Toplumda PSİ Kontrolü

Modern bir savaşa hazırlanmak için halkın bir coşkunluk içinde kabul ettiği bir şartlandırma gereklidir.

Hitler bunu çok iyi biliyordu.

Çinliler bugün bu teoriyi uygulamaya koymaktadırlar. Çin’de, gördük ki ökültle hareket eden halk hareketinin başarılı eylemi «Dörtler Çetesi»nin devrilmesine sebep olmuştu.

Bu cinsten bir hareket ABD’de uygulanmaktadır.

Walter Bovart’ın «Operation Mind Control» zihin kontrolü hareketi: (Dell Publishing Co.) isimli eserinde bu belirtilmektedir.

Sovyetler de hiç kuşkusuz toplumun ne düşündüğünü anlamak için halkını kontrol altında tutmaktadır. Bunun için gizli polisin gücü yetmez; düşünce gizli kalabilir. Zarurî olarak cezayı ve yakalanmayı gerektirecek bir yayın halinde ele geçmez. Genel ruh halini kollektif şuuraltını tanımak için Telepati’nin kullanılması fikrinin doğuşu hayli eskidir. Bu 1931 lerde «Amazing stories» dergisinde Paul H. Lovering imzasıyla yayınlanan «The inevitable Conflict» «BEKLENMEDİK KARGAŞA» başlıklı yazısıyla başlar Lovering H.P. Lovecraft‘ın takma adıydı. Bu tarihten itibaren Sovyet’ler’de de, ABD’deki gibi hassasiyet arttırıcı haplar içirtilen bazı süjeler vasıtasıyla şehirde hüküm süren atmosferi hissetmeye, anlamaya çalışırlar. BAZI SÜJELER İPNOZLA ŞARTLANDIRILARAK GENİŞ BİR TOPLULUKTAN GELEN TELEPATİK SİNYALLERE DUYARLI HALE GETİRİLDİLER. İpnoz ile etkili hapların bir araya gelişi çok ileriye gitti ve daha önceden gördüğümüz Lee Harvey Osvvald olayı gibi bazen öldürücü nitelik kazandı. Yapılan en yeni anketlere göre CİA’nın 7000 deney süjesinden en azından üçü ölmüştür. Bunlar arasında Amerikan ordusu albayı George Donald 1959 da intihar etti Böyle bir fiilin sebeplerini kesinlikle sonradan bulmak, cidden güçtür. Olsa olsa, delil yokluğundan, öfkeli bir toplumun kollektif şuuraltını duyarlı hale getirmeyi denediği düşünülebilir. Bu araştırmalar zaman olarak çok gerilere gider, en azından LSD’nin keşfine kadar…

CİA’nın yaptığı yeni bir ankette bir tanık hava astsubayı William F. Chaffin, yemin ederek, 1958’de kod numarası E.A. 17-20 olan bir hapı kullanmayı kabul ettiğini ifade etti.

CİA formülü açıklamayı reddetmiştir.

İlgili dosya tamamen imha edilmiştir, en ufak iz bile yoktur. Tanık bu denemeden sonra çok ıstıraplı ruhsal çöküntülere ve halüsinasyonlara maruz kaldığını anlatmıştır.

Amerikan kollektif şuur altını telepatik olarak algılama hipoteziyle yeterince bir araya getiren bir tanıtım… Ayrıca Amerikalı başçavuş tecrübeden sonra yapılan sorgudan hiçbir şey hatırlamadığı da belirtti

Ancak çok uzun seneler sonra hatırlayabilmişti. Burada zihinsel bir yetersizlik kesinlikle söz götürmez. Sebebi süjeye yapılan kuvvetli bir Post – Hipnotik (uyku sonrası devam eden) telkindir.

