Türkler ve Ruslar – Sait Şamil (İktibas)


Dünya haritasına bakacak olursanız, ülkesinin azametiyle sizi dehşete salan bir Rus İmparatorluğu görülür. Bu imparatorluğa bugün (Sovyetler Birliği) diye yeni bir ad takılmıştır. Buna rağmen burada hükümranlık eden Slâv menşeli (Rus) tesmiye edilen bir unsurdur. Geriye baktığımız zaman, Milâdın beşinci asrına kadar tarihte bu unsurun hayatiyetini gösteren hiçbir ize tesadüf edilemez. Ancak, Göktürk İmparatorluğu’nun yaptığı tazyik neticesi, Avarlarla Çeçenlerin hicret etmesi ve İdil ile Don Nehirlerini aşarak Panonya mıntıkasına gelip yerleşmeleri, Karpatlara yayılarak bir devlet kurmaları Avrupalıları telâşa düşürmüştü. İşte o zaman Avarlarla Çeçenlerin işgal ettiği sahada, Slâv denilen iptidaî bir cemaatın yaşamakta olduklarından bahsedilmeğe başlandı.

Avar imparatorluğu, üç asır Batıyı karşısında titrettikten sonra; sekizinci yüzyılın nihayetlerinde Hıristiyan âlemini peşinde sürükleyen büyük Şarlman uzun süren kanlı bir savaşı neticesinde Türk olan Avarları dağıtmağa muvaffak oldu. Bu arada, hayatın icaplarını Avarlardan öğrenen, Hıristiyanlığı da kısmen batıdan, kısmen de güneye kaymak suretiyle Bizanslılardan alan bu Batılı islâvlar, gün ışığına çıkma fırsatını buldular. Bu Slavlardan bir kolun bir aralık kuzeye, (ilmin) Gölü civarındaki ormanlık mıntıkalara giderek yerleştikleri anlaşılıyor. Şimdi Türk dünyasının başına belâ kesilen Ruslar, bunların torunlarıdır.

Her varlık büyük davalarını unutur, kendini saran tehlikelere sırt çevirir ve küçük mevzular üzerinde didinmeğe kalkarsa, onun akıbeti hüsrandır. Bugün Rusya diye gösterilen bu geniş sahaların yüzde doksanı, çok eski tarihlerden beri Türk boyları veya Türk hakanları tarafından benimsenmiş, Türk’lere has bir diyardı; mâruf bir vatandı. Tarihin kaydettiği büyük Türk akınları hep buralardan çıkmış veya buralardan geçmiştir. İslâmiyeti kabul ettikten sonra Türk’lerin daha çok müstakar bir hayatı tercih etmeğe başladıkları, bunun neticesi şehirlerin genişlediği ve ilmî büyük intibahlara sahne oldukları görülür. Bu sâyede Müslüman Türkler arasında büyük çapta bilginler yetişmiş ve her tarafta hürmet ve tâzim kazanmışlardır. Vakta ki Türkistan ve Altun Ordu gibi imparatorluklar çöktü. Bunların yerine küçük küçük hanlıklar kuruldu, üstelik bu hanlıklar birbirleriyle çatışmağa başladılar. İşte o zaman, başlarına Rusların musallat olmağa cür’et buldukları görüldü. Bu tasallut, Batının aşırı Hristiyan teşekkülleri tarafından sun’i bir şekilde telkin edilmiş ve fi’li yardımlarıyle tanzim ve tahkim olunmuştur. Bunun için de, İvan gibi meczub, bir hükümdar seçilmiştir. Eğer Türk dünyası kendi kendine parçalanmamış ve birbirlerinin kuyularını kazmamış olsalardı, ne İvan bu komploya girebilir, ne de Batının Hristiyan mahfilleri kendilerinde cür’et bulabilirlerdi. Türk tarihini tetkik edenler bilir ki, bu gibi her çözüntüyü müteakip Türk âleminde hâsıl olan boşluğu doldurmak üzere sahneye yeni bir önder çıkardı. Bu kere bu boşluğu Al-i Osman hükümdarlarının doldurmaları icap ederdi. O sıralarda Osmanlı İmparatorluğu en parlak devrini yaşıyordu. Osmanlı ordularının başında Kanunî Sultan Süleyman gibi cenge bizzat gitmekten zevklenen ulu bir hükümdar bulunuyordu. Üstelik bu hükümdar ana tarafından Cengiz Hânedanına mensuptu. (Altın Ordu) tahtında verasî bir hakka sahipti. Fakat etrafını saran vüzeranın çıkarları Balkanlara bağlıydı. Bu arada Kırım Han’ının da işe karışması ve padişahın Kazan Hanlığı’nın müdafaası davasından uzak kalmasına üzülmesi vüzeranın işini kolaylaştırıyordu. Üstelik Osmanlı orduları Batıya karşı İslâm dünyasının sol kanadını müdafaa etmek üzere Adriyatik ve Akdeniz sahillerinde Mağrib’e kadar yayılmış bir durumda idi. Batı mahfilleri bütün bunları çok iyi hesaplamış olacak ki, Rusları tahrik etmek suretiyle İslâm âlemini kuzeyden ve çok hassas bir noktadan vurmağı uygun buldular. Arzuları Türk varlığım felce uğratmak suretiyle Osmanlıları tecrid etmekti. Bu suretle İslâm dünyasını en kuvvetli müdafi’lerinden mahrum bırakmaktı.

