri tecrübeyi mutlaka uygulayacaklardı bu ülkede.

Ruslar tehdit edilmekten korkmazlar ‘ulu devlet ya’ ama her tehdit edeni de düşman olarak görürler tabi ki. Rusya’yı tehdit etmek üzerlerine bomba düşmeyeceği anlamına gelmez elbette. Ancak Ruslar güçlü ordusunun yanında, zayıflıklarında barındıran bir ordudur. O nedenle Suriye’de mümkün olduğu kadar karaya inmemeye çalışacaktır. Kara’da az miktarda özel kuvvetlerle operasyon yapmaktan kaçınmayacaktır. 1999’da başlayan Rus Çeçen savaşında, Rusya’nın uyguladığı taktik ise piyade güçlerinin kayıplarını azaltarak bölgeye ilerlemekti. Böylelikle bölgede taş üstünde taş bırakmayarak, silahlı unsurların yanında varsa sivil halkı da yok etmekti.

Çünkü Ruslar için bölgede bulunan sivil halk teröristtir.

Piyade güçleri, uçakları ve ağır toplarıyla yerle bir ettiği bölgeyi, işgal ve temizlik operasyonlarıyla elle geçirirdi. Suriye’de ise karadan ilerlemeyi Suriye askeri ve İran askerlerinin olmasından dolayı Ruslar bu taktiği Çeçenistan’da olduğu gibi uygulamayacaktır.

Rus generallerin Çeçenistan’da kullanmaya başladıkları ve Ukrayna’da profesyonel olarak uygulamaya başladıkları kara harp taktiği KAZAN’dır. Bu taktiği uygulayan Ruslar karşındaki düşmanın cephedeki zayıf noktaları belirleyerek, buradan taarruz cephesini delerek, düşmanın güçlü kalelerini ve yerleşim birimlerini çember içine almaktır. Bu çemberin içinde kalan askeri güçlerle sıcak temas kurmadan havadan ve karadan yoğun bombardımana tutan Ruslar, zayıflayan düşmana teslim ol veya koridor verelim çekil derler ama o koridordan sağlam çıkanları tarih bilmiyor.

Son olarak Ruslar kontrol edemedikleri bir bölge bırakmazlar. Kontrol ettikleri bölgede ise sağlam istihbarat ağı kurarlar. Yerli halk ve direnişçilerin arasındaki bağlantıyı kesmek için ellerinden geleni yaparlar. Başarılı oldukları taktiklerden bir tanesi de kurdukları istihbarat ağı ile hem bilgi alırlar hemde bilgi verirler. Özellikle yanlış bilgi ile direnişçilere bilgi aktaranların elleriyle katliam yaparlar. Yapılan katliamı direnişçilerin işi olarak gören halk ise Rusların halk desteği hedefine ulaşmasını sağlar. Bu taktikle Rusların bazen sahaya inmelerine gerek kalmaz. Rus propagandası Rus askeri gelmeden, Rus askerinin gelmesini arzulayan toplumlar yaratılır.

Suriye’deki son durum haritasına bakıldığında, Rusların uygulayacağı stratejiyi tahmin etmek zor değil. Önce Esed ordusunun kontrol ettiği bölgelerde olan ılımlı muhalifleri Esed ile anlaşmaya zorlanacaktır. Bu dilden anlamayanları ise zor kullanarak yukarıda zikredilen taktiklerin hangisi, nerede kullanılacağını ise bölge komutanlarının kararına bırakır. İçeride kalan kantonları ise temizlenirken, cephe boyu bütün gruplara ağır bombardımana tutar. İyi örgütlenmiş ve gücü olanları ise daha ağır darbelerle aynı anda teslim olma veya anlaşma tekliflerini kabul etmeye zorlayacaktır. Bazılarına barış ve destek karşılığı özerklik teklifi yaparak, DAEŞ’e karşı savaşmaları sağlanacaktır. Rusların tek ad altında düşman belirlediği diğer gruplara ise iş birliği teklifleri yapılarak, bu teklifleri kabul etmeleri aksi takdirde yerel halkın desteğini alarak baskı oluşturmak isteyecektir.

Cephe boyu KAZAN taktiğe ile uygun yerlerde karşı tarafa maksimum zarar verme şartı ile yerler tespit edilerek bu taktik uygulanacaktır. Alınması zor olan yerleşim yerlerine girilmeyerek, buraları çembere alıp, içerideki sivillere (uluslararası kamuoyu için) göstermelik güvenli çıkış koridorları verilerek bölgenin tahliye edilmesi istenecektir. Çembere alınan bölgenin tamamen dış dünya ile irtibatı kesilerek, ablukaya alınan bu bölge gece gündüz kesintisiz bombalanır. Abluka altına alınanlar ya bombardımandan ya da açlıktan ölürler.