1975’de anket komisyonu önünde yaptığı açıklamada otuz süjelik bir grubun- bu deneylere katıldığını da ekledi.
1958-1978 arası düzenli olarak senede yüz süjede bu türden deneyler yapıldığı farzedilir ve bir telepatik algılama tekniğinin adamakıllı geliştirildiği de söz konusu ise şimdiki Amerikan yönetimi falan şehir ve askerî üste düşünülebilir. Ayrıca yüksek sayıda süjeye sahip olmak gerekir.

En klasiklerinden biri de bir bilgisayar bu operasyonu tamamlar ve kamuoyunun gerçek tepkisini soru bültenleri ile sondaj sonuçlarından çok farklı olarak tam vaktinde okur.

Kamuoyunu telepatiyle öğrenebilen hassas süjeier ipnotize edilmiş olabilirler mi? Ünlü elektronik beyin tröstü Rand Corparation’un bir raporu 25 Nisan 1949 da şöyle bir başlık taşıyordu:

“Kominform ülkeleri halk mahkemelerinde itiraflara yol açmak için ipnotizma teknikleri mi kullanıyorlar?”

Bu rapor Batı ülkelerinin ve Amerikalıların hipnotizmaya verdikleri önemi vurguluyordu.

CİA şeflerinden Richard Helms Senato Warren komisyonunda yakınlarda örgütün faaliyetlerini kontrol babında şu dikkate değer sözleri söylemiştir:

“Yapılan araştırmalar Sovyetlerin sosyal sistemin siyasî amaçlarıyla uyuşacak şekilde Sovyet vatandaşlarının davranışını kontrol etmek üzere bir teknoloji düzenlemeye çalıştıklarını göstermektedir. Ayrıca aynı teknoloji çok özentili bir tarzda insan zihniyetiyle mücadelede topluluk İçinden alınan hedef bilgilerin aktarılması zorunlu olan bilgilerin kodlanmasında kullanılabilir.”

BU AÇIKLAMADA DA YAPILMASI GEREKEN TEK DÜZELTME ŞUDUR: SSCB, HALKININ BÜTÜN KONTROLÜNÜ OKÜLT VE PARAPSİKOLOJİK VASITALARLA ELE GEÇİRMEYE ÇALIŞAN TEK ÜLKE DEĞİLDİR. AMERİKALILAR DA AYNI ŞEY YAPMAKTADIR. HELMS BUNU EKLEMEYİ UNUTMUŞ OLMALI…

Toplumun kontrolü konusunda bir parantez açmakta yarar vardır. 5 Haziran 1968’de saat 12.15 de, Senatör Robert Kennedy, Los Angeles Ambassador Oteli’nin büyük salonunda öldürülmüştü. Filistinli mülteci katil Sirhan Beşara Sirhan olaydan pek kısa bir zaman sonra tutuklandı. Sirhan garip bir şekilde hiç bir şey hatırlamıyor, en azından anormal bir trans içinde bulunuyordu.

Evinde yapılan bir araştırmada, önemli miktarda ökültizmayla ilgili kitap ele geçti. Bu durum Los Angeles Belediye Başkanı Sam Yorty’ye her yerde şu cümleyi söylemek fırsatını verdi: «Sirhan çeşitli komünist örgütlerin üyesiydi. Bu arada Rozkruvaların da..» Bereket versin ki, sanık Kaliforniya Üniversitesinden bir ipnoz uzmanı Dr. Diamond ile yazar Truman Capote tarafından sorguya çekildi. Önce şunu tesbit ettiler ki, Sirhan’ın, önceleri söylediği gibi, ipnotize edilmesi imkânsızdı, çünkü zihin hastalığından muzdaripti. (Paranoid Şizofren) Sirhan, bulunan not defterine yazdığı gibi bir durumdaydı… «Birisi, ruhuma etki etmek istiyor.» Çekilen EEG’si normaldi. Senatör Kennedy’yi öldürmüş olduğunu kesinlikle hatırlamıyordu.

İpnotik ya da telepatik vasıtalarla uzaktan kontrol edilmekte olduğunu ileri sürüyordu. Konuyu çok iyi bildiği ve hayret verici bir okült kültüre sahip olduğu ifadelerinden anlaşılıyordu..