Bir kere zaferin tadını tattıktan sonra Türklerin aleyhine Rusların işi azıtacakları belli idi. Bundan dolayı Kazan Hanlığında başlayan hezimet, çorap söküğü gibi kopmağa başladı. İki yıl sonra Eşterhan’a saldırdılar. Ondan sonra Osmanlıları ürkütmemek için Rus akını uzaklara kaydı. Başkırdistanı ve Kazakistanı alarak Sibirya’nın içlerine doğru ilerlemeğe başladı. Bu sayede geniş topraklar ve çok zengin iktisadî menba’lara el koyma imkânı temin edilmişti. Bunlardan bilistifade kendilerine çeki-düzen vermeğe muvaffak oldular. Zamanla Rus tahtına geçme sırası büyük Petro’ya geldi. Yorulmak bilmeyen bu hükümdar, Batı’yı taklid hamleleri yaptı. Kısa bir zaman zarfında Rusya’ya asrî bir veçhe verdi. Bu suretle Batılı devletler sofrasında yer aldı. Orada bağdaş kurup oturdu. Daha sonra Petro, Osmanlı İmparatorluğu ve İran ile alâkadar olmağa başladı. Osmanlılara saldırdı. Fakat çok acı bir mağlubiyete uğradı. İran’a atılmak istedi. Bu sefer Kafkasyalılar yolunu kestiler. Rusya’nın buralarda mağlubiyetleri birazda Batılıların hoşuna gitti. Çünkü Akdeniz ile Hind Denizine çıkmasını istemiyorlardı. Fakat hiç bir kimse O’nun Asya’nın derinliklerine dalmasına, Türk yurdlarına yayılmasına mâni olmuyordu. Bilâkis Rusların bu muvaffakiyetlerinden cür’et alan İngiltere ve Fransa, Asya’nın ve Afrika’nın zengin ve stratejik mıntıkalarında kendilerine hisse çıkarma sevdasına düştüler. Bu suretle başkalara ait ülkeleri kapışmağa koyuldular. Bu bakımdan Ruslar sömürge siyasetinin mübtedii Batılılara nazaran üstadları sayılır.

Bir aralık Rus Çarlık tahtına Katerina adında bir Alman kadın oturdu. Bu sefer Rusya’yı istismar için Almanlar bunu fırsat bildiler. Etrafını sardılar. Yollar yaptılar, köyler kurdular. Bu arada Rus ordularını tanzim işine önem verdiler. iyi-kötü Ruslar hesabına bir sanayi tesis ettiler. Neticede bütün bu ameliyelerden yine istifade edenler Ruslar oldu. Artık Osmanlı orduları ile boy ölçüşecek seviyeye gelmişlerdi. Hilâfet makamı çökertmek için vesile ihdasından çekinmiyor ve Osmanlılara karşı, dikkati çekecek kadar sık savaşlara girişiyorlardı. Osmanlı İmparatorluğunu yıpratan ve izmihlâle sürükleyen sebeplerin başında da bu Rus savaşları gelir. Mutaassıp kilise, İslâmiyeti kahretmek için Moskova’da uzun yıllar sinsi sinsi hazırlıklarda bulundu. İslâmı müdafaa eden en muharib unsurdan mahrum bırakmak için, Türk Devletlerin enkazı üzerinde koskoca bir Rus İmparatorluğunun kurulmasına imkânlar sağladı.

Mehmet Sait Şamil – Dış Türkler ve Sosyalizm, Hilâl Yayınları, İstanbul, 1971.