Ruslar kesinlikle tek girişte bütün Suriye’yi kurtarma planı yapmamışlardır. Rusların bir başka önemli takdiklerinden biri ise, adım adım ilerlemedir. Yapılacak operasyonun planlaması yapılırken kesinlikle kaç adımda istenilen hedefe ulaşılacağı da planlanır. Bugün Kremlin’e yakın ve bazı batı medyasında bir kaç aylık operasyonları tahmin edebiliyor.

Operasyonlar ilk aşamada büyük ihtimalle Esed’in kontrol ettiği bölgeler içinde bulunan kantonları temizleyerek ilerleyecektir. Muhaliflerin bir kısmı Şam’dan uzaklaşarak, Akdeniz’in sahillerine ilerlemeye çalışacaktır. Buradaki muhaliflerin önü kesilerek durdurulacaklardır.

Rusya İmkan bulursa bu sahil hattına da çok yüklenir. Sonuçta stratejik olarak Rusya için önemli olan bir bölge. Burada Rusya Türkiye’yi karşısına almayacak gibi ama ABD’den de çekinmeyecek. Sonuçta Rusların Suriye’deki operasyonları DAEŞ’i hedef alıyor diye telaffuz edilse de ABD ve AB’ye de ben buradayım mesajı taşıyor. Türkiye bu kavga’da Rusların şimdilik görmek istemedikleri bir taraf ve Putin Erdoğan’a bir söz verdi ise bunu tutacaktır.

Sonuç;

Son zamanlarda Rusya kendine ve lideri Putin’e karşı olan Batı’nın tutumundan hayli rahatsız. Geçmişte Çeçenya savaşında da, Batı’nın izlediği politika bütün post SSCB ülkelerine de yayılmıştı. Şimdi ise Putin’den istediğini alamayınca ve bazı konularda da Rusya yokmuş gibi davranan Batı, Putin’e ders vermek için yola çıkmış görünüyor. Batı’ya kararlı olduğunu gösteren Putin, Rusya halkının çoğuna da “ulu lider” olduğunu kabul ettirmiş durumda ve artık dünya’ya bunu kabul ettirmek için adımlar atıyor.

Putin, ABD ve AB’nin zayıf olduğu konularda hızlı ve kararlı davranarak ne kadar başarılı olduğunu dünya kamuoyuna gösteriyor. Bilindiği üzere Orta Doğu basit bir bölge değil, burada yapılan planlar ise tutmuyor. Rusların Esed’le koalisyonu da tutmayabilir. Rusların bu bölgedeki planlarının tutmaması demek Rusya ve Putin için hayli tehlikeli sonuçlar doğurabilir ve Putin Rusya’nın dağılmasını seyredebilir.

Türkiye Rusya uçağını düşürdüğünde, Rusya Türkiye arasında kısa dönem Suriye savaşı yaşandı. Bu savaş aslında Türkiye’den ziyade Rusya’ya yaradı. Batı koalisyonu Türkiye’yi terk etti, bunda şaşılacak bir şey yok. Batı için PYD ve PKK ile olan ittifakı daha önemliydi. Uçak krizi Rusya’ya yaradığı gibi Batı koalisyonuna da yaradı. Böylece Türkiye oyalanmış oldu. Türkiye 2015 – 2016 yılında yapacağı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları da böylece ertelendi.

Rusya ile kısa savaş hali ve iç siyasi sorunlar yaşayan Türkiye, operasyonlara geç kalmış derken yetişti ama işin maliyeti de artmış oldu. Rusya ile Türkiye arasında geçen uçak rüzgarları, o zaman çalıştığım Ajans Kafkas’ta da ele almıştım. Uçak krizi dediğim gibi hibrit savaşının bir parçasıydı. O gün olan fikrim bugün de aynı değiştirmedi. Uçak düştüğünde ne yazdıysam şu anda da aynı ve bakmak isteyenler WW3.0 tarihi hafızalarınızı tazeler ve burada benim ortaya koyduğum fikride iyi anlamanıza yardımcı olur.

Saslanbek İSAEV

 

Yazan Saslanbek İSAEV - Eyl 24 2019. Kategori Dünya, Gündem, Politika, Türk İslam, Yazarlar. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.