1973’de Sirhan’ın hapishanedeki resmi doktoru Psikiyatrist Dr. Edward Simpson, onu sorguya çekti ve aldığı cevaplarla öyle şaşkın bir durumda kaldı ki, tutanakların gözden geçirilmesini tavsiye etti.

Simpson’a göre, Sirhan’in R. Kennedy’yi öldürmüş olduğunu psikolojik olarak tasdik etmek imkânsızdı. Ayrıca şunu da tesbit etti ki, Sirkan birinci sınıf bir ipnoz süjesiydi. Kapatıldığı hücresinde sabırla çalışıp bizzat geliştirdiği bir «kendi kendini ipnotize etme» metodu kullanıyordu, 1975’de yapılan sorgusunda Sirhan «R. Kennedy’yi öldürmedim, eğer öldürdüğüm ispatlanıyorsa bu beynimin yıkanmasından ve uzaktan yönetilmemden İleri gelmiştir.» dedi. Beyni X ışınlarıyla trandı. Uzaktan yönetici ne de elektronik kontrol cihazı bulunmadı. Hiç bir şey, onu neyin ipnotize ettiğini öğrenme imkânını vermedi. Qswald’dan farklı olarak KGB ile kesinlikle irtibata geçmemişti. Kesin olan fiilen ipnotize edilmiş ve post-ipnotik telkinle öldürme emrini almış olmasıydı..

Hipnozla ilgili bütün hatıralar hafızasından silinmişti. Bilindiği üzere ipnoz ya da ilaç kullanarak şulelerin hassasiyetine göre onları kollektif şuur altına getirmek ve her şeyi unutturmak mümkündür. Bilgisayarlarla yapılan araştırmalar bunun böyle olduğu açıkça tespit edilmiştir.

Şu halde kollektif şuur altına yapılan herhangi bir etkinin sonuçlarını kontrol altına alma vasıtalarına şimdilik sahibiz demektir. Bu sonuçlar kamuoyunun ve neticede kamu etkisinin yollarını belirler.

Geriye, ki bu en kıymetli iştir, kollektif şuuraltına nasıl etki edileceğini bilmek katıyor.

KİTLE KONTROLÜ

“HALKI ALDATMA”ya dayalı propaganda en etkili vasıtadır. Vaktiyle Hitler böyle yapmıştı. Yüceltilmiş süjeler yoluyla etki sağlanıyor. SİNEMA, TELEVİZYON VE RADYOYA ŞUURUN ALGILANABİLECEĞİ, HIZLI, ŞUURALTINA DOĞRUDAN ETKİ EDEN BİR MESAJ YANSITILIR. Mesajı alan, haberi bile olmadan normal zamanda yapmadığı fiilleri yapmağa teşebbüs eder.

Bununla beraber ünlü bir İngiliz Bilgini Dr. Chris Cuflen, (Lea Hospital) New Scentist’ in okuyucu mektuplarında, 1 Haziran 1978 de, şuna dikkati çekiyordu.

“Böyle bir sürecin olduğu sorun dışındadır. Modern deneyler açıkça tersini göstermiştir.” Hızlı bir akış içinde geçen yansımaların insan üzerindeki etkisini pratik olarak inkâr edemeyiz. Yüceltilmiş yansımayı yasaklamayı hedef alan baskıları, Dr. Cullen, geçen yüzyılın sonunda meşrulaşan X ışınlarına konan yasaklarla ayni sıraya koymaktadır.
Çünkü X ışınları kadınların vücudunu elbiselerinin altından görme imkâm veriyordu. Amerikan polisi bu etkisizliği tecrübe etti. Böyle bir mesajı, bulunamayan, bir suçluyu teslim olmaya çağıran bir haberi yayan polis, hiç bir cevap alamadı, sonuç çıkmadı.