Sait Şamil Kimdir?

İmam Şamil’in torunudur. 1901 yılında Medine’de doğdu. Şeyh Şamil’in en küçük oğlu Muhammed Kamil Paşa’nın (1862-1930) oğlu. Öğrenimini İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde yaptı. Birinci Dünya Savaşı sonrasında genç yaşındayken, bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti’nin (11 Mayıs 1918) savunulması için yapılan silahlı mücadeleye katıldı. Dağıstan’a giderek Kızılordu’ya karşı milli direnişi yürüten yurtseverler arasında yer aldı. (Ekim 1920-Mart 1921).

Kafkasya’nın Kızılordu tarafından bütünüyle işgalinden sonra güçlükle Türkiye’ye dönebildi. Türkiye, yakındoğu ülkeleri ve Avrupa’da, Kafkasya’nın bağımsızlığı için yürütülen mücadelelere aktif olarak katıldı. Kurucu ve yöneticileri arasında bulunduğu ‘Kafkasya Dağlıları Halk Partisi’ (Narodnaya Partiya Gortsev Kavkaza-Partie du Peuple des’Montagnards du Caucase-The Popular Party of the Higlanders of Caucasus) adına Türkiye, Fransa, İngiltere, Çekoslavakya, Polonya gibi devletlerle temaslarda bulunarak Kafkasya bağımsızlık davası için yardım sağlamaya çalıştı. Kafkasya, Azerbaycan, Gürcistan, Ukrayna ve Türkistan örgütlerinin oluşturduğu ‘Promethee’ siyasi hareketi içinde önemli bir rol oynadı.

İkinci Dünya Savaşı’nda diğer Kafkasyalı liderler gibi o da Berlin’e giderek Alman hükümeti yetkilileriyle Kafkasya konusunda görüşmelerde bulundu. Fakat bu sırada Kafkasya’nın bir bölümünü işgal eden Almanların Kafkasya bağımsızlığı konusundaki çelişkili tutumları ve Kafkasya’ya gitmesine izin verilmemesi nedeniyle hayal kırıklığına uğradı. Berlin’de oluşturulan ‘Kuzey Kafkasya Milli Komisyonu (Komitesi)’nde görev almadı. Bazı arkadaşlarını orada bırakarak Türkiye’ye döndü (1942). İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen Soğuk Savaş döneminde SSCB aleyhine çalışmalarını sürdürdü. Avrupa’da ABD’nin etki ve denetimi altında kurulan çeşitli örgütlenmelere pek katılmadı. Özellikle Müslüman devletler nezdinde, uluslararası birçok toplantıda, bağımsız Kafkasya davasını savunmayı sürdürdü. 1950’li yıllarda Pşimaho Kosok, Timur Kuban, Kadircan Kaflı gibi aydınlarla birlikte İstanbul’da Kuzey Kafkasyalılar Kültür ve Yardım Derneği’ni kurdu. Daha sonra bu derneğin oluşturduğu Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nın kurucu üyeleri arasında yer aldı (1978).

21 Mart 1981 tarihinde İstanbul’da vefat etti.

Türkçe Arapça, Fransızca, Rusça biliyordu. Kafkasyalılar tarafından, iki dünya savaşı arasında Fransa, Çekoslovakya, Polonya, Almanya ve Yakındoğu ülkelerinde yayınlanan birçok derginin mali finansmanına yardımcı oldu. 1930’lu yıllarda Kafkasya Dağlıları Halk Partisi tarafından Fransızca, İngilizce, Rusça olarak yayınlanan parti bültenlerinde yazıları bulunmaktadır.

ESERLERİ:
1.Kafkasya Dağlıları (Montagnards du Caucas Fransızca, Paris 1930)
2.Kafkasya Temsilcisinin Konuşması (Hitab mümessil el-Kafkazî, Arapça, Şam 1956)
3.Dış Türkler ve Sosyalizm (Türkçe, İstanbul 1971)

 

 

Yazan Editör - Haz 10 2017. Kategori Türk İslam. Bu yazıya yapılan yorumları takip edebilirsiniz RSS 2.0. Bu yazıya yorum yapabilir ve geri izlemede bulunabilirsiniz

Yorum yaz

Göndermeden önce alttaki eksik işlemi tamamlayınız. *

Ebed Bizimdir - Kuzey Kafkasya bölgesi ağırlıklı olarak, Türk-İslam coğrafyasından özel haberler, yorumlar ve makaleler.