Buna karşı, beyinlere bir makinayla güçlendirilmiş parapsikolojik uyaranlarla uzaktan etki daha muhtemeldir. Gerçekten uygarlığımız küçük bir insan topluluğunun kendi düşüncesini kitle üzerine yansıtılabilmesine imkân veren yöntemleri bilmemektedir. Bu türken teknikler vaktiyle Hindistan’da vardı, ama zamanımıza kadar ulaşmadan unutuldu- Eğer bu saf zihinsel teknik kesinlikle unutulmamışsa, bazı gizli topluluklarda muhafaza edilmiş olabilir.

GÜÇLENDİRME TEKNİKLERİ

Üç çeşit güçlendirme tekniği vardır:

1— Parapsikolojik olayın elektronik ve ses etkisiyle doğrudan doğruya güçlendirilmesi. Bugün Sovyetler, bu konu üzerinde pek ciddî ve büyük bir gizlilik içinde çalışmalar yapmaktadır.

2— İnsana bazı şeyleri düşündürten yöntem Amerika’da üzerinde ciddiyetle durulan bir konudur. Fikir, İspanyol Santiago Roman Y. Cajal’dan geldi. Olabilirlik ihtimali New York Bilimler Akademisinden meslektaşım Prof. Jose Delgado tarafından deneysel olarak kanıtlandı. 1964 de hayvan beyinlerine onları radyo dalgalan vasıtasıyla kontrole imkân veren alıcılar yerleştirildi. Dostum Remy Chauvin daha önce ismini verdiğim eserinde, maymun ve fareler üzerinde yapılan deneyleri ayrıntılı olarak anlatmaktadır. Delgado dövüşen boğalar ve katırlar üzerinde de deneyler yapmayı başarmıştı.

Bütün bu sonuçlar öncelikle beyne bir alıcı yerleştirilmesini gerektirmektedir.

Bundan sonraki aşama, radyo ya da radar cihazına benzeyen bir jeneratörden yayılan dalgalan modüle eden uyarılar vasıtasıyla beyni kontrol etmekten ibarettir.

Bu yoldaki ilk durak Sovyetler tarafından açılmıştı. Başa bağlanan elektrotlar vasıtasıyla yayılan dalgalarla uyku getiren bir cihaz üretilip satılmaya başlanmıştır. Böylesi bir cihaz uyku kürleri için çok kıymetlidir.Çünkü uyku haplarıyla uyumanın yararsızlığı malûmdur. Ne var ki bu cihaz ancak pek küçük bir mesafeden, elektrotları beyinden ayıran birkaç santim uzaklıktan çalışıyor, Halkı uzaktan kontrol etmek büyük bir şehrin bir mahallesini çalıştıran bir üreteci gerektiriyor

Bu jeneratörle geceleyin uyumakta olan insanların beynine sonradan yapacağı, yerine getireceği, emirler yerleştirilecektir.

Kaliforniya Üniversitesi geçenlerde bu türden yapılan deneylerin tutanaklarını Dr. W. Ross Adey imzası altında yayınladı. Adey radyo vasıtasıyla şempanzelere oldukça karmaşık işlemleri tamamlatacak bilgileri nakletmeyi başardı.

Stanford Enstitüsünde 1975‘de söylenen sözlerle ilgili beyinsel uyarılar kaydedildi: Süje konuşurken meydana gelen beyinsel uyaranları kayda geçirildi ve bir bilgisayar düşünceye eşdeğer olan bir sözlükle birleştirildi. Bu düzenek üç bilginin Danile Wolf, Lavvrence Pinnio ve David Hall‘ın eseriydi. Onlar düşünceyi mekanik olarak güçlendirdi. Süje bir tekerleği sağa çevirmeğe karar verince (niyet edince) tekerlek dönüyordu. Oysa bunu düşünmemiş, dönmesini fiilen zihinden canlandırmamıştı. İnsanlarla ilgili uygulamalar mümkün olduğuna göre aynı prensiple felçli insanlarda suni organlarını çalıştırabilirlerdi. Şu sıralarda düşünce yoluyla yöneltilen tekerlekli hasta koltukları üzerinde incelemeler yapılmaktadır.

BEYİN DALGALARI

DİĞER MUHTEMEL SONUÇLAR İSE OLDUKÇA KORKUTUCUDUR. BU USULLE HERHANGİ BİR KİMSE ŞU YA DA BU PARTİNİN ADAY ADINA OY VERMEYE İTİLEMEZ Mİ?

Dr. Adam Reed (Rockefeller Enstitüsü) gibi bilim adamları 1976’da Amerikan Bilim Geliştirme Cemiyeti’nin bir toplantısında çeşitli uyarılar yaptılar. Psikolojik olarak kontrol altına alınmış ve beyinlere hakim olan makineleri kullanan bir gizli yönetim hükmüne girmiş bir toplumun manzarası bile insanı çıldırtır. Aynı amaçla özellikle alçak frekanslı sesler de kullanılabilir.

İnsan beyninin dinlenik normal haldeki titreşimi.

Alfa Ritmi olarak 9—12 saniye arasında değişir.

Saniyede 13 salınım uyku halini gösterir. Bu yüzden avcı uçaklarında kazalar olmaktaydı. Çünkü pilot saniyede 13 titreşim yapan gösterge tablosunun ışıklarına bakıyordu. Bu göstergeleri hemen kaldırdılar. Bu alçak frekanslı elektromanyetik dalgaların dünya küresi ve etrafındaki iyonlaşmış tabaka tarafından yükseltildiği bilinmektedir. Bu tip dalgaların frekansları 7-15 Herztir. Büyük bir güçle uzak mesafelere nakil olurlar. Beyinde aynı dalga gamlarındaki ses titreşimlerini hasıl eden bu tipten dalgalara akıl erdirmek güç değildir. Dr. Barnaby evvelce bu ihtimaliyet üzerindeki endişelerini bildirmişti. Bu tür olaylar bundan böyle psikolojik araştırmaların uygulanmalarını beklemeden geniş halk kütlelerinin beyinlerini kullanmaya yarayabilirler. Artık bu çapta kitlesel teşebbüs hareketlerinden masun (korunmuş) kalamayız.

Her buluş gibi, bunlarda faydalı bir yöne kanalize edilebildiler. Stanford’dan Prof. Volpe ve Lazarus uçaktan korkma ve alkole alışmak gibi bazı fobileri tedavi etmek için imajlı birleştirilmiş ses yansımaları kullandılar.

Her türlü tehlike arz eden araştırmaların barışçı örgütler tarafından yasaklanması istisna değildir. Ama samimi bir gözetim imkânsızdır. Bu demokratik toplumlarda kolaysa da, Çin ve Rusya’da ne kadar zor olduğunu gördük.

Öncelikle bunlara diktatörler sahip olmak isterler. Arjantin neredeyse ilk önce hidrojen bombasına sahip olacaktı.
O halde zihinsel kontrol yöntemlerine ilk kim sahip olacaktır?

Hipotez doğruya benzer, önemli kaynaklar talep etmeyen beyin kontrolü vasat bir ulusun zaferi olabilir.

Amerika’da yayınlanan Dr. Fry Meyers ve Lindstrom‘a ait ses üstü çalışmaları, bir fikrin aracıları vasıtasıyla bir beyine yerleştirilebilmesinin mümkün olduğunu göstermiştir. Bu dalgalar, havada kötü yayılırlar, ama bir radyo dalgasına kolayca modüle edilebilirler. Ruslar bundan kısmen yararlandılar. 1975’de Moskova’da ABD elçiliğini radyo dalgalarıyla taşınan ultrasonlarla yayın yapamaz hale getirdiler. Maksat casusluk için elçilikte kullanılan dedektörleri felce uğratmaktı Gene iddia edildiğine göre Ruslar, Amerikan diplomatlarının ve “Döneklerin” beyinlerini uzaktan yıkamağa çalışmışlardır.

Her ne olursa olsun burada tahlili edilen bütün PSİ silahları ile bir toplumun zihinsel kontrolü, şimdilik korkutucu olmaktan uzaktır. (sh:64-70)

ANAHTAR KELİME (İsm-i Âzam)

Gizli servislerin hedefi, bir «anahtar kelime» söylendiği zaman süjenin hafızasını harekete geçiren bir «hipnotik metod» bulmaktır.

O zaman on-oniki sayfalık bir yazı ve şekiller kaydedilebilir; huduttan kolayca geçip kendi ülkesine giden süje, şeflerinin birinin söylediği başka bir «Anahtar kelimeyle» söz konusu bilgiyi yeniden ortaya çıkarabilir.

Şekil çizmesini bilmese dahi planları tamamı tamamına yeniden çizebilir. Sadece, maddesel hiçbir şey bulunmamakla kalmaz, soru bile sorulsa, süje hiç bir şey söyleyemez; zira şuurlu olarak kendisinin bir bilgi taşıyıcısı olduğunu kesinlikle hatırlamaz. Hem şuur, hem de şuuraltı olarak mümkündür. Şuurlu durumda kendimi örnek gösterebilirim. İki şahsi tecrübem ve bir de doğrudan gözlemim var. 1943 Kasımında Gestapo beni tutuklamıştı. Tüm Avrupa’da Stokholm’den Baleare adalarına kadar yayılan “Marco Polo” isimli haber alma örgütüne mensup bin yirmi dört ajanın eşgalini ayrıntılı olarak biliyordum.

Elliden fazla işkence görmeme rağmen tek kelime bile söylemedim.Bununla beraber hâlâ, iki seneden fazla kaldığım temerküz kampında etrafımda olanları mükemmelen hatırlıyorum.

5 Mayıs’tan 19 Mayıs 1945’e kadar, Mathausen’in tesliminden sonra, orada alelacele kurulan bir Amerikan hastanesinde hastabakıcı olarak kaldım, İki haftalık süre içinde ölen sekizyüz kişinin itirafını topladım. Bunların her biri bir hayat hikâyesi idi ve büyük bir kısmı bu adamların tutuklanması sonra da götürülmelerine sebep olan ihanet üzerineydi. Bu hikâyelerin güvenilir olduklarını göz-önünde bulundurarak not almadım. Fransa’ya dönüşümde onları tekrar kâğıda döktüm, hemen hemen iki sene sürdü. Daha sonra psikoanalistlerle temaslarım oldu. Şunu öğrendim ki, modern bilimin babaları sayılan Freud, Jung ve Adler’in hiçbiri ölmekte olan bir insanı katiyen dinleyememişlerdi. Acaba onlar bu şartlar altında insan tabiatını tanıdıklarını ve insanlara yardım ettiklerini nasıl ileri sürebilirler? (sh:73-74)

KİŞİLİĞİNDEN AYRILAN «BEN»

Hidrojen bombasını herhangi bir kimsenin yapabilmesi için on-iki sayfalık makul bir doküman halinde yazılmış olması yeterlidir Doküman oldukça açık ve yeterli satır aralığında olabilir. Vaktiyle Amerikalı bir öğrenci, yöneticilerin büyük heyecanıyla alay etmişti. Bütün bu sözler, ajanımız birkaç dakika içinde, bütün bir çalışma ağının sentezini kendine mal edebilir demek içindir. Okuduklarının hafızasına depolanması için kendisine emir vermesi yeterlidir. Burada sadece bir uygulama yeniliği vardır. Kendi hafızamıza kayıt yapması için şuurlu olarak emir veremeyiz. Bazen şuuraltına yerleşen şeyleri anormal bir humma, zihinsel bir rahatsızlık ve de ipnotizma durumunda tekrar ortaya çıkarıyoruz. İpnotizma usulü pek geçerli değildir, zira ipnotize edilen süje telepatik bağ-vasıtasıyla ipnotizmacının ihtiyaç duyduğu şeylerden hatırlayabildiği her şeyi söyleyebilir ve böylece herhangi bir taşkınlık meydana gelebilir.Japonya’da Luira‘nın çalışmaları sonunda sağlanan Sovyet metodunu kullanan gizli bir ajan, isteğiyle bir belgeyi kendi içine (Zihnine) sindirebilir. Sanki ezberler, sınırsız süre saklayabilir. Ve bir anahtar, kelime ya da kod kullanılarak tekrar dışarı çıkabilir. Şahsen ben de bunu yapmak isterim. Kendileriyle konuştuğum birçok uzmana göre, hafızaya böyle emirler vermek için, bile bile bir kişilik ikileşmesi meydana getirmek gerekir.
Bu durumda «Ben bir başkasıdır.» Ben, kendi kişiliğinden ayrıldıkça, yerine getirmek mecburiyetinde olduğu şeyi hafızaya emretmek o kadar kolay olur. Bu genel ilkedir, ama nasıl uygulandığını tam olarak bilmek gerekir’ Bir kaç uyanık okuyucu bunun bir yoga olduğunu söyleyecektir.

Ben öyle olduğunu sanmıyorum.

YOGA BÜYÜK BİR ŞARLATANLIKTIR, BANA GÖRE;

YOKSA GİZLİ HİNT SERVİSLERİNİN İNSANI ŞAŞIRTAN PERFORMANSINDAN SÖZ EDİLDİĞİNİ DE İŞİTİRDİK. İMDİ, NE PAKİSTAN VE ÇİN’E, NE DE TÜM DEVLETLERDE BULUNAN ÇOK GÜÇLÜ ÇETELERE KARŞI, HİNT GİZLİ, SERVİSİNİN ÖZELLİKLE PARLAK BİR TARAFI YOKTUR. Yoga’nın güçlerini ortaya koyacak fırsatlar Hind gizli servisinin eline çok geçmiştir, ama netice belirsiz… Bu çok tuhaf hipotez şimdilik diğerlerinden farklı değildir.

HAFIZA KONTROLÜ

Mantıki olarak hafıza kompleksi tamamen tecrid edilmelidir.MADDİ BEDENİNİ KONTROL ALTINA ALABİLEN KİMSELER OLDUĞUNA GÖRE, NEDEN «PSİ GÜÇLERİNİ» KONTROL ALTINA ALANLAR MEVCUT OLMASIN? Ayrıca hafıza eğer duyular dışı bir yetenek ise, o zaman çok genel olmak gerekir. Herkes ayni psi kudretine sahip değildir. Ama gene herkes tümel hafızaya sahip gibidir. Bu vesileyle size John Buchon’ın «Les trois otoges» Üç Rehin, isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim.

YİNE HERKES OKUMAYI ÖĞRENİYORSA KENDİ HAFIZASINI KONTROL ALTINA ALMAYI DA ÖĞRENEBİLİR.

AMA NASIL?

Keşfin gizli kaldığına üzülüyorum ve birgün yayınlanacağına inanıyorum. Umudum var, zira tüm sırlar ifşa olunacaktır. Varsayımı basite indirgersek, Alfa ritmlerinin irade kontrolüyle bir ilişkisi olup olmadığını soruyorum, kendime.

Hafıza, maddesel hiç bir şeye, dayanmasa bile, beyinsel ritmlerdeki bir değişime ikinci derecede etkiye sahip olabilir. (sh:76-77)

Kaynak:
Jocques Bergier, LA GUERRE SECRETE DE L’OCCULTE, Gizli Parapsikoloji Savaşı,trc: Ergün Arıkdal, Ruh ve Madde Yay., 1981, İstanbul,

 

Yazan Editör - May 19 2018. Kategori Gündem, İktibas, Teknoloji. